Kimya bütün yazı pencerede geçirdi.
Mama ve ya diğer ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, koşarak demirlere gidiyor. Dün sabah baktım pencerede yok.
Uyurken aşağı düşmüş yukarı çıkamıyor. İstinat duvarının demirine oturmuş bana bakıp mawlıyor. Büyük olasılık onu aşağı benim attığımı düşünüyor
.
.
Fuat abimin dört kızı oldu, ikisinin adını ben verdim.
Öyle istediler.
İsmail abim 1987/88 yılbaşı görüşü için, Bursa L tipine geldiğinde, yengem ilk çocuğunu bekliyordu.
Abim “Suat oğlum olacak, adını senin koymanı istiyoruz” dediğin de gururlandım. Bunu saklayacak değilim.
Abimin ilk oğlunun adı Ozan oldu.
Çocukluğu yoğun ilgiyle geçen Ozan, babasına çok düşkündü.
Abim onun annesinden ayrılıp başkasıyla evlenince, Ozan yaşına göre çok büyük sorun yaşadı ve tedavi gördü.
Şimdi annesiyle yaşıyor.
İsmail abimin evi, sayısı yüzleri çok aşan sayıda kitaplarla dolu.
Ozan bana da düşkündü. İzmir’de yaşıyor olmam, onunla yeterince ilgilenmeme engel teşkil etti. Bana babasını “Stalin’i babama sordum. Evdeki kitapları okursan öğrenirsin dedi” diyerek şikayet etmişti!.
Alta kopyalayacağım yazıyı, ondan aldım. Kendini kitap okuyarak geliştirmesi beni mutlu ediyor.
Nasıl düşünürse düşünsün, oluşan kendi düşüncesi olsun!..
**********************,**
Burada amacımız felsefe yapmak değil ama felsefeyle ilgilenen, ilgilenmeyen bir çok insanın merak edip arayıp bulamadığı bazı konulara değineceğiz.
1+1=1 Üzerine :
İlk olarak bu konuyla başlayalım istedim. Bu işlemi okumuş, izlemiş veya duymuş olabilirsiniz. Nazım’ın şiir kitabının adı, Tarkovsky’nin Nostalghia filminde geçer hatta son dönemlerde çekilmiş filmlerde de karşımıza çıkmaktadır. Peki bu işlem nereden gelmektedir?
Bu işlem Hegel’den geliyor. Hegel’de olgularda ilerleme yeni olanın eski olan üzerine eklenmesi dolayısıyla birbiri ardından sıralanır. Birisi diğerinin devamıdır. Örneğin tohumdan sonra çiçek açtı değil, tohum çiçek açtı şeklinde bir değişim ve ilerleme vardır. Gelişim tohumun kendi iç gelişimidir. Biçim ne kadar değişse de öz sabit kalır bu yüzden ve tüm değişim öznenin kendisinin kendi içindeki bir değişimi olur. Dolayısıyla gelişim ilk günkü ile aynı yaştadır aslında. Gelişen şey tohumun kendisidir çünkü. Bu özne-töz ilişkisidir. Eğer Marks’ta olduğu gibi olgular bölünseydi ve eski olanın toplamdan düşüp yeni olanın bir öncekinden ayrı olarak varlığı kabul edilseydi işlemin değeri artardı. O yüzden toplama işlemi birleşmeyi iç içe geçmiş bir bütünlüğü anlatırken, bölme işlemi ayrışmış, çoğalmış ve görece özerk parçaların oluşturduğu bir bütünlüğü ifade ediyor. Bu yüzden çoğalan şey veya gelişimini ayrışma olarak ilerleten şey rakamsal değerde de çoğalmış olur. Dolayısıyla bölününce çoğalmış oluyor ve rakamsal ifade de artmış olur. Bu yüzden Hegel’de tohumla çünkü olgular toplanır, diğerinde hücre ile başlanılır çünkü bölünür ve farklılaşır. İşte 1+1=1 bu demektir; yani parçaların birbirini izlemesi , iç içe geçmesidir, eğer parçalar bölünseydi o zaman işlemin değeri artardı. Bu konunun en temel kısımı budur geri kalanlar bunun bir türevidir. Nitelik, nicelik ilişkisi de önemli bu işlemde çünkü sayılar niceliksel bir ifadedir. Nitelikte değişim olmaksızın nicelikte değişim yaşanabilir, nicelikte değişim göstermesine rağmen olgunun doğası değişmez. Bir ulusun genişlerken birden bire çökmesi buna örnek olabilir mesela. Daha önce değindiğimiz gibi öz değişmeden kalır çünkü. Bu yüzden nitelikten niceliğe geçiş pek mümkün değildir burada ve dolayısıyla sayılarla uğraşmak mantık açısından sorunludur bu yüzden sayılar değer olarak artmaz veya azalmaz. “Bir damla bir damla daha, daha büyük bir damla yapar” sözü buradan gelir, çünkü toplama işlemi yeni bir şey söylemiyor bize birincisiyle aynı yaşta oluyor çünkü. Bir diğer çıkarım ise iki kişinin bir birini sevmesidir, yanlış demiyorum çünkü bu açıklama işin edebi veya şiirsel yönünü gösterir kendisini veya nereden geldiğini değil.
Yeraltından Notlar Kitabı Üzerine:
Yeraltından Notlar kitabı, Dostoyevski’nin meşhur kitabıdır. Bu kitapta sanıldığı gibi varoluşçuluk değil Hegel’in hicvi yapılmaktadır, Hegel’de, Aydınlanma’nın bireyci ve devlet karşıtı olan kısmen de terörü tetikleyen bir düzen yaratan döneminin bilim adamları ve onların yasa koyucularla ilişkisi Hegel döneminde devlet memurlarının eline geçer ve toplum mühendisleri entelektüel kesim veya bilim adamları değil yüksek memurlardır artık. (Akademisyenler vs.) Bu yüzden devleti eleştiren gençleri ve aydınları küçüklük kompleksi veya büyüklük hastalığına bağlı sorumsuzluk diye yerden yere vurur Hegel. İşte Dostoyevski buradaki hastalıklı kimliği Hegel’den ödünç alır ve Hegelciliğin eleştirisinde kullanır. Çünkü; Dostoyevski, Aydınlanma’nın karşısında tavır alır. Kitabın bir yerinde şu konuyu da el alır Dostoyevski, insanlar onun bu kitabında aynı Hegel’de olduğu gibi yüce ve en iyi olanın peşinden giderek amaçlarından ve çıkarlarından sapmaktadırlar. Burada da özne kendisini kurmaktadır ama kavramsal olarak. Bu kitap aslında bilincinde olmadan Hegelci yöntemi doğrular. Çünkü Hegel’de yanlışlama yoktur birisinin sözünü ona karşı kullanarak polemik yapılır böylece birlikteliğe bağlı bir karşıtlık ortaya çıkar. Bütün bozulmamış olur. Üstelik kitap kendisiyle konuşma olarak ortaya çıkarılmış. Yalnız kısaca değinelim. Gerçekten Spinoza’nın dediği gibi hor görmek veya birisine tapmak emek gerektirmez iç güdüsel şeylerdir bunlar. Etnik kimlik, düşünce farklılığı, kişisel nedenler vs. hep böyledir aslında. Birileri bizim adımıza düşünmüştür zaten. Hegel büyüklük hastalığına bağlı sorumsuzluk derken bunu çok iyi tespit etmiş bence.
.
.
Efendim bana aşık bir kadın var!
“ee ne var bunda?” diyebilirsiniz.
Yook bu mesele biraz tuhaf!
Whatsapp dan yazıyor.
Önce aradığında, Londra’da yaşadığını, Japon olduğunu, adının Amy olduğunu söyledi.
Öyle güzel Türkçe yazıyor ki walayi kıskanırsınız!.
Sohbetin konusu üçüncü soruda”ne iş yapıyorsun?” Olunca onu engelledim.
Önce adımı sormaya gerek duymuyor! Adımıın acelesi ne? Kadın bana aşık zaar!..
Aradığı telefonu sorguladım Londra. Doğru söylemiş Amy! Kesin aşık bana..
Ben aşk dan ne anlarım!
Başka numaradan yazıyor, konuşmadan engelliyorum Amy’ciğimi!.
Son iki selamı ve bir görüntülü arama talebini Güney Afrika Cumhuriyetin den yaptı.
Yüz vermedim! Erkek evi naz evi. Değil mi ama?!
Londra neresi Güney Afrika neresi?. Hemde Japon. Ayrıca Türkçe imla öyle böyle değil..
Nereden biliyorum? Resim hep Amy, ondan biliyorum.
Yook yok bu kadın bana aşık, kesin aşık!..
.
.
Toplu yürüyüşler tek sıra olmaz!
Kimin bir adım önde, kimin iki adım arkada olduğuna bakılmaz.
İGD Konak şubesi diğer şubeler gibi değildi. Üçbin üyesi ile en kalabalık şubeydi.
Merkez şube olması nedeniyle, saldırıya uğrayan okul, semt vb yerlere, destek olarak buradan gidilirdi.
Az sayıda profesyoneli olmasına rağmen, semtlerden gelen, çok sayıda gönüllü arkadaş barındırıyor du.
Pratiğin oluşturduğu dostluklar hem derin, hem kalıcı olur.
Kırk yılı aşkın dostluklar bu şekilde oluştu.
Cumartesi günü dükkanının önünde Rauf ile siyasi sohbete daldık. Karşıdan gelen Mustafa Kaygın’ı farkettim.
Biz ona aramızda “Akardion Mustafa” deriz.
Önemli gün olsun olmasın, omzuna astığı akardioanla herkesi coşturur, Konak şube düğün yeri gibi olurdu.
Mustafa bir kaç yıldır illetle boğuşuyor. Görünümüne bakarsak, illet sürekli dayak yiyor.
Sarıldık birbirimize.
Israr ettim oturdu. Sorular karşılıklı ve bilinen sorular.
Ben epeydir oturuyordum. Gitmek için kalktım, bırakmadı.
“Ben senin için oturdum” diyerek.
“Hani gelecektin? Zafer’e söz vermiştin.” Haklıydı, oğlu Zafer’e söz vereli iki yıldan fazla olmuştu.
Mazeretleri sıraya dizdim!
“Önceki sene zorunlu tatile gittim!. Geçen sene 21 gün hastanede yattım biliyorsun. Hem hepiniz sigara içiyorsunuz”..
Son mazeretime şöyle karşı çıktı” sen gel, içmeyiz biz sigara.”…
“Kemal’in yerine gidiyorum. Hadi beraber gidelim.” Dedi..
Elimde vantilatör kutusuyla dolaşamazdım.
Benim arkadaşlarım benim için çok değerlidir. Sohbet sırasında söylediği iki cümle beni kötü etkiledi.
Doktor sigara için “iç” demiş.
Neden diye sorduğumda, cevap olarak, benim sorum geri döndü “sence neden?”
Beni sarsan ikinci cümlesi “Ölmeden oturalım” oldu..
Sonra düşündüm, iyi ki onunla gitmedim. Zilzurna sarhoş olurdum!..
Bu cümleleri ayrılırken Rauf’a tekrar ettim.
“Yakında ben ayarlarım, kalabalık değil, sekiz-dokuz kişi geliriz bir araya..” dedi..
Uzun bir yoldu, omuz omuza yürüyorduk.
Kimin önde, kimin arkada olduğuna bakmadan!..
.
.