Hak, hukuk, adalet… Kulağa ne hoş geliyor değil mi? Sözcük olarak anlamları da çok güzel. Ulaşılması ise bir o kadar zor. Hele hele bizim ülkemizde. Hiç bilinmeyen, uygulanmayan uzak olduğumuz kavramlar…
İnsanların kimi çiçekli, kimi engebeli yolları seçer. Kimi de sık sık duraksar ve yeni yönleri dener. Bazısı geçmişteki bir yerlerde takılı dururken, daha iyi yollara doğru kayıp gidenler ya da tünel açanlar vardır. Böylece bir üslup gelişir. Kimi felsefe yapar; kimi de türkü söyler…
Ama genelde insanların söylenmemiş sözleri mutsuzluk ve huzursuzluk yaratır. Bazılarımız bu sözleri hiç söyleyemez, öylece yutkunur kalırız.
Hele bizim ülkemizde insanlar asla kendi seçimlerini yapamazlar. Çoğu kezse acıların yarattığı yıkıntılar arasında kaybolup giderler.
. Ne yazık ki bizim ülkemizde herkes gömüldüğü dünyada yaşamayı sürdürüyor.
Oysa değişim amansız bir mücadeleyi gerektirir. Aydınlık geleceğin ise tırnaklarla sökülüp kazanılacağı gerçeği karşısında, susmuş oturuyorsak… Suçun büyüğü bizim be kardeşim…
Ülkemizde her geçen gün acılar çoğaldı. Acılara dayanan yüreklerde.
Uzun süredir çek çekçileri izliyorum. Hani şu bilinçsizce geri dönüşüme katkısı olanlar. Bizim mahallede epeyce çoklar. Son dönemde galiba belediyeler geri dönüşüm elamanları olarak bünyelerinde toplamışlar hepsini. İyi de olmuş. Hepsine özel giysiler ve numaralar vermişler.
Sabah, akşam ya da günün herhangi bir saatinde onları çöp kutularını karıştırırken görebilirsiniz. Öylesine yorgun, bıkkın, tükenmiş, iki büklüm olmuş bir biçimde. Çoğu zaman işe ara verdiklerinde bir apartman gölgesinde, kaldırıma oturup dinlenirler. İşte asıl bu kısım beni çok etkiliyor.
Beyaz naylon çuvallardan yapılmış çek çeklerinin kirden rengi bile görünmez olmuştur. Bu çek çeklerin, en güzel, en temiz bölümünde özel bir göz vardır. Sularını, yiyeceklerini daha önemlisi içki şişelerini koyabilmek için. Genelde hepsi içiyorlar. Ya da benim gördüklerim öyle. Bilmiyorum. Belki genelleme yapmak doğru olmayabilir.
Apartmanın gölgesinde öyle bir keyif yaparlar ki şaşırıp kalırsınız. Önce bir sigara yakarlar. Yanındaki arkadaşıyla koyu bir sohbet başlar. Sonra özenle kağıda sarılmış içki şişeleri çıkarılır. Başlarlar yudum yudum içmeye. Üç kuruş kazanıp içkiye yatırmak!.. Neden bu denli bırakmışlar yaşamı. Ya da ayık kafayla çekemiyorlar mı bu işi? Bilemiyorum. Adını koymak çok güç. Karmakarışık duygular içerisinde izliyorum onları.
İçkiler biter, bir güzel uzanırlar kaldırıma. Öyle güzel uyurlar ki kuş tüyü yataklarda yatıyorlar sanırsın. Bu sahne her zaman beni derinden yaralar ve üzer. İçimde bir şeyler kopar. Görmediğim bir el yüreğimi sıkar ha sıkar…
Neden? Diyorum. Kederden mi? Zevkten mi? Bilmiyorum…
İnsan düşünmeden duramıyor. Bu insanlar, bu yaşamı kendileri isteyerek seçmiş olamazlar. Kim bilir hangi koşullar onları böyle bir yaşama itmiştir. Bilinmez. Şimdi biz kalkıp da bu insanlara, hak, hukuk, adaletten söz etsek ne anlamı var, sizce? Peki suç kimde? Hepsini dinlesek kim bilir ne öyküler çıkar yaşamlarından?…
Yazmış, kışmış, geceymiş, gündüzmüş, soğukmuş, sıcakmış, içerdeymiş, dışardaymış hiç ayırt etmeden sürekli çalışan bu insanlarda mıdır suç? Yoksa !..
Tek tek insan yaşamlarının sözüm ona yüce amaçlar uğruna kolayca harcandığı, yok edildiği bu düzende mi?
Ernesto Che Guevara; ne güzel söylemiş.
” Bir memleket düşün, herkes eşit…
Bir memleket düşün, aç, çıplak, evsiz yok…
Bir memleket düşün, cinayet, tecavüz, hırsızlık suç…
Bir memleket düşün, kadını, erkeği, çocuğu hür ve özgür…
Şart yoldaşım şart, o memlekette Devrim şart! “
Şart yoldaşlarım şart!..
Başka ne denebilir ki…