Bandırma vapuru demir aldı,
Boğaz dingin, Karadeniz azgın.
Dost ve düşman, İstanbul gerilerde …
Birkaç güven, daha çok umut, en çok korku
bu Bandırma yolcusunun arkasında .
Ve önünde çağ çağ horlanmış Anadolu.
Çağ çağ yoksul, çağ çağ öksüz, çağ çağ yitik.
Umut; işte asıl orda.
Umut şu dalganın arkasında.
Bir giz, bir kocaman yürekte
Kocaman vuruşlarla güm güm vurur.
Mustafa Kemal ATATÜRK, biliyordu ki Anadolu kitaplardan öğrenilmez. Okunup ezberlenecek bir coğrafya dersi değildir, Anadolu… Turistik gezilerle de öğrenilmez… Çünkü bu gezilerde ancak bir yüzünü gösterir. Size yüreğini açmaz.
Anadolu ‘yu bilmek, tanımak için onunla sarmaş dolaş kucaklaşmış olmak gereklidir. Yoksa ne yaparsanız yapın iğretidir, yabansıdır… Yapmacıklık kokar … Tıpkı has ekmek özentisi bir çörek gibi … Kara buğdayın kokusu, rengi, tadı bir başkadır. Anadolu kokar, özlem kokar acı acı yakar genizleri. Anadolu başkadır anlayacağınız.
Bunu çok iyi bilen yüce önder, Anadolu ‘ya geçmesi gerektiğini çok iyi biliyordu. O, zaten kendini hep halktan biri olarak görüyordu. Mütevazi ama bir o kadar kararlıydı. Tam da bu yüzden, Anadolu ‘ya geçmesi zorunluydu.
Öyle de yaptı. Aman vermedi Türk Ulusu suskunluğa. 19 Mayıs 1919 sabahında bir güneş doğdu karanlıkları yırtarcasına. Bize hükmeden, bizi tutsak etmeye çalışan kuvvetlere bütün dünyanın gözü önünde meydan okuduğumuz o sabah çizildi yurdumun asıl geleceği.
Tarih boyunca hür doğmuş, hür yaşamış, iyiye yardım elini uzatmış, kötüye baş kaldırmış olan Türk Ulusu tutsaklığa boyun eğemezdi…
Anadolu, taşıyla, toprağıyla kan ağlıyordu. İnsanlarımız derin bir sessizlik, bir durgunluk, bir tedirginlik içerisindeydi. Herkes kurtuluşa giden yolu kendince bulmaya çalışıyordu. Elde ise hiçbir şey yoktu. Ne yiyecek ne giyecek ne top ne tüfek ne de derli toplu bir kuvvet. Anadolu insanı her şeyini yitirmiş. Yara derin, koşullar ağır. Yapılacak hiçbir şey yok gibi … Anadolu çaresizlik içerisinde …
Ama umut !.. Umut hala var. Umut hiç yitirilmemiş. İşte tam da böyle bir dönemde Mustafa Kemal Atatürk bir baktı Anadolu’ya, ” Parola dedi, parola,
YA İSTİKLAL YA ÖLÜM… “
Bu ses öyle gür, öyle kararlıydı ki Anadolu birdenbire galeyana geldi. Küreklerden, kazmalardan silahlar yapılıyor. Kadın, erkek, çocuk bir mücadele, ölüm kalım mücadelesi başlıyordu .
Herkes sarı saçlı, mavi gözlü bir kumandanın peşinde. Dişiyle, tırnağıyla, canı, kanıyla bu mücadeleye katılıyordu. Tüm Anadolu tek yürek olmuştu. Her yerde, herkeste aynı inanç, aynı duygu, aynı coşku !.. KURTULACAĞIZ …
Öyle de oldu. Dünyaya görülmemiş, duyulmamış bir “Kurtuluş Savaş’ı Destanı ” yazıldı. Kandı, kemikti, gözyaşıydı. Hepsinden önemlisi kurtuluşa olan inançtı.
SEVGİLİ GENÇLER; Ulusumuzun geleceğinin sizlerin elinde olacağını bilen Mustafa Kemal Atatürk , “Gençler , Cumhuriyeti biz kurduk , onu yaşatacak sizlersiniz . “demişti.
Peki ya nerede o gençler? Görmüyor musunuz? Ülkemiz ne halde !.. Atatürk gibi yüce bir liderin önderliğinde yetişen ve bugünlere kavuşan bir zamanların mutlu bir ulusunun gençleri, sizlere sesleniyorum.
Işığınızı, inancınızı, gücünüzü Atatürk’ten ve damarlarınızdaki soylu kandan almaktasınız … Bunu bilerek yaşamanız gerekmiyor mu?
Biliyorum insanoğlu gelecekten bir şeyler beklemek umudu olmasa yaşam denen şey bir değer kazanır mıydı? Ne kadar karanlık, ne kadar umutsuz bir durumda da olsak gelecekten güzel şeyler beklemek bizlere güç verir.
Ben, gelecek bugündür, bugün olmalıdır diyorum. Ne yapacaksak şimdi yapmalıyız. Yarın çok geç olabilir. Umutları, düşleri içinde yaşadığımız süreç içinde gerçekleştirmeliyiz. Çünkü birey edilgen, bilinçsiz oldu mu ne içinde olduğumuz zaman ne de gelecek zaman bir şey kazandırır insana.
Geleceği kendi ellerimizle yaratamadık mı? Hep geçmişte, geçmişin karanlığında döndürürüz geri kalan ömrümüzü. Şunu asla unutmayın sevgili gençler, gelecek sizin. Ulusumuzun geleceği de sizlerin ellerinde.
Bazen düşünüyorum, ulusların zor dönemlerinde, en koyu karanlıklara daldığında hiç umulmadık bir anda öyle isimler çıkıyor ki ortaya ulusların kaderi değişiyor.
. Mustafa Kemal Atatürk gibi, Deniz Gezmiş gibi, Hasan Tahsin gibi.
Tükenir elbet,
Gökte yıldız, denizde kum tükenir.
Bu vatan, bu topraklar cömert …
Analar bitti mi ki Kemaller, Denizler bitsin?
Bak yine bir Kemal, yine yarınlara dair umutlar… Bu bir tesadüf olamaz, olmamalı. Yine karanlık, yine hainlik, yine zam zulüm zindan. Yine Emperyalizm ve onun yerli uşakları sahnede.
Anadolu iyi tanır hem de çok iyi tanır bunları. Yıllarca bağrında severek, okşayarak, ninnilerle, türkülerle büyüttükleri saplıyor hançeri bağrına …
Anadolu bilir bunları… Onlar ki, engerekler ve yılanlardır. Onlar aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır. Anadolu güçlüdür. Ahmet Arif ‘in dediği gibi, dayanır iş ile, tırnak ile, diş ile . Umut ile, sevda ile, düş ile dayanır… Rüsva etmez bizi. Öyle garip, öyle mahsun yıkmaz kendini…
Zaferle taçlanmış bu Ağustos gününde, sevinin, eğlenin, kutlayın… Sevgi çiçekleri sunun birbirinize. Sevgiyi büyütün el ele, gönül gönüle… Unutmayın ki özgürlük bahçesinden geçilerek gidilir mutlu yarınlara … Demokrasiyle büyür Sevgi çiçekleri …
Ayrıca birileri gibi başkalarının yolunda yürüyenler ayak izlerini bırakamazlar. Öyle gelirler ve öyle giderler. Hiç var olmamış gibi.
Oysa biz varız, buradayız. Ve hiçbir yere gitmiyoruz. Bu vatan bizim. Kanlı gömlekte olsa yıllar biz buradayız. El eleyiz. Bak görüyor musunuz?
Ne kadar çok elimiz varmış meğer!
İlkin, senin elinle tutuşan benimki
Sonra çocukları ki
Gençlerinki
Tekel işçilerinin ki
Sonra ellerin elleri …
Ne kadar çok elimiz oldu baksana,
Tutuşa tutuşa
Bir orman yangını gibi !..
Bekle bizi Anadolu geliyoruz yine akın akın. Aç kollarını sar bizi bağrına. Gör bak nasıl yeşillenir dağlar. Gör bak nasıl çiçeğe keser erik ağaçları …
Geliyoruz. Gökkuşağı gibi çok renkli sevgilerimizle. Bekle bizi Anadolu…
Zafer Bayramımız kutlu olsun.
Şimdi yeni zaferler kazanmak, yeni kutlamalar, destanlar yazmak zamanı. El ele, gönül gönüle…