“Gerçek” ve “doğru” sözcüklerinin sözlüklerdeki karşılıklarına göz attığımızda aslından farklı kavramları karşıladığını ama yer yer anlam genişlemesi yoluyla birbiri yerine de kullanılabildiğini görüyoruz.
“Gerçek” dediğimizde ilk anlam, “yalan olmayan, doğru olan şey, hakikat” olarak verilmiş TDK sözlüğünde.
“Doğru” sözcüğünün ilk anlamı ise “bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değişmeyen, eğri ve çarpık karşıtı” biçiminde.
Burada ilk anlamlar birbirine oldukça mesafeli görünüyor. Ama “Siz onlara inanmayın. Ben size doğruyu anlatıyorum.” dediğimizde iki kavram birbiriyle yüzde yüz çakışmış oluyor; doğru=gerçek oluyor.
Ama ben bu yazıda bu iki kavrama biraz Haliletos’çu felsefe karıştırarak yaklaşacağım.
Bu açıdan bakılırsa gerçek ne kadar nesnelse doğru o kadar öznel oluyor.
Aslında ikisi arasında yine bir ilişki var ama bire bir örtüşmüyor iki kavram.
Önce “gerçek” kavramından başlayayım. Gerçek, olanın yorumsuz algılanışıdır. Gerçek, duyu organları ile algıladığımız her şeydir. Fiziksel, kimyasal, biyolojik, toplumsal, bireysel… doğada bir var oluşu karşılayan her şey “gerçek”tir. Sadece somut âlemin değil, iç dünyamızın üretimi olan düşünceler, duygular da gerçektir. Hayallerimiz, acılarımız, sevinçlerimiz, umutlarımız, öfkelerimiz, sevgilerimizi, kıskançlıklarımız birer gerçektir. Gerçek, olup bitenle, hissedilenle, yaşananla bire bir örtüştüğü ölçüde gerçek, ondan ayrıldığı oranda yarı-gerçek, ondan tümüyle koptuğunda ise yalandır, sahtedir ama yalan’ın ve sahtenin kendisi de bir gerçektir. Çünkü vardır, tarafınızdan var edilmiştir. Yaşanmışlık anlamında gerçek her zaman geçerlidir, onun değişik nedenlerle ifade edilişinde yalancılık, sahtecilik söz konusu olabilir ki bunlar da kendi varoluşları bağlamında birer gerçektir. İronik bir söylemle birine şöyle diyebiliriz: “Sen gerçekten de yalan söylüyorsun.” Ya da şüphelenip kuyumcuya götürdüğümüz bir ziynet eşyası için “Gerçekten de sahteymiş.” cümlesini kurabilirsiniz.
“Doğru” ise bizim gerçeği yorumlayışımızdaki iki karşıt kutuptan biridir.
Yani aynı gerçeğe baktığımızda gördüğümüz, tattığımız, işittiğimiz, dokunduğumuz, kokladığımız, hissettiğimiz “gerçeğin zihinsel alanda karşılığı olan bir onama-reddetme, beğenme-beğenmeme, yandaş olma-karşı olma” hâlidir.
“Her şey değişir.” gerçeğinin bir parçası da herkesin fiziksel, biyolojik ve düşünsel evrimi içinde değişip durmasıdır.
Bu “değişim” süreçleri sizin “doğru”larınızı değiştirebilir. Kimilerine daha sıkı sıkı bağlanmanıza da yol açabilir. Her iki durumda da gerçek aynı gerçektir ama sizin doğrunuz yanlışa, yanlışınız doğruya yerini bırakabilir.
Biz neresinden bakarsak bakalım, ne niyetle bakarsak bakalım gerçek an itibariyle aynıdır ama aynı gerçeğe iki, üç, beş, on… kişinin bakışı birbirinden farklı olabilir. Bu, kişinin “doğru”sudur. Aynı davranış birine göre “doğru” bir başkasına göre “yanlış” olabilir.
Aynı “gerçek” kişi sizin ona bakış açınıza göre “en doğru” kişi de olabilir “en yanlış” kişi de.
Silahlanma bir gerçektir ama sizin bu konudaki tutumunuza göre “doğrudur” ya da “yanlıştır”.
“Sağcı” ya da “solcu” düşüncenin cezalandırılması ülkenin siyasal yapısına ya da sizin siyasal düşüncenize göre “doğru” ya da “yanlış” olabilir.
Bir zamanlar “demokrasinin” ya da “sosyalizmin” mükemmel örneği, önderi, uygulaması olarak gördüğünüz ülke, kişi, yer… bugün sizin için o günlerde bile pek çok yanlışı bağrında barındıran bir kişi, uygulama vb. olabilir.
Zaman, hiçbir gerçeği değiştirmez ama sizin aynı gerçeğe yönelik doğrunuzu değiştirebilir, pekiştirebilir, sorgulatabilir, tam tersine dünüştürebilir.
Bir militan devrimcilikten bir liberal burjuva aydınına, milliyetçi-faşist bir örgütün imanlı militanı iken sol bir düşüncenin tutkulu yandaşına dönüşebilirsiniz.
27 Mayıs tarihin bir gerçeğidir ama sizin için bir zamanlar Türkiye’de demokrasinin önünü açan bir “devrim” olarak “doğru” olabilir, bugünkü bakış açınıza göre ise “ordunun sivil bir iktidarı darbe ile alaşağı edip kendisinden sonraki bütün darbelere ilham kaynağı olan bir darbe” olarak kesinlikle “yanlış” bir hareket olabilir. Devrin başbakanının ve devlet adamlarının idam edilişi dün sizin için “hak edilmiş bir ceza” iken ve “doğru bir uygulama iken bugün “siyasal tarihin en büyük trajedilerinden biri” olarak “utanılası bir yanlış” olabilir.
Ya da Sovyet Devrimi sırasında Çarlık ailesinin en ufağına varana kadar çoluk çocuk tümden imha edildiğini öğrendiğiniz o gençlik yıllarınızda bunu “devrimin geleceğini riske atmamak için zorunlu bir eylem” olarak doğru görürken ve vicdanınızın sesini ideolojinizle sustururken bugün aynı ideolojiye sahip olarak bile bu tür idam olaylarına, özellikle çocukların sırf ebeveynlerinin siyasal konumları nedeniyle “en kibar deyişle” öldürülmelerinin, sözcüğün tam karşılığı olarak ise “katledilişinin” “insani ve tarihî bir yanlış, bir insanlık trajedisi” olduğunu düşünebilirsiniz.
Bilinçsiz bir işçi olarak sömürüldüğünüz gerçeği bilinçli bir işçiye dönüştüğünüzde değişmez ama birinci durumda sizin için “bu sömürü sisteminin kader olduğu ve sonsuza dek süreceği” düşüncesi doğru iken ikinci durumda “emekçilerin el ele vermesi ile her türlü sömürünün ortadan kaldırılabileceği” düşüncesi doğru bir düşünce olarak eski düşüncenizi yanlış düşünceye dönüştürmüştür.
Bugün oy verdiğiniz partinin sizi, ülkeyi, inancınızı, çocuklarınızın geleceğinizi en çok düşünen parti olduğu düşüncesi bugünkü doğrunuzdur. Bu partinin yıllarca sizi kandırmış, duygularınızı ve imanınızı sömürmüş, ülkenin ve çocuklarınızın geleceğini mahvetmiş bir parti olduğunu anladıktan sonraki doğrunuz, eski doğrunuzu büyük bir pişmanlık ve isyana dönüştürmüş yeni doğrunuz olabilir.
Daha sayfalar dolusu örnekler verebilirim. Ama beni anladığınızı umuyorum.
Ve elbette bu yazıda öne sürülen düşünceler benim doğrularımdır. Sizin doğrularınız çok farklı ya da siz tam karşıt yani benim doğrularımı tümden yanlış buluyor da olabilirsiniz. Ama ben, sizin doğrularınızı da okumak, işitmek isterim. Ben doğrularına sarılan biriyim ama onları Japon yapıştırıcıyla kendime yapıştırmadım. Aynen koruduğum, kısmen değiştirdiğim ya da terk ettiğim doğrularım var.
Çünkü benim, ne yazık ki biraz geç yaşlarda da olsa “özgürce düşünen, empati kurabilen, irdeleyebilen, yanlış olduğunu anladığında hiç kıvırmadan, mızıklamadan düşüncesini, tutumunu değiştirebilen” bir beynim var. O beyni bana hediye eden o tapılası gerçeğe, doğaya, bin şükürler olsun!..