25 Şubat
Böyle bir babaya böyle bir evlat! Nasıl bir beddua aldıysa artık.
-Selamın aleyküm babacım.
-Bak şimdi evdeki o şeyler var ya…
-Neyler babacım?
-şeyler işte… hani kasada filan saklarız…Lidyalılar bulmuş… anladın mı?
-Tekerlek mi babacım?
-Emine, söyle kız gitsin şunun yanına… bu beceremeyecek tek başına!
-Babacım beni mi aradın sen?
-Konuşuyoruz ya evladım! Neden bahsettiğimi anladın mı sen benim? Hani avrosu vardır; doları vardır… Senin evde balya balya yığılı şu anda…
-PARA mı babacım?
-Bağırma evladım… Onları şimdi eniştene, amcana, Berat’a filan şey yapıcaz…
-Ney yapıcaz babacım?
-Vericez.
– Senin paraları mı babacım?
– Dilin kopsun evladım…
-Amcamgile mi vercez babacım senin paralarını?
-Sümeyye geldi mi?
-Geldi babacım.
-Yanında mı?
-Hayır babacım.
-Nerde ulan?
-Karşımda duruyor babacım.
-Allah cezanı versin evladım.
-İnşallah babacım.
-Sıfırladınız mı?
-Neyi babacım?
-Ulan avroları işte.
-Az bişi kaldı babacım.
-Sümeyye’yi ver bana.
-Babacım niye kısık sesle, şifreli şifreli konuşuyorsun?
-Dinleniyoruz ya evladım.
-KİM DİNLİO BABACİM BİZİ?? SÜMÜŞ KOŞ BAK BİZİ DİNLİYORLARMIŞ…
-Emine gerekirse hepimiz gidip ifade verelim ama bunu canımız pahasına yollamayalım. Bu bizi astırır yeminlen!
-BABACIM PARALARIN ÜÇTE İKİSİNİ ENIŞTEMGİLE VERDİK. BİNDE BİRİYLE DE EV ALDIK.
-Bağırma!
-Kanser ettin evladım beni!
-Sen mi aradın, ben mi seni aradım babacım?
-Kapat ulan, şu telefonu.
-Hangi telefonu babacım?”
***
İnsan dünyaya sadece yemek , içmek , koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı..
Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı.
Sabahattin Ali
***
21 Şubat
Öğlen gibi Mezarlıkbaşı’na geldim.
Her zamanki çay ocağına oturdum. Bu kez caddeye en yakın masada çay içiyorum.
Hemen önümdeki trafik ışıklarında duran Doblonun üzerinde, AKP İBB Başkan adayı Hamza Dağ’ın resmi var. Ve aracın üstündeki megafonda çok dikkatle dinlenilmezse anlaşılamayacak bir müzik sesi, adeta “aman bir tatsızlık olmasın” kıvamında yayınlanıyor (muş) gibi tınılıyor!.
Hani züğürt ağa filminde “domates, domates” repliği var ya! Benzerlik bu kadar olur.
“Burası İzmir, sesi çok açarsak saldırıya uğraya biliriz” diye mi düşündüler acaba?! Ben bilemedim.
Bence, insanlarımız öyle yorgun görünüyorlar ki kimse başını kaldırıp çevresinde neler olduğuyla ilgilenmiyor…
***
Geçen akşamdan!.
Yavuz Bingöl nasıl bir kişiliğe sahip hepimizce biliniyor.
TRT1 de dandikten bir programı var. Zap yaparken, son günlerde popüler olan bir kadın jandarma Kerkük zindanı türküsünü söylüyordu. Dinledim.
Tam zap yapacağım Yavuz kadın jandarmaya şöyle yer gösterdi “buyurun komutanım!.”
“Komutanım” deyince kadının rütbesini merak ettim ve koluna baktım.
Kadın genç ve rütbesi astsubay. Ona “komutanım” demek için senin rütbenin er olması gerekir. Daha aşağısı yok ki!.
Bir insan kendini bu kadar aşağıda görüyorsa bana ne oluyor?
Değil mi ama?!.
***
Yazacak o kadar çok konu oluyor ki hangisini yazacağımı düşünürken geçen süre uzun olunca, yazmaktan vazgeçiyorum.
Önceki yıllarda İzmir’de her yıl mutlaka bir kaç etkinlik yapılıyordu.
Söz gelimi 4-D her yıl en az bir etkinlik yapardı. Bir süredir yapılmamasının mutlaka geçerli sebepleri vardır. Konu etkinlik değil, daha çok bu etkinliklere davet ediliş biçimimdi. Onore edilerek davet edilirdim. Yaşça bizden büyük dostların ”Bu etkinlik sensiz olmaz,mutlaka gelmelisin” denerek telefon edilmesi kimi onore etmez ki?. Sadece bu değil, İGD li arkadaşlarınızla birlikte masada otururken, arkadan elini omzuma atan Fahrettin Çetin (Başkan) ın ”Hoş geldin nasılsın” diye sorması beni nasıl da mutlu ederdi. Fahrettin abi seksen öncesi Pet Kim başkanıydı.
Oldukça aktif katıldığımız Tariş eylemlerine bir çok kez onun başkanı olduğu sendikada hazırlanmıştık. Bu eylemler nedeniyle hiçbir sorgu sual görmemişler, belki de bu nedenle bizi farklı severlerdi. Masadaki eski yoldaşlarım bunu bilmez, belki de bu ilginin nedenini merak ederlerdi. Beş seneden fazla oldu ”Başkanı” kaybedeli. En son ZMO da sarılmıştık birbirimize. 4-D başkanı Talat Özmen ”Talat abi” beni mutlaka bütün etkinliklere davet eder ”Sen mutlaka olmalısın” cümlesini her defa davetine eklerdi. Bir yıl dolmadı onu da kaybettik.
Düşünüyorum da önceki sene yoğun bakıma girdiğimden bu yana beni arayan, ”kendine dikkat et” diyen arkadaşlarımın içinden en az altı arkadaşımı çeşitli nedenlerle kaybettim.
En son kaybım kendi Karadağ’da olduğu halde bana bir şekilde ulaşan Nermin Sevim oldu.
Gönderimde yaptığım çok ince espriyi attıkları kahkahalarla belli eden arkadaşlarımı özlüyorum. Yoğun bakımdan ilk çıktığımda ”Ölmeyin artık” diyen arkadaşımın sesi hala kulağımda.
Farkındayım çok hüzünlü oldu bu yazı. Neşe hüznün panzehiridir, yazıya az neşe katayım. Katıldığım bu etkinlikler de tanıdığım tüm abilerin masalarını iki kez dolaşırdım. Bir ilk geldiğimde bir de etkinliğin sonuna doğru yapardım bunu. Hem tek tek sarılır hem de ”Sayım yapıyorum, sayımız çıkarken de aynı olsun” derdim. Hulusi abi ”Ya Suat nasıl da iyi enerjin var. Seni gördükçe kendimi iyi hissediyorum” Der, hala! Ömrü uzun olsun.
Geçen yıl Seferihisar’a giderken kahvaltı için mola verdiğimiz yerde Sedat Özgüven’i gördüm. Ufak bir rahatsızlık geçirmişti.
Yanına gidip sarıldım ve yanaklarından öptüm, abisi Osman Özgüven ”Beni neden öpmüyorsun, kıskanırım bak” deyince ona da sarıldım ve güldük tabii. Sedat Özgüven benim için değerlidir.
İsveç’den Ödemiş cezaevine beni ziyarete gelmişti, yanında Talat Özmen’le birlikte.
Berlin’den sadece benim için gelip, cezaevinden yeni çıktığımda beni Basmane tren garında karşılayan Ahmet’in de bende yeri ayrıdır.
Bunu yazmazsam vefasızlık yapardım.
Geçtiğimiz hafta Hamza Öz’ü aradım. Uykuda duymamış, neden aradığımı şöyle söyledim ”Arada bir sayım yapıyorum. Sıraya girdik ve sıra yaklaşıyor” dedim. Hüzünlenmeyin çünkü biz bu sözlere çok güldük. Ölümün de yaşamak kadar gerekli olduğunu bilecek kadar çok şey yaşadık Hamza ile.
Önceki gece telefonumun sesi beni uykudan uyandırdı. Saate baktım gecenin üçü. Arayan Gürkan, genç bir Kürt arkadaş. Yukarı sokakta oturuyor mahallenin bakkalı aynı zamanda.
Ne zaman yanına uğrasam hemen yanına oturmam için tabure koyar ve aklına takılan ne varsa ya sorar ya anlatır. Son zamanlar elime ne tür yayın geçse ona da veriyorum. ”Abi biz bu mahallede kalabalığız. Amca çocuklarım da var ama hepsinin yontulması lazım!” bana anlattıklarını onlara da anlatır mısın? diyordu.
Neyse beni arama nedenini soluk soluğa anlattı ”Abi iyi misin? Senin tam evinin önünde iki tane itfaiye arabası görüyorum, senin
ev de yangın filan yok değil mi?” Yalnız yaşadığımı biliyor, hastaneye kaldırıldığımı da biliyor. Geçen evin elektrik tesisatında sorun çıkmıştı. Bir mesleği de elektrikçi olduğundan benim için kaygılanmış. Pencereden dışarı baktım. Söylediği gibi tam evimin önünde iki itfaiye arabası, bir oldukça büyük ambulans, polis araçları var. Başımı az daha uzatınca bir ticari taksi gördüm. Sağ ön tarafı arka koltuğa kadar yapışmıştı.
Bunlara alışığım, bu sokakta dört şerit var ve pandemi zamanı sokağa çıkma yasağı varken bile iki araba kafa kafaya çarpışmıştı. ”Amaan sende” diyerek girdim yeniden yatağıma.
Aklıma benim yaptığım sayımlar geldi! Sayılmak güzel şey be!.