Salim Çetin’in 15 Eylül 2023 tarihli Yenigün Gazetesi’ndeki köşe yazısıdır.
Geçen hafta içinde SODEV’in Yerel Yönetimler Okulu dolayısıyla belediyelere kısmen değinmiş ama konuyu bitirememiştik.
Bu yazıda devam edelim:
Bizde bilindiği gibi belediyeciliğin yüz elli yıllık bir geçmişi var.
İlk olarak İstanbul’da, yabancı elçiliklerin zorlamasıyla kuruldu belediye.
Sonra 1930’da 1580 sayılı yasa çıktı.
Yasa; belediye meclislerinin seçimle oluşmasını, başkanların hükümetçe atanmasını, İstanbul ve Ankara’nın ise bizzat o illerin valileri eliyle yönetilmesini öngörüyordu.
1930’ların tek partisinden 1950’lerin Demokrat Parti’sine kadar bu yasa yürürlükte kaldı.
***
Sonra 27 Mayıs 1960 oldu.
Demokrat Parti devrildi. 1961’de yeni bir anayasa yapıldı.
Bu anayasa güçlü ve özerk kurumlar öngördüğünden 27 Temmuz 1963’te belediye başkanlarının ve meclislerinin seçimle belirlenmesi konusu, 1580 sayılı yasaya eklendi.
Yeni açılan bu dönem bütün 1970’ler boyunca sürdü.
***
Bu dönem aynı zamanda “Sol”un da geliştiği, toplumsal hayatta karşılık bulduğu yıllardır.
İşte bu dönem 1974-79 yılları CHP belediyeciliğinde de halka yakın bir politika izlenmesinin yıllarıdır. Toplumcu Belediyecilik uygulamaları bu dönemin ürünüdür.
Ankara, İzmir, İstanbul ve İzmit gibi büyük illeri alan CHP, bu belediyelerde toplumun yararını gözeten uygulamaları başlattı:
Kendi kaynaklarını yaratan, tanzim satış mağazaları açarak vatandaşın ucuz gıda ihtiyacını karşılayan, ekmek fırınıyla ekmekteki fiyat oynamalarının karşısında duran, toplu ulaşımı önceleyen ve hatta ucuz konut ihtiyacını düşünen planlama ve çalışmalar bu dönemin ilk akla gelen uygulamalarıydı.
***
Elbette bunlar yapılırken sağ iktidarlar da çoğu yerde bu hizmetleri -bugün olduğu gibi- baltalamanın yollarını arıyordu.
Nitekim o günün hükümeti, belediyenin bütçeden aldığı payı kısarak türlü engel çıkarıyor, Ankara Belediyesi’ndeki işçi maaşlarının bile ödenmesinin önünü tıkamaya çalışıyordu.
Nitekim 1975’te Vedat Dalokay açlık grevi yaparak bu duruma tepkisini ortaya koymuştu.
***
Sonra 1980 darbesi oldu.
Darbe yönetimi halktan yana bu uygulamaları kaldırdı, seçilmiş başkanların yerine askerleri ve bürokratları atadı.
1984’te ANAP iktidardaydı ve liberal belediyecilik anlayışına uygun, 3030 sayılı büyükşehir belediye yasasını çıkardı.
Böylece ANAP dönemi belediyeciliği başladı. Bu dönemde Özal hükümeti, belediyelerin merkezi bütçeden aldığı payı artırarak belediye gelirlerinde kısmen iyileşme sağladı.
Bunun yanında plan yapma yetkisi de belediyelere verildi.
***
Bunlar olumlu işlerdi ama liberal politikalar belediye hizmetlerini ihaleler ve şirketler eliyle yerine getirmeyi öngördüğünden bu olumlu işler kolayca tersine döndürülüyordu.
Sözgelimi kamu yararı gözetilmiyordu artık çünkü piyasacı yöntemler çerçevesinde kâr-zarar hesabı yapmak liberal mantığın gereğiydi.
Hatta kent arsalarından, imar uygulamalarından elde edilen rantların eşe dosta, belli gruplara, yandaş yüklenicilere (müteahhitlere) verilmesi de bu dönemin yaygın uygulamalarıydı.
Belediyeler artık kocaman bir şirketti nerdeyse.
***
Oysa Sosyal Belediyecilikte, hizmetlerde kâr-zarar başat durumdu.
Halk liberal belediyecilik anlayışından hoşnut olmadığı için tercihini 1989’da SHP’den yana kullandı.
1989-94 arası pek çok kentte SHP yerel iktidar oldu.
Ancak SHP de bu liberal mantıktan kendini koruyamadığı için başarılı olamadı. 1994 seçimlerinden sonra kentlerin yönetimi Refah Partili anlayışlara geçti.
Bu dönemde Murat Karayalçın uygulamalarını dışarda tutmamız gerekiyor.
***
İki binli yıllarda ise AKP belediyeciliği egemen olmaya başladı.
AKP, liberal uygulamaları, yoğunlaştırarak devam ettirdi.
Önce yasalar çıkardı.
2004’te 5216, 2005’te 5393 sayılı belediye yasaları bu dönemin ürünüdür.
Sağ’daki belediyecilik anlayışı da zaten kendisine liberal yol arkadaşlığını seçmişti bu arada.
Liberal politikalar şehirlerde inşaata dayalı yeni bir anlayışı derinleştirerek körüklüyordu.
Buradan çıkan rant ve sermaye yeni bir yandaş sermaye kesiminin oluşmasına yaradı.
AKP bunu gayet iyi yaparak bu kesimi çoğalttı.
***
Gene AKP belediyeciliği artan kent yoksulluğunu hayırseverlik motifleriyle dolu bir dizi yardım paketiyle sosyal yardım belediyeciliğine dönüştürdü.
Bitmeyen bir döngü gibi duran bu durumun aynı zamanda AKP’ye sadık bir seçmen kitlesi oluşturduğu ise çoğu araştırmacının iddiası.
Bir başka paradoks ise kendini muhafazakâr olarak konumlandıran bu kesimin, küresel sermayenin isteklerini eksiksiz yerine getirmiş olmasıdır.
***
PEKİ, BU ŞARTLARDA SOSYAL DEMOKRAT BELEİYECİLİK NASIL BİR ÇIKIŞ YOLU BULACAKTIR?
Bir defa hemen belirtelim toplumcu belediyecilik sosyalizm rüzgârı olmadan mümkün değildir.
Sosyalist düşüncenin de şu sıralarda önplanda olmadığı bir gerçek.
O halde, şimdi yapılması gereken sosyal demokrasinin kendini liberal düşünceden farklılaştıran ayrımları ortaya koyarak ilerlemesidir.
Liberalizmin bireyi öne alan ve onun çıkarını her şeyin önüne koyan tavrına karşılık, bütün kent halkının mutluluğunu ve kalkınmasını düşünen bir kent ve yönetim tasavvuru daha anlamlı olmalıdır.
Bunlara eşitlik, özgürlük, yönetime katılma gibi kavramlar da eklenebilir.
Böyle bir eleştirel söylem ve tavır Sosyal Demokrasiye söylem üstünlüğü sağlayacaktır.
***
İlhan Tekeli hocanın deyişiyle kapitalist bir sistemi tercih etmiş ülke bile olsa bu sistemin içinde kalarak liberalizmi aşan sistem ve yeni söylemleri hayata geçirmek mümkündür.
Bunun için yerel demokrasi talebi, kentsel dönüşüm, kent rantlarının alt sınıflar lehine dağıtımı, ucuz konut, kaliteli kamusal hizmet, güçlü bir sosyal belediyecilik, temiz bir çevre, insan hakları, eşitlik ve özgürlük gibi kavramlar etrafında bir söylem olmalıdır.
Çünkü ülkemizde, kendilerine muhafazakâr demokrat diyen ve dolayısıyla İslami belediyecilik anlayışını savunanların bu kavramları görmediği açık. Onlar fazlasıyla liberal rüzgârın etkisindeler…
Bu da sosyal demokratların şansı olarak kenarda durmaktadır.
(İzmir’den görünüm için) Fotoğraf: Lütfü Dağtaş
KAYNAK: https://www.gazeteyenigun.com.tr/belediyeciligin-donusumu-2?