“İzmir’de yaşam kalitesini belirleyen, İzmir’i özel kılan, deniz olgusudur.”
Bunu kim diyor?
İlhan Tekeli Hoca.
Hoca, devamla; “Kent yerleşmesi bu körfezi çepeçevre çevrelemekte, denize bakan bir amfitiyatro oluşturacak biçimde konumlanmaktadır. Böyle bir yerleşme, denizi sürekli olarak kentlinin yaşamının bir parçası kılmaktadır.”
Bu da denizin İzmir için önemini bize gösteriyor.
***
Deniz denilince elbette önce Körfez geliyor akla ama aynı zamanda İzmir’i çevreleyen yakın sayfiye yerlerini de bu etkinin menzili içinde düşünmek gerekiyor.
Dolayısıyla bu yerler de İzmirlinin yaşamını etkiliyor.
Geçen gün bir arkadaşıma, “Yazın neredesin? ”diye sordum.
“Adadayım.” dedi.
Karşıyakalılar yazı daha çok Foça’da, şehrin bu tarafı ise Çeşme ve Urla’da geçiriyor.
Böyle olunca da baharın başında bu ‘sayfiyeler’e göç başlıyor.
Arabalara denkler hazırlanıyor, yazlık giysiler elden geçiriliyor…
Bizim de Urla Özbek’te küçük bir evimiz var, ev dediysem öyle villa falan sanmayın; 25 yıl önce aldığımız, site içinde küçük bir ev.
İşte oraya gitme vakti geldi.
***
Gitme vakti denilince…
Elli yıl öncesini hatırladım.
Erzurum’da haziran ayı ortalarında da tıpkı burası gibi ‘gitme vakti’ olurdu.
Gidilecek yer orada deniz değil, yaylaydı.
Mayıs sonlarında rahmetli babam ikide bir söylenirdi; “Atı hazırlayalım; nalbant gelsin nallarına bir bakıversin, yaylada nalbant olmaz!” diye.
Ben, yedi sekiz yaşındayım. Hazırlıklar biter, haziran başlarında yatak yorgan, un yağ ne varsa kağnıya yüklenirdi.
Bu arada at da nallanmış olur, bütün hazırlıklar biterdi.
Ve arabalar dizilirdi yola; köydeki herkes arka arkaya, yokuş yukarı, yayla yoluna revan olurdu.
***
Yayla; köye birkaç saat uzaklıkta, bir dağın tepesindeki düzlükte bir cennet köşesiydi.
Envai çeşit çiçek, buz gibi akan su, renk renk kuşlar; koyun sürüsünü rahat bırakmayan tabii ki kurtlar…
“Ayın altında kağnılar gidiyordu/ Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon’a doğru/ Toprak öyle bitmez tükenmez/ dağlar öyle uzakta…”
Şiiri hatırladınız mı?
Nâzım ustanın şiiri…
Ancak ustanın şiirinde Kurtuluş Savaşı’nın destanı veriliyor bütün görkemiyle.
Bizimkisi ise sıradan günlük hayat rutini…
***
“Gazap Üzümleri”nde J. Steinbeck,1929 buhranından bunalan ve yönünü Oklahoma’ya çevirmiş Joad ailesini ve diğer yoksul insanların yolculuğunu anlatır:
Arabalarıyla yoksulluktan yeni umutlara açılan insanların yolculuğudur bu. Yaylaya değil ama Oklahoma’ya gidip yeni iş bulacaktır bu insanlar…
Uzun bir serüvendir bu. Biz, romanın daha başında bizim yaylaya gidiş yolculuğumuzu andıran kısmı alalım buraya:
“…Nihayet işçi kafilelerinin geçtiği, tekerleklerin öğüttüğü ve at nallarının dövdüğü yolların katı kabukları çatladı, toz haline geldi.Hareket eden her şey havaya toz kaldırıyordu.”1
***
Siz bu yazıyı okurken ben Urla’ya varmış olacağım.
Ne Steinbeck’in anlattığı gibi tozlu ne de bizim yayla yolları kadar toz ve sis içinde yollarda olacağız.
Şimdi Urla’da yeşilin en deli zamanı; zeytin ağaçları dallarıyla her yerde bize göz kırpacak, o da yetmez mimozalar, bahar dallları, araya serpiştirilmiş çam ağaçları, yola dallarını yaymış yaseminler, incir ağaçları ve daha adını bilmediğim onlarca ağaç el sallayacak, işveli bakacak…
Ve sonra birden bir dönemeçte önümüze fırlayan denizi göreceğiz.
Adeta koya gizlenmiş, yüzünü göstermek istemeyen bir sevgili gibi…
Yeşille mavi, dalgalarda kırılıp bükülen renkler, kenara saklanmış tekneler denizin süsü olarak belki de bize el sallayacak.
Hatta denizde kıştan kalma yalnızlıkla kıvranan tekneleri de göreceğiz.
***
Şimdi onların canı da sıkılmış olmalı.
Gerçi bazılarında yaz hazırlıkları başlamış olabilir.
Boyalar, bakımı yapılan motorlar, denizin suyuyla paslanmış vidalar, motor aksamları elden geçiriliyordur bile.
Dolayısıyla onlar da kıpır kıpır dalgalarla yarışarak, sevincini bize gösterecektir.
Doğrusu yanlarından geçerken dikkatli bakacak, o fotoğrafı çekmeye çalışacağız.
Şimdilik bilmiyorum!
Sonra bütün kış kıyıya toplanmış yosunlar, balık bekleyen kediler ilişecek gözümüze…
Ve elbette ki denizle adeta oynaşan; beyazı, pembesi ve yeşiliyle zakkum ağaçları…
***
Kıyının bütün kış sadık dostu bunlar.
Tuzlu su onlara iyi geliyor olmalı ki çiçekleri ve yaprakları her dem canlı ve taze…
Bizim kıyıda bunlardan çok var…
İstanbul’un erguvanları gibi nazlı, kışkırtıcı…
***
Evet, önce İskele’den, Yorgo Seferis’in evinin önünden geçeceğiz.
Ben belki bininci kez bu eve bakacak, dalıp gideceğim.
Sanki ilk kez görüyormuş gibi.
Sonra ağaçlı yoldan Necati Cumalı’nın kara bölümündeki Urla’sına uğrayacağız.
Ve hemen o şiiri aklıma düşecek:
“Diyelim bir masa var önümde/ Elimde bardak/ Oturmuş içiyorum/ Bardak mı Urla mı elimde tuttuğum…”
***
Bu sefer Çeşmealtı’nda işimiz olmayacak.
Ver elini Özbek/ Eğri Liman…
Koy, koydaki tekneler, yosunlar, kediler, zakkumlar…
Derken ‘yaylamız’a, evimize gideceğiz…
Bakalım bu yaz nasıl geçecek, neler göreceğiz?
.
KAYNAK: https://www.gazeteyenigun.com.tr/makale/20047642/salim-cetin/gidiyoruz-atlari-hazirlayin