Ben kış aylarının en soğuk günlerinde dünyaya gelmişim. Ama soğuğu hiç sevmem. Hep içim ürperir. Isınamayan, köşe başlarında, sokaklarda veya penceresinde camı olmayan evlerde yaşayanları düşünürüm. Kibritçi kız öyküsü gelir usuma. Hani şu donmamak için elindeki bir paket kibriti yakarak ısınmaya çalışan kibritçi kız…
Küçüklüğümde okuduğum bu kitap beni öylesine etkilemişti ki hiç unutmadım.
Sobası gürül gürül yanan bir evde, kaynayan çayın kokusu odayı sarmışken, sobanın alevleri tavanda raks ederken, camdan kar yağışını, yağmuru, yağmurun, camlara vuran damlaların sesini dinleyerek izlemek elbette çok güzel. Hele çayın koyu demiyle yapılan dost sohbetleri de varsa… Değmeyin keyfinize…
Biliyorum ki yoksul insanlar için yaşam, sürekli giyilmekten yıpranan elbise gibidir. Ne yağmurun sesi, ne döne döne, usul usul yağan kar onlar için hiç de cazip değildir.
Eşitlik, sıcak Tanrı’dan yeryüzüne gönderilmiş, soğuk bir ekmekti. Böylece Tanrı, insanın bedenini doyurabildi, ruhunu değil. Ve bu eşitsizliğin var ettiği dünyada artık Tanrının dünyası değildi…
Bilirsiniz, yağmur berekettir. Tüm canlılar için yaşam kaynağıdır. Ayrıca yağmur koministtir. Herkese eşit yağar. Yağar da nasıl bir eşitliktir bu böyle. Hep yoksullar mı ıslanır ?..
Son yıllarda ülkemize bir şeyler oldu. Ülkece bir yerlere son hızla gidiyoruz. Nereye gittiğimizin ayırdında olmadan…
Ahmak ıslatanları bilirsiniz. Hani şu toz gibi ince ince yağan, çisenti şeklinde. Çok ince taneli olduğu için yağmurun varlığı ile yokluğunu anlayamazsınız. Çiseler durur. Önemsemezsiniz. Sonunda bir bakarsınız ki sırılsıklam olmuşsunuz…
Ülkece ahmak ıslatanların altında, iç çamaşırlarımıza kadar ıslandığımızın ayırdında değiliz. Çocuklarımız, gençlerimiz, aydınlarımız, hayvanlarımız, bitkilerimiz, kadınlarımız yağan ahmak ıslatanların altında üşüyor, titriyor, acılar çekiyorlar.
Evet, sessiz sessiz yağan ahmak ıslatanları izlemek çok zevklidir. Üşüdüğünüzün ayırdında bile olamazsınız. Biz üşüyoruz, titriyoruz. Bu olanlar karşısında titrememek mümkün mü ?
Tüm kötülükler sessiz sessiz, sinsice gelmiyor mu? Nasıl bir dönemdir bu böyle?
Kabuslu geceleri yarattık da, güneşli aydınlıkları değil… Bu kin, bu nefret neyin nesi… Neyi paylaşamıyoruz şu ölümlü dünyada. Niye bu ölü topraklar üzerinde hiçbir şey kötülük yapmak, ölmek ve öldürmek kadar kolay değildir…
Sevgili dostlar,
Eğer, hak haksızlıktan yüce,
Sevgi, nefretten üstün,
Aydınlık, karanlıktan güçlüyse,
Çaresi yok usta biz kazanacağız.
Diyor, N. Hikmet RAN. Kazanmak zorundayız. Çocuklarımız için, geleceğimiz için… Artık herkesin elini taşın altına koyma zamanı çoktan geldi. Ne yapacaksak bugün yapmalıyız. Yarın çok geç olabilir.
Yine bilirsiniz ki negatif, olumsuz insanlar olanaklardan zorluklar, pozitif, olumlu insanlar ise zorluklardan olanaklar yaratanlardır.
Gerçekten öyle mi? Kocaman “Yaşam nehrini ve insanı ” özellikle insanı birkaç sözcüğün sınırıyla kuşatmak mümkün mü ?.. Kuşkusuz hayır.
İnsan duygu ve düşüncesiyle zamanı, zaman ötesini zorlayan varlık…
Sınırları, kalıpları hiç sevmeyen… Hepsi değil belki… Yeni renklerin, yepyeni seslerin ve seslenmelerin sevdalılarıdır bunlar… Zoru oldurmak isteyen bir coşkuyla kaptırırlar kendilerini zaman ötesine.
Yani demem o ki dostlar. Günahıyla, sevabıyla da güzeldir insan… Küçücük bir parıltı varsa yüreğinde, tüm kusurlarını unutturur çoğu kez. Acıya tutunup, sevgiyi çiçeklendirmek ne büyük olay. İşte bunu başardığımız gün, daha mutlu yarınlar bizim olacak.
Yine bahar gelecek. Özlemler, acılar bitecek. Ve sessiz sessiz, sinsice değil, mertçe gümbür gümbür yağan kırkikindi yağmurları zulada. Öyle bir yağacak, öyle bir yağacak ki !.. Tüm kötülükleri ve kötüleri önüne katıp silip götürecek.
Bahara ne kaldı ki !..
Diyorum ki dostlar,
AHMAK ISLATANLARIN AYIRDINA VARDIĞIMIZ GÜN, İNANIN HER ŞEY ÇOK DAHA GÜZEL OLACAK.