Şu an Türkiye’nin parlamenter sistemini oluşturan ne kadar yönelim varsa, ülke çok partili döneme geçmeden önce, tek parti olan CHP’nin içinde yer alıyordu. Tabii ki CHP’nin asgari müştereklerinde hemfikirmiş gibi görünerek yer bulabiliyorlardı bu farklı yönelimi oluşturan gruplar.
Tek partili dönemin cari olduğu yıllarda parti içi iktidar mücadelesini açıktan yürütemeyen bu gruplar veya kişiler, parti içinde yükselmek için ya da birilerinin ayağını kaydırmak için çeşitli ayak oyunları yapmaya çalışırlardı. O zamanlar kullandıkları argümanlar, gerçek egemenlerin ortaya koydukları temel ilkelere daha çok sahip çıkıyor gibi görünmelerini sağlayacağını düşündükleri argümanlardı. Yani sahici düşüncelerini değil, geçer akçe sayılan görüşleri savunur görünürlerdi. Zaten en tepedekileri değil kendi sikletlerindekileri hedefler, ona göre stratejiler geliştirirlerdi.
Özetin de özeti, tek partili dönem parlamentosu da dikensiz gül bahçesi değildi. İktidar mücadelesi parti içinde verilirdi; parti içi iktidarın sahibi, ülke iktidarının da sahibiydi çünkü.
Çok partili döneme geçildikten sonra da bu alışkanlık pek değişmedi. Adı CHP olmayan tüm partiler, “Ben daha CHP’yim aslında” demeye devam etti çoğunlukla. Çünkü CHP devletti. Devleti ve kuruluş değerlerini temsil eden parti CHP’ydi. Bu refleksin bu gün de alttan alttan yürümeye devam ettiğini görebiliriz bakmak istersek.
Esas dikkat çekmek istediğime geleyim.
CHP kuruluşundan bu yana parti içi iktidar mücadelesini önceleme refleksinden vazgeçmedi. Vazgeçmek bir yana, CHP’li (ya da CHP’ci) olmanın ön koşulu bu reflekse sahip olmak gibi duruyor.
Parti örgütünde yer alıp, memleket hizmetine (!) talip olan üye, kendisini hemen üstünde yer alan biraz daha kıdemli, biraz daha yetkili parti mensubuna kabul ettirmeli önce. Bunun yolu, ne kadar donanımlı, yetenekli, zeki ve çalışkan olduğunu göstermekten geçmez. Yaranmayı bilmekten, bir üsttekine, basamakları tırmanırken yarar sağlayacağına ikna etmekten geçer. Bu ikna süreci, o memleket sevdalısının parti serüveninin gidişatını doğrudan belirler. O feraset sahibi memleket sevdalısı, memleket hizmetine başlayabilmek için önce parti üstlerine, yöneticilere hizmet sevdalısı olmayı öğrenir. Öğrenemezse serüven hemen biter; öğrenirse serüven benzer bir dinamikle devam eder. Başlangıçtaki tıfıl partili gün gelip de parti işleyişinde ya da memleket hizmetinde etkin olabileceği bir pozisyona gelirse, heybesinde ne kadar memleket sevdası kaldığını kontrol etmeye kalktığında ne bulur?..
Bil bakalım ne bulur?..
Bir heybe dolusu umut!
Çözümler çürümüş, umutsuzluğun yol açtığı umutla dolmuştur heybe.
Her birine bir ip bağlar, ipleri heybeden sallar. Biz de o ipleri kendimize bağlar, o heybeden sarkan umudun ipinde, hala memleket sevdalısı olduğunu varsayıttıran politikacın peşinde sallanır dururuz.
Enseyi karartmaya gerek yok:
Bağlandığımız heybeler dolusu umut var!
Sürecek…