Güngör Kırkaya Deveci
Gecenin bilinmeyen zaman dilimlerinde, yağmurunda iliklerime kadar ıslattığı sessiz ve bomboş sokaklarda amaçsızca yürüyorum.
Acıların yarattığı yıkıntılar arasında kaybolmuş gitmiş gibiyim. Ruhumda tıpkı örümcek ağları, kırık cam parçaları ve dökülmüş sıvalarla terkedilmiş bir oda gibi. Bedenimde düşüncelerimin ateşinde kavrulmuş, yorgun ve örselenmiş gibi…
Hava soğuk. Rüzgar sokak aralarında durmadan uluyor. Yağmurda biteviye durmaksızın yağıyor. Ürpertici bu rüzgar, keder salıyordu içime. Rüzgarı şu an keder versede seviyorum. Genellikle serinlik veriyor insanın ruhuna. İçimizdeki korku ve yangına su oluyor, yağmur gibi. İnsanın soluğunu güzelleştiriyor. Doğanın kokularını, daha da önemlisi, köyümün kokularını getiriyor sanki bana… Nasıl sevmem ?..
Sokaklar, unutulmaz yaz gecelerinde kadınları, uykusuzluğu, özgürlüğü, yaşama sevincimizi bulduğumuz sokaklar… Gitmiş. Yerine soğuk, ıssız ve koyu karanlık geceler içerisinde üşüten geceler başlamıştı.
Gece çökmüştü olanca karanlığıyla, sessizliğiyle, köpekler havlıyordu hırçın hırçın. Yeni ve zorlu bir yağmur hızını arttırmıştı.
Tek tek insan yaşamlarının kolayca harcandığı günümüzde olanlara duyarsız kalmak mümkün değil. İnsanların, tekdüzeliğin ve yalnızlığı içindeki böyle bir dünyada var olması düşündürüyor insanı.
Evet yaz bitti. Ekim rüzgarları esiyor acı acı. Annem, ne zaman kış ayak seslerini duyurmaya başlasa, “Fakirlerin, günleri bitti. Bundan sonra işleri zor, çok zor ” derdi.
Bizim gibi bir avuç azınlığın mutlu, mesut yaşadığı bir ülkede daha da zor… Ekonomisi bitmiş, işsizlik almış başını gitmiş. Zam üstüne zam… Zam, zulüm, zindan tam da bugünler için söylenmiş gibi… Aç bilaç yaşayan insanlarımız ise derin, koyu bir sessizlik içerisinde.
Acaba diyorum, bu toplum, hep bir ağızdan yalan söyleyen insanlarıyla ne denli mutlu?.. Bu yalanları, bu ruhsuz sözleri biteviye dinlemekten, giderek sağırlaşıyorlar mı ?.. Oysa, ölümcül olan bir yaşamı, kısa aralıklarda da olsa yaşanmış olmaktan çıkaran şey, böyle bozulmuş ve iki yüzlü tavırlar değil de nedir ki ?..
Neden bunu göremiyoruz ?.. Ya da görmek istemiyoruz… Biliyoruz ki dokunmaya değer şeyler, ancak kutsal olanlardır. Yaşam gibi…
Yaşamımızı sürdürebilmek içinse bazı temel gereksinimlerimiz var. Barınma, yeme, korunma, iş gibi. Herkes gömüldüğü dünyada, sessiz, sedasız yaşamayı sürdürdüğü sürece, açlığa mahkumuz demektir…
Öyleyse bu suskunluk niye ?.. İnsanlarımız aç, insanlarımız yoksul. Daha dün gibi camları olmayan gecekonduda, Aydan bebeğin soğuktan donarak ölmesi !.. Ölümden ötesi var mı dostlar ?
En doğal hakkımız olan barınma hakkımız bile kalmadı. Ev kiraları almış başını gitmiş. Ev alabilmek ise olanaksız…
Önümüz kış. Kar, tipi, boran kapıda… Nasıl geçecek bu soğuklar? Ferhan ŞENSOY, ne güzel anlatmış bu durumu.
Dam üstünde polyester
Ev sahibi ne ister ?
Ev sahibi peşin ister,
Hem kırmızı meşin ister.
Bekar sevmez, yüzük ister,
Tumturaklı tüzük ister.
Bu zamanda ev tutmaya,
Az birazcık büzük ister…
Gerçekten de öyle. Ev alır gibi kira paraları. Bizler de ise ne büzük kaldı, ne tüzük…
İnsanlar yurtlarından, doğup büyüdükleri yerlerden kolay kolay ayrılamazlar. Oysa bizim gençlerimiz, aydınlarımız akın akın yurt dışına kaçıyorlar… Ne yapıyoruz biz ?.. Bu kadar kolay mı insanları harcamak… Yeter, yeter artık. Biz bu güzel, bu verimli, bu acılı topraklarda mutlu yaşamak istiyoruz.
Biliyorum, insanlık dışı ve acımasız böyle bir dünyada yıllarını geçirmiş olan bizler, bilinç ötesindeki aydınlanmanın sevinciyle sizler için ulaşılması olanaksız gibi görünen o noktada, insanlığın ve insanlık onurunun paha biçilmez değerini kavrayabilen 78 Gençliği olarak gerçek tanıklarıyızdır belki !..
Ve inanıyorum ki ;
Beklenen günler, güzel günlerimiz, ellerimizdedir.
Haklı günler, büyük günler,
Gündüzlerinde sömürülmeyen,
Gecelerinde aç yatılmayan.
EKMEK, GÜL VE HÜRRİYET GÜNLERİ…