Datça’dan Selam Var…
Datça’da seçime giren partiler arasında gördüğüm en iyi meclis listesi.
İçinde ressamından yazarına, mimarından akademisyenine çok sesli, çok renkli isimler var.
Bazıları da dostlarım.
Yolunuz açık olsun.
HALKA HESAP VERMEK
Toplumda bir istektir gidiyor.
“Belediye başkan adayları mal varlığını açıklasın.”
Doğru.
Bir yüzükle gelip, sülalesinin cebini dolduranları gördü bu millet.
Açıklasınlar.
Ama yetmez.
Asıl olay şu.
Göreve gelecek başkan Ovacık örneğinde olduğu gibi her yıl gelir gider tablosunu belediye binasına asabilecek mi?
Halkına “bak arkadaş, senin paranı buralara kullandım” diyebilecek mi?
Datça’da göreve talip olan adayların ağzından “şeffaf belediyecilik” sözü eksik olmuyor.
Elbette her adayın dürüst, namuslu olduğuna inanıyoruz.
Ama söz uçar, yazı kalır.
Bugünden “göreve gelirsem her yıl gelir gider tablosunu halkıma açıklayacağım” diyebilecekler mi?
Seçim beyannamelerinde bunu yazabilecekler mi?
Ben şahsen inanmak değil, bilmek istiyorum.
Demokrasilerde en büyük otorite halktır ve onun temsilcileri halka hesap vermek zorundadır.
Görelim şeffaflığı.
LİYAKAT
CHP’den Ürgüp Belediye başkanı adayı olan kardeşim Ali Ertuğrul Bul’un meclis üyesi adaylarından sadece biri Emine Oya Özarslan.
Şu CV’ye bakar mısınız?
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Lisans, Austin Teksas Üniversitesi’nde Uluslararası Hukuk Master Yüksek Lisans eğitimi aldı. Arlington Texas Üniversitesi’nde yöneticilik derecesi var. İstanbul ve New York Barosuna kayıtlı.
Tık Tık Kadın Emeği kurucularından, Dünya Şeffaflık Örgütü yönetim kurulu üyesi.
Datça’da da ulusal ve uluslararası çapta böyle değerler çok.
Ama Datçalı sayılmadıkları için yönetimde yok!
Bilmem anlatabildim mi?
21 Şubat
ÇİÇEKLER DİLE GELİRSE
Mesudiye kırsalında bir taşın arasından filizlendi çiğdem ile dağ lalesi.
Yan yanalar.
Aynı gökyüzü altında, aynı havayı soluyup, aynı topraktan besleniyorlar.
Çiğdem güneşi seviyor, sıcağa hasretcesine açıyor yapraklarını.
Lalenin sıcakla pek işi yok, ama ışıksız da yapamıyor.
Çiğdemin başı dik ama narin, bir o kadar da narsist.
Diyor ki laleye;
“Ben mor, pembe, elayım
Yiğit başına belayım
Hepsinden ben alayım
Benden ala çiçek var mı?”
Lale mahsun ama gururlu. Hiç altta kalır mı?
“Behey Tanrı
Benim boynum neden eğri
Yardan ayrı düştüm gayrı
Benden ala çiçek var mı?”
Onlar atışa dursun, Aşık Veysel giriyor devreye.
“Al baharlı mavi dağlar,
Yarim gurbet elde ağlar.”
Ne güzel bir halk türküsüdür, “Çiçeklerin Dili.”
Ömrünün büyük bölümünü karanlıkta geçiren Aşık Veysel’in belki de hiç görmediği bu çiçekleri bu mısralarla tarif etmesi ne büyük bir bilgeliktir değil mi?
Saygı duymamak elde mi?
SANATINIZ BUNLARI YIKAYACAK KADAR
DEĞERSİZ Mİ?
Akbelen’de hız kesmeden maden çalışmaları ve dinamit patlatmaları devam ediyor. Topraklarımızı, evlerimizi satmıyoruz, köyümüzü terk etmiyoruz diye buradan gitmemiz için her şeyi yapıyorlar.
Biz burada her gün işkenceye maruz kalırken Limak’ın kurduğu Limak Filarmoni Orkestrası Şubat ayında üç ilde konserler düzenliyor. Bunu yeşil boyama, sanatı alet ederek boyama, kendilerini aklama çabası olarak okuyor ve protesto ediyoruz. Limak Filarmoni Orkestrası sanatçılarına ve dinleyicilerine sesleniyoruz: Limak’ın suçuna ortak olmayın. Akbelen’in, doğanın, yaşamın yanında olun!
https://www.facebook.com/Pushmataha/videos/2615111755328965
DATÇA’NIN DA ARTIK
“KARDEŞ TÜRKÜLER”İ VAR
Özel nedenlerden gidemedim.
Ama gidenler öyle anlattılar ki, gitmiş gibi oldum.
Dünya Ana dil Günü’ydü dün.
Eğitim-Sen Datça Şubesi muhteşem bir etkinliğe imza atmış.
Datçalılar, bu topraklarda konuşulan kadim dillerin türküleri ile unutulmaz bir müzik ziyafeti yaşamışlar.
Eğitim-Sen Datça Şubesi Müzik Topluluğu tarafından gerçekleştirilen dinletide
Türkçe, Kürtçe, Lazca, Ermenice, Lazca, Rumca, Romani, Zazaca, Azeri, Arapça türküler, Bülent Ecevit Kültür Merkezi’nin salonuna sığmayan dinleyicilerle hep bir ağızdan söylenmiş.
Bu toprakların türkülerini yapanların, yasalarını yapanlardan daha güçlü olduğu bir kez daha vurgulanmış.
Etkinlik herkesin dilinde.
Anlata anlata bitiremiyorlar.
Alkışlar, övgüler had düzeyde.
Eğitim-Sen Datça Şubesi’ne teşekkür borçluyuz.
Şube başkanı Seyran Sakarya’nın dediği gibi, “Bizleri biz yapan bu çok renkliliğimiz, bu çok dilli ortak kültürümüz.”
Yusuf Hayaloğlu ne güzel demişti.
“Kim susturabilir bizim türkümüzü, kim?
Biz ki bu hasreti semahların
Seyrinden alıp gelmişiz biz ki onu cefakâr
Anaların kirpiğinden derlemişiz
Süzülsün acının derin izler
Bıraktığı gül yanaklardan
Yere dökülsün istemişiz.”
Not: Başlık dinletiyi izleyen Haluk Koşar ‘ın geceyi özetlemesidir.
YAPMAYIN, ETMEYİN DEDİM, MAALESEF DİNLETEMEDİM
Dün gece ilginç bir rüya gördüm.
Antik çağın çok önemli iki bilgesi Hippodamos ve Thales ile Datça’da aynı masadayım.
Rüya işte.
İkisi de bu çağda hala yaşıyor ve ben onlarla sohbet ediyorum.
Mutluluktan uçuyorum.
Thales bilgelerin bilgesiydi.
Matematikçi, astronom, doğa bilimcisiydi.
Felsefenin atası.
Tarihin ilk güneş tutulmasını bilen insandı.
Matematik ve geometride hala geçerli teoremlere imza attı.
Zeytinde rekor hasatın olacağını bir yıl önceden tahmin edebiliyordu.
Hippodamos ise tarihin ilk kent planlamacıydı.
Kozmostaki uyumu, geometrik düzeni kentlere taşıyordu.
Onun planladığı kentlere kuşbakışı bakıldığında, bir dama şeklini andırıyordu.
Birbirini dik kesen ve birbirine paralel giden geniş caddelerin oluşturduğu kentlerin merkezinde agora ve diğer resmi binalar bulunuyordu.
Hippodamian Plan denilen bu şehir yerleşmesinde, bir uçtan bir uca uzayıp giden sokaklar ve caddeler birbirini dik açılarla keserek ızgara şeklini oluşturuyor.
Bu yollar arasında kalan dikdörtgen ya da kare biçimli yapı adaları düzenli bir biçimde sıralanıyor, binalar bu kutucukların içinde inşa ediliyordu.
Böylece rastgeleliğin kargaşasından uzak yapısıyla akılcılığı, bilimi, fonksiyonel şehirciliği simgeliyordu.
Hippodamos’un planı bugün Ege ve Akdeniz’deki bir çok antik kentte görülebiliyor.
Knidos dahil.
Bu şehir yerleşimi Anadolu’dan dünyanın bir çok kentine yansıdı.
Neyse.
Onlar bira içiyor, ben kahve.
Thales gökyüzüne bakıp kuraktıktan ve Datça’nın su sorunundan söz ediyor, Hippodamos ise Datça’daki çarpık yapılaşmaya gülüyor.
Söz döndü dolaştı yerel seçimlere geldi.
İkisi de meclis üyeliğine aday olacaklarını söylediler.
Bir anda irkildim.
“Yapmayın, etmeyin, sizi almazlar” dedim.
Dinlemediler.
“Bu güzel kentin sorunlarını çözmek için elimizi taşın altına koymamız gerek” dediler.
Israrla “sizi almazlar” diye haykırdım.
“Neden” diye sordular.
O anda rüya bitti.
Cevap veremeden uyandım.
Rüya işte.
Uyanmasaydım “neden” sorusuna şu cevabı verecektim.
“Sizler Miletlisiniz. Yekleşiksiniz. Üstelik bilim insanısınız. Datçalı olmadıktan sonra ağzınızla kuş tutsanız, o meclise sizi almazlar! Ortak akıl, halkçı toplumcu belediyecilik, liyakat, bilgi, birikim, adalet derler ama sizler gibileri yönetime almazlar.”
Rüya işte.
Ahmed Arif diyor ya.
“Ejderha olsan kâr etmez.
Ne kavgada ustalığın,
Ne de çatal yürek civan oluşun.”
***
Seni kirli siyaset çukurunun içine çekmek için üretilir bu dedikodular.
Önce Gürsel Uçar’cı, sonra Aytaç Kurt’çu, ardından Mutlu Gürler’ci dediler.
Şimdi de Mesut Yar’cı diyorlar.
Yakında Feyzullah Gülada’cı da derlerse şaşırmam.
Cahit Yaka abi, senin neyin eksik, bir senci demediler bana.
Yaşamı boyunca kendi kimliğiyle var olamayıp, ocu, bucu apoletine sığınanların dedikleri yok hükmündedir nazarımda.
Ne derlerse desinler, nafile.
Yazmaya devam edeceğim.
Çünkü mesleğim bu.
Neydi o şarkının sözleri.
“Duyan duysun, bilen bilsin gülüm.
Böyledir bizim sevdamız!”
Yakında yeni haberler, yeni dosyalarla buluşmak üzere.