OBJEKTİF ÇEŞME Akademisyen, Sosyolog ve Yazar Dr. Engin Önen ile Yerel Yönetimler, Çeşme ve Çeşme’nin Çevre Meselelerini konuşmuş.
Söz Bizde olarak, yerel seçimlere hazırlığın başladığı bu günlerde aday olacaklara ve siyasi partilere ışık tutması dileğiyle paylaşıyoruz.
Engin Hocam sosyolog olduğunuz için öncelikle Çeşme’nin sosyolojisini ve Çeşme’nin Kimliğini sorarak başlamak istiyorum röportaja. Sizce Çeşme’nin sosyolojisi nedir, bir kimliği var mı, yoksa kimliği ne olmalı?
Başlamadan şunu belirteyim, hiçbir partiye üye değilim ve hiçbir makama da aday değilim.
Çeşme doğası, tarihi, kültürü, doğal güzellikleri ile çok güzel bir memleket. Ama aynı zamanda biz Çeşmelilerin de hak etmediği bir yer. Bunu neden söylüyorum. Çünkü insan sevdiği yere sahip çıkar ve onu korumaya çalışır. Oysaki öyle değil durum.
Çeşme özellikle son yıllarda sermayenin, iktidarın, – daha sonra bu konuya geliriz- yerel yönetimlerin özensiz davranması ile çok ciddi anlamda saldırılara maruz kaldı. Çeşme’nin arazisi, kıyıları, sahilleri yağmalandı kontrolsüz ve plansız bir şekilde.
Bütün bunlara karşı Çeşmeliler çevre eylemlerinde yok, Çeşme projesi yapılacak Çeşmeliler yok, Gücücek koyuna sahip çıkmak için görüyoruz ki Çeşmeliler yine yok. Bunların tamamında üç beş kişi ancak bulabilirsiniz.
Bu girişten sonra sizin sorduğunuz soruya gelelim. İşin özeti, sermaye gibi Çeşmeliler de Çeşmeyi rant değeri ile değerlendiriyor. Oysaki para dışında da değerler vardır.
Mesela Tarihi Çeşme Kalesi bunlardan biridir, doğal kıyılarımız bunlardan arasındadır, meralar sadece hayvanlar için değildir oralar bir sürü bitki ve hayvanın oluşturduğu ekolojik alanlardır. Ama Çeşmelileri bu rant ekonomisine ve iktidara yakınlaştıran şey Çeşmenin her alanına ilişkin maddi beklentileri.
Çeşme’nin sosyal yapısına bakınca çeşitli sosyal katmanlar bulunmaktadır. Buranın yerli halkı olan 500-600 yıldır burada yaşayan azınlık. Diğer ana kitleyi Balkan savaşları ve Mübadele sırasında gelenler oluşturuyor. Benim akademisyenlik ve yazarlık dışında bir de Çeşmeliliğim var tabi. Baba tarafından, Türklerin bölgeye geldiği dönemden beri buralıyız. Anne tarafından ise Balkanlardan göç ile yüz yılı aşkın süredir Çeşmeliyiz. Aslında Çeşmeli olmak için kuşaklar boyunca burada yaşıyor olmak şart değil. Ne zaman gelirse gelsin Çeşmeyi yaşayan, seven ve koruyan herkes Çeşmelilidir.
Cumhuriyet dönemi Çeşme toplumu bu iki kökten oluşuyor. Bu aileler Çeşme’de geleneksel mesleklerle uğraştıkları için Çeşme’ye zarar vermediler tütüncülükle falan uğraştılar fakat bir süre sonra Çeşme’de turizm faaliyetleri başlayınca yazlık evler, oteller yapılınca Çeşmeliler için toprağın anlamı ve değeri değişti. Çeşmeliler toprağa başka bir anlamda bakmaya başladılar. İşte bu sebepten Çeşmelilerde de üretimden ziyade rant ekonomisine doğru meyil arttı.
Çeşme’deki bu bireysellik ve adam sendecilik yüzünden çok güçlü bir çevre hareketi de oluşturamıyoruz. Daha doğrusu Çeşme’de hiçbir kolektif başarı da yok. Hep şu örneği veririm, “yedi kişi bir araya gelse bir dernek kurabilir ama Çeşme’de yedi kişi bir araya gelemez, gelirse de yedi dernek kurmak lazım.”
Yarımadadaki ilk çevre hareketlerinden biri Germiyan’da yapıldı hem çok güçlü hem de kitlesel bir hareketti. Yıllarca köyde toplantılar yaptık, yarımadanın ve köyün sorunlarına dikkat çektik. RES’lere, Taş Ocakları’na dava açtık bunun gibi pek çok davamız oldu.
Fakat bunu Çeşme’ye taşıdığımızda çok karşılık bulamadık, mesela en son gündeme gelen bu koy işgalleri meselelerinde de yine Çeşmeliler yok, yazlıkçılar var, İzmir’den gelenler var ve çevresine sahip çıkan insanlar var.
Enerjide dışa bağımlılık bahane edilerek, temiz enerji adı ile olur olmaz yerlere RES’ler dikildi. Yerleşim yerlerine, meralara, tarihi eserlerin olduğu yerlere. Neden yer seçimlerinde çevre ve şehircilik ilkelerine uyulmadı? Çünkü inşaatı ve enerji nakil hatlarına bağlantı maliyeti, yeni karlılığı ne kadar fazla ise oralar tercih edildi.
Türkiye’de ilk RES tesisi Germiyan’da kuruldu. Köylüler sevinmişti buna ama bir süre sonra bin pişman oldular. Gürültü, yasak bölgeler doldu her tarafında.
Biz Rüzgar Enerji Santrali ya da Güneş Enerji Santrali yapılmasın demiyoruz ama bunların bir planlama içerisinde olması gerekiyor. Oradaki doğa, canlılar, insan dikkate alınarak yapılmalı.
Germiyan’daki bu Güral Porselen’e ait santral, 4 tribünden oluşuyordu uzun mücadeleler sonucunda bunu 2’ye düşürdük. Ama orada bazı şeylere müdahale edemedik, koruyamadık 5 bin yıllık kalıntıları yok ettiler. Hiçbir kamu kurumu görevini yapmadı.
Kaymakamlık ya da Belediye neden yok?
Biri merkezi hükümetin temsilcisi ve diğeri de yerel halkın temsilcisi ama iki kurum da işlevsiz hale geldi bir süredir.
Farklı çalışmıyorlar, belediyeler Türkiye’de uzunca bir süredir, parti ayrımı olmaksızın kente benzer şekilde bakıyorlar. Yani imar, bina ve bayındırlık olarak.
Kentin kimliğini, onun ihtiyaçlarını, alt yapısını, sosyal dokusunu dikkate almadan, kentin gelişimini inşaata endeksleyerek gidiyorlar ve dolayısıyla plansızlık ve yağmaya göz yummak da buna dayanıyor.
Size göre Çeşme’nin bir kimliği var mı, Çeşme’nin Kimliği Ne olmalı?
Belediye başkanlarının uzunca bir süredir kullandığı bir kavram var bu da “kimlik” değil “marka”. Bakın dikkat edin marka! Alaçatı marka şehir, Çeşme marka şehir ama marka kavramı ticari bir kavramdır, liberal bir kavramdır, pazarlama kavramıdır. Bir otomobil üretirsiniz, bir beyaz eşya üretirsiniz onun marka değeri piyasada size avantaj sağlar, amaç kar etmektir.
Şehirleri marka yapmaya çalışmak kapitalist bir anlayıştır, liberal bir anlayıştır.
Oysaki sosyal demokratların ya da demokratik sosyalistlerin kente bakış açısı marka değil kimlik kavramı olmalıdır. Bir kent gelişirken kendine ait değerleri koruyarak gelişir ve kendine özgü bir değeri olur. Yani ne demek bu?
Kale senin sembolündür, tarihi kimliğinde çok önemli bir yeri vardır, önüne büfe yapamazsın, koyları korursun para için ona buna vermezsin.
Eğer Çeşme için bir kimlik tarifi istiyorsak Çeşme (Eritrai) on iki İyon kentinden biri, buradaki çok kültürlülükte, tarihte ve mimari de aramamız lazım ama bakın Çeşme’deki mimari rezalete…
Bence yarımadada çok kat olmamalı, bir kat ya da iki kat belki ama apartman olmaz, olmamalı. Olursa bu orada farklı bir şehircilik çıkar ortaya. Kimliksizlik oluşur pek çok örnekte gördüğümüz gibi.
Kimlik sadece geçmişten kalma özellikler değildir, sizde yaratırsınız, dinamik bir şeydir. Bunu korumak ve yeniden üretmek için birtakım standartlarınız olur, şu anda Çeşme’de bu yok.
Nedir mesela bu standartlar?
Bir kentin tarihini ve kültürel değerlerini korumak o kenti kimlikli kılar. Çeşme’nin tarihi, kültürel ve doğal değerlerinin üzerine titremek gerekir. Burayı Kiraz gibi Beydağ gibi yönetemezsiniz. Çiğli ya da Karabağlar gibi de olmaz. Hassasiyetleri daha fazla buna karşılık tehditleri de daha çok olan bir yerden söz ediyoruz.
Mesela Urla’dan Çeşme’ye gelen eski Roma yolu, taş yol vardır, Germiyan sapağında Merdivenli kuyu diye bir semt vardır. Burada bulunan Merdivenli Kuyu Seyahatname’de de vardır, Evliya Çelebi’de de vardır. Ve burası aynı zamanda 97 yıl önce Atatürk’ün Çeşme’ye girdiği ve köylülerle konuştuğu yerdir. Biz ne bu yolu koruyabildik ne de o kuyuyu koruyabildik, yıllar önce çöktü.
Germiyan sahiline inelim, Halka pınar var, Roma dönemi bir pınar var oradan da denize giden su burayı da koruyamadık artık yok gömüldü.
Koruyarak gelişmek pekâlâ mümkündür. Ama gelişmeyi inşaat ve bayındırlık olarak gören anlayışla bu mümkün değildir.
Germiyan’a bahçe atıkları gübre tesisi yapılacaktı ama eski bir Roma köyü alanına yapılıyordu, son anda öğrenip itiraz ettik. Neyse ki itirazımız dikkate alındı ve müze durdurdu inşaatı.
Bunların hepsi belediyenin katılımcı ve şeffaf yönetilmemesinden ve bölgenin değerlerini, hassasiyetini bilmemesinden kaynaklanıyor. Bir de mezbaha inadı var biliyorsunuz.
Germiyan’da yaşayanlar, muhtarlar ve besiciler bile gerek yok diyor hala belediye mezbaha yapmak için inat ediyor.
Germiyan’da sekiz yıldır otobüs durakları var ama toplu ulaşım hizmeti yok. Yalakalar sakın acele edip, o büyükşehrin işi demesin, mezbaha da büyükşehir belediyesinin yetki alanında ama bunda ısrar devam ediyor.
Biraz yerel yönetimleri de konuşmak istiyorum sizinle, iktidardan farklılarla mı, nasıl yönetiyorlar sizce?
Aslında bu konuya girdik ama biraz daha akademik bilgiler ile de devam edelim.
Belediyeler iki özelliği ile anılır, biri hizmet, diğeri demokrasi özelliğidir.
Hizmet işlevi belediyelerin öncelikli işlevidir ama bir de merkezi yönetimden farklı olarak demokrasi işlevi de vardır. Çünkü yerel topluluk Ankara’ya göre yerel sisteme daha kolay katılır, dolayısıyla o kentin sorunlarını çözerken, bir takım işler yaparken o yerel toplulukla birlikte hareket etmek gerekir.
Kent Konseyleri Türkiye’de işlemedi, Çeşme’de hiç işlemedi. İlk kuruluşunda çok gayret eden başkanlar oldu ama işe yaramadı maalesef.
Dünya’da kent konseyleri bu amaçla, yerel halkın yönetime katılmasını artırmak amacıyla kurulmuştur.
Çeşme’de belediyenin demokratik bir işleyişe sahip olmadığını mı söylüyorsunuz?
Evet bu çok net, çok açık bir gerçek. Belediye başkanları birçok ilçede tek adam gibi yönetiyorlar belediyeleri, Çeşme’de bu daha bariz hissediliyor.
Mecliste bir tartışma olmuyor, karar alma süreçleri kamuoyu ile paylaşılmıyor, sivil toplumu da kendi kontrolüne almak istiyor, bu tam bir Erdoğan modeli. Bakmayın siz Erdoğan eleştirilerine birçok belediye başkanı Erdoğan’ı model almaktadır.
Bir de nasıl Erdoğan, milletim derken bütün toplumu değil, kendine destek olanları ifade ediyorsa, burada da “Çeşme ailem” denince aynı şey ifade ediliyor.
Ayrıca sosyal belediyecilik diye dillere sakız olan bir şey var ama bunun uzun yıllardır hiç bir karşılığı yok.
Sosyal Belediyeciliğin yerini bence şu anda Pop Belediyeciliği aldı. Nedir bu Pop Belediyeciliği? Belediyeler ve belediye başkanları bir süredir kenti yönetmek ve kurum olarak verimli çalışmayı bırakmış, popüler kültür ajanına dönmüştür. Belediye başkanlarının çoğu kendini bir siyasi figür olmaktan çıkarıp, pop yıldızı gibi hissetmekteler. Dev belediye başkanı afişleri, konserler filan. Günümüzde Ajda Pekkan ve Sıla konseri diğer belediye hizmetlerinden daha önemli hale geldi. Gazeteciler ve diğer popüler sanatçılar da bu zafiyetten yararlanarak bu türden gözde ilçelerde bazı ayrıcalıklar elde ediyor.
Çok ciddi paralar aktarılıyor bu konserlere, bu konudaki düşünceleriniz nedir?
Kesinlikle. Şeffaf bir yönetim varsa bunlar açıklanmalı, bunlar özel işler değil, belediye adına harcanan bütçelerin, halka açıklanması gerekir. Sana ne diyemez kimse. Çünkü orada kamuya ait bir bütçeyi kullanıyorsun.
Zaten bu bir yerel hizmet de değildir, belediyeler popülizme battıkları için – burada daha belirgin- bunlara kaynak aktarıyorlar. Bu ünlü sanatçılara verilen paralarla Çeşme’de bir kültür merkezi yapılabilir, alt yapı yapılabilir, kamuya ait bütçenin konsere harcanması doğru değil, yazıktır.
Peki konser yapılmasın mı hiç, halkta çok seviyor bu tarz ücretsiz konserleri?
Bu konuyla ilgili pek çok olanağımız var, amatör sanatçılarımız var, devlet konservatuarı var, Üniversitelerin konservatuvarları var. Oysa burada söz konusu olan sanatsal etkinlik değil, pop endüstrisine kaynak aktararak popülerlikten yararlanmak.
Sen ajans değilsin, bu kadar büyük kaynak aktarımını doğru bulmuyorum. Bu bir popülizmdir, lay lay lom belediyeciliğidir.
(Devam edecek…)
KAYNAK: https://objektifcesme.com/engin-onen-ile-ozel-roportaj/3158/