Musa Anter Destanı- Yanan Külde Vuruldum- Vejdin Çiçek
Vejdin Çiçek’in, Musa Anter’in yaşamından kesitleri biyografik bir dille şiirleştirdiği kitabı; Musa Anter Destanı 2021, Bir önceki kitabı Yanan Külde Vuruldum 2020 Pupa yayınlarından çıkmış. İki kitabı da bir yazıda işlemek istememin nedeni bu kitaplara şiir değerlendirme yazısı değil, bana yaptıkları çağrışım ve dolaşım üzerinden elealdığım bir yazı yazmak. Bir türlü aynı dili konuşamadığımız devlet olgusunu, kara bürokrasiyi, politik olmasa bile politik olmak zorunda kalan coğrafya gerçekliğini, hafızanın dokuduğu ağın sürekli yeniden sökülüp, anlaşılır olsun diye yeniden yazılmasını irdeliyor şair. Artık bir kişi olmaktan çok; bir sorunun adının konulması ve anlaşılır olabilmesi için dönüştüğü simge üzerinden, resmi ideoloji tarafından lanetlenmiş sözcükleri sıkça kullanmak gibi bir itkiyle Musa Anter’e ve onun yaşamından kesitlere başvuyor. Eserleri, cezaevi günleri aynı zamanda bilinmeyenleri aydınlatma görevi de üstlenmiş.
Seslenme ünlemleriyle Ona; yani en güzel oğlunu yitirmiş bir annenin yüreğiyle, özdeğişsel pastoral seslenmiş. “Her dil,behna kulilka hundirê xwe dide der.” “Her yürek,içindeki çiçeğin kokusunu dışarıya salar.” diyor Evdilqadirê Geylanî. Vejdin Çiçek de bu kokuyu görünür sözcüklere, ete kemiğe dönüştürüyor. Kokuya bir beden yaratıyor. Dille ve şiirle giydiriyor kokuyu. Çünkü Doğu’nun aklı, yüreği hep şiir basmıştır bağrına. Ki yaşananlar dayanılmaz olunca şiirin bilgisine, avuntusuna, sabrına dayasın kalbini. Güle okunan duasında gerçekliğin dayatılmasını, kalbini güle dayamak gibi orkestre ediyor yer yer.
Doksanlı yılların tarihi isimleri adı konulmamış bu savaş ortamında nefes alınacak bir cephe gibi konumlandırmış. Kürt olmanın kendiliğinden politik yükünü aslında ölenlerin mezarının başından kalkıp evimize yollansakta hep orada onlarla diyalogda kalan aksimizi konuşturuyor. Güle derdinin inceliklerini hiç durmadan söylecek bir ağıt gibi kalakaldığımızı bazı konularda. Bakışlarımıza sinen dikenli teller, işkence günlükleri, sesini duyuramamak. Sağıra söz. köre süs olmaktan kurtulamayan tekerrür zincirinin ağırlını anlatıyor. “Boş kap dolu fıçıdan daha çok ses çıkarır.” diyen john lyly gibi dolu fıçıdan çıkan seslere, boşluğun kirli gürültüsünden bir kapı aralamak gibi yazmış. Dönüştürü olmaktan çok, aktarıcı tavır içinde olmanın sıkıntısını yaz sıcağı gibi sarı bir tonda işliyor.
diyarbakır’da bir gazete
İleri Yurt…
kalbi kırık bir coğrafyanın sesiyle fısıldar
duymayan kulaklara
yapışkan ve ağır bir irin gibi
ecelsiz fermanın iplerini
Ankara’daki büyük ceviz masalar başındaki
Ve dillerine
satır bağlamış kasap kalemşörlere…
“olmaz efendim”
“Vay,hain”
Dedirtecek kadar bir Kürtçe şiirle… (Kımıl; Musa Anter Destanı-Sayfa: 31)
“Yanan Külde Vuruldum” hayatla kuramadığı dil birliği, yaşam birliğini bağırır. Hayat karşısında kızgın toprağa düşen kar gibidir. İncinir, öfkenir, tükenir, yiter zaman zaman. Öğrendiği, uğruna bedeller ödediği değerlerin, dışarıda bulamadığı karşılık, yabancılaşma, büyük hapishanenin aşılmaz parmaklıklarına çarpıp durmayı sese döküyor. Yine de insana ve hayata umudunu yitirmiyor. Toplumcu gerçekçi, kimi yerde sloganik kurduğu şiir örgüsü, herkesi kapsayan genellemelerle ilerlerken; topraktan bize bağıran kanın sesini, gözümüzün beyazını sarartan şeyleri, delilik ve hiçlik atmosferini modernize halk şiiri esintili yedirmiş kitabına. Bu kitabında da şiirin bağrından seslenip, kurtulmak için yine şiire başvurmayı imliyor.
Uzun uzadıya şiirler yazdım
nedenli nedensiz
çokça beyaz kağıt ziyan ettim
dilim çözülmedi
sadece canım yandı
sol göğsümün altı
diyemedim olmadı
kendimi mısralara sakladım (şiirler yazdım; Yanan Külde Vuruldum-sayfa:97)