Çamlarla, akasyalarla, gül ağaçlarıyla dolu kocaman bir bahçede sonbaharın renkleri, serinliği, rüzgarın uğultusuyla çevremi inceliyorum.
Soluk ve ölgün sonbahara inat gezinen, konuşan, oturan, kitap okuyan gençler, havada durmadan dönüp duran kuşlar. Her yer cıvıl cıvıl. Yaşam çılgıncasına akıp gidiyor.
İğde kokusu geliyor burnuma, akasya, çam, hele hele de yasemin kokusu. Buram buram yaşam kokuyor.
Zaten yaşam dediğimizde, bir renk ve ışık oyunundan başka nedir ki ?
Gecenin karanlığını düşünün. O karanlıkta gökyüzünde yanıp sönen ve ışıl ışıl parlayan yıldızları, alabildiğince uzanıp giden samanyolu’nu düşünün. Sonra da bir yaz sabahı koyu yeşil dallarıyla gökyüzüne uzanmış ağaçların arasından gökyüzüne doğru kaldırın başınızı. Masmavidir gökyüzü. Ve onun üzerinde uçuşan ortancalar gibi rengarenk bulutları izleyin…
Güneşin doğuşu ve batışı bile hep birer renk cilvesinden başka nedir ? Hele bir de Anadolu’da bir köydeyseniz. Masal dünyasında yaşıyor gibi duyumsarsınız kendinizi.
Anadolu, damar damar kayalara, dağlara, ovalara gizlenmiş altın madeni gibidir. Kültür hazineleri, folklor zenginlikleri, efsaneleri, türküleri, destanları ve daha yüze çıkarılmamış zenginlikleriyle tam bir renk cümbüşüdür.
Anadolu ‘da çeşmeler vardır. Gürül gürül, gece gündüz akan. Bir konuşsalar var ya !.. Neler neler anlatırlar. Çeşme başları seyirliktir. Alı al, moru mor giysileri içinde süslenip püslenen genç kızlar, güneş doğduktan sonra, ya kuşluk vakti, ya da güneş batarken her gün bir iki defa çeşme başında görünürler.
Siz deyiniz su almaya gelirler, ben diyeyim görücüye çıkarlar. Hiç değilse ayak üstü, gördükleri akranlarıyla iki çift söz ederler. Giysilerini gösterirler. Karşıdan bakınca çeşme başı defilesi var zannedersiniz. Yarı utangaç, yarı çekingen tavırlarla yüklü genç kızlar birbirlerini kucaklarken nasıl bu denli Sevgi yüklüler diye şaşırıp kalırsınız.
Yıllar boyu ezilen, horlanan, yapayalnız bir kenara itilmişliğin, yaşamın, acımasız kollarına bırakılmış bu Anadolu köyünde yaşanılan bu sevgi ve şefkat dolu anlar, en az benim kadar çevremdekileri de şaşkına çeviriyordu.
Bu yoksul köy çeşmesinin başında hangi yüce duygular, hangi kutsal güç tarafından böyle insancıl değerlerle doldurulmuşlardı.
Hep düşünmüşümdür Yoksul insanlar için yaşam, sürekli giyilmekten yıpranan elbise gibidir. Orda sonsuza kadar sürecek mutluluk ya da kollarından tutup bırakmayan kederle yüklü günlerde yoktur. Orda insan, değeri olmayan bir tutkunun bağrından, kendisine kurban edilen yaşamın ikiyüzlü sıcaklığına terk edilmiştir.
Bu dünyada, keşke her şey güzel, her şey insanoğlunun olmasını istediği iyilik ve mutluluk, adalet, eşitlik, kardeşlik üzerine olsaydı. Ama öyle değil maalesef… Tüm çabalarımıza, yaşamak istediğimiz dünyaya karşın, yaşamak zorunda bırakıldığımız dünya gibi…
İnsanoğlu ne boş ve anlamsız şeylere umut diye tutunmuş. Ölümlü ve amaçsız bir yaşam. Ölümsüz ve sonsuz bir dünyayı kucaklayabilir mi ? Sizce !..
Bir köyün yamacında, kim bilir kaç yıldan beri güldür güldür akan bu çeşme başında neler neler düşündüm böyle…
Evet, çeşmelerden su akar serin serin… Oysa Ayşe’nin, Fadime’nin, Iraz ‘ın gönül yarası derin…
Kısacası, su sesiyle dirilir, şenlenir güler, Anadolu ‘nun toprağı taşı.
Ve bir gönül sergenidir akşam üstü, Anadolu’da çeşme başı…
Ne yazıktır ki, o çeşmeler kurudu. Irmaklarsa, derinden derine ağlıyorlar…