Birbirimizin tutsağına sırtımızı dönük…
Adlarını dahi seslendirmeye korkar olduk bak işte…
Birbirimizin çığlığına sağırız çoktandır…
Herkesin esiri kendine kaldı…
Bir yanda Çetin Doğan, Fevzi Türkeri, Erol Özkasnak….
Diğer yanda…
Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Can Atalay…
Bir başka soğuk duvarlar ardında Selahattin Demirtaş….
Esaretten esaret beğen…
ZULÜMDE ÖLÇÜ YOK…
Adını bile hatırlayamayan Çevik Bir Paşa, tek kurşun atamadan tutsaklığın pençesinde….
Herkesin körlüğü kendine mi usta?
Can Atalay meselâ…
Kimsesizlerin kimsesi olmanın bedelini ödüyor…
İçimde ki kömür korlaşmış, yüreğimi dağlıyor…
Yok öyle bedava AVUKATLIK YAPMAK değil mi?
Nedense…
Birbirimizi anlamaya çalışmak istemedik hiçbir zaman?
Parmak sallamak kolay geldi diğerine:
Suçlu ayağa kalk!
Güçlünün, hadsizin, küstahlıkta sınır tanımayan cahilin yargısını…
Peşinen doğru kabul edip,
Masumu, utanmadan içimizdeki hücreye hapsettik en başından…
Zerre üzülmedik…
Herkesin mazlumu kendine masumdu çünkü…
Ahhh…
Biraz anlamayı denemek neden bu kadar zor ki?
Biraz anlamak “ama”sızca…
Kavala’da…
Yapıcı’da…
Demirtaş’da…
Komutanlar da…
“Adalet”ten neden hak almaz yüreğiniz?
Vicdan tartınız suçsuzu neden eşit tartmaz?
Herkesin esiri kendine…
Herkes kendi yüreğinde mahkum…
İçeride acı, hüzün, gün sayarken…
Kahkaha atıyor bayramlarınız…
Bana eksik kalsın…
Bana eksik kalsın!…