Gazetelerde müjdeli haber diye okuduk.
Yıkılan şehirlerde evlerinden olan insanların kaybettikleri evlerin yerine hemen kamu ihaleleri hazırlanmış. Kimi inşaat firmaları, 300, 500, 850, 1500 v.b. konutlar yapmak için bu ihalelere katılmış ve kazanmış.
Kamuda bir ihale hazırlanırken, önce o ihalenin teknik şartnamesi hazırlanır. Konumuz konut inşaatları olduğuna göre şöyle bir yol izlenmiştir:
Hangi tipte konutların, nereye yapılacağı tespit edildikten sonra, İnşaatların maliyeti ki buna “Muammen Bedel” denir, en optimal sınırdan, “Bayındırlık Birim Fiyatları” baz alınarak hesaplanmış ve şartnameye konmuştur. Daha sonra bahse konu inşaatları yapacak firmaların taşıması gereken özellikler; makine parkları, referansları, mali bilançoları v.s. özetle yeterliliği belirtilmiş ve şartname tamamlanmıştır.
İhale gün ve saati Resmi Gazetede yayınlanarak ilan edilmiş, ilgili firmalar dosyalarını ve ilanda miktarı belirtilmiş teminat paralarını ya da mektuplarını hazırlayarak ihaleye katılmıştır. İhale günü, muammen bedelin altına düşmemek koşuluyla, teknik şartnameyi haiz firmalardan, kamu yararını en çok koruduğu varsayılan firmaya ihale verilmiştir. O firma artık belirtilen inşaatların yapım sorumlusu olmuştur.
Kesin böyle olmuştur! Zaten hep böyle olmuyor muydu?.. Hâlkimiz, müteahhüthütlerimiz, hele ki bel’ediyelerimiz; her zaman bu kadar rantperverlikten uzak, rasyonel, ve optimal davranmamış mıdır?..
Mıştır!!!
Deprem nasıl birdenbire gelmişse, aynı birdenbirelikle gelen “Size konut yapıyoruz. Seçimde oyunuzu bize verin.” oldu bittisi.
Sorunlu kısımdan şimdi söz edebiliriz:
Neye, kime, nasıl, neden güveneceğiz? Bu durumun bize yeni yükü ne olacak? Havada uçuşan garip vaatler. Müjde veriliyormuş gibi anlamamızı bekleyen tavırlar… Bize yabancı, tamamen bizim dışımızda olup bitiyormuş gibi görünen şeyler…
Kelimenin tam anlamıyla şeyler!.. Anlamlandıramadığımız, anlamlandıramayacağımız şeyler…
Güvenli bir konutta oturabilmemiz için kaç ayrı basamaktaki insana, tam anlamıyla güvenmemiz gerektiğini sayabiliyor muyuz? Kabaca sayalım:
Kısa ve uzun dönem kalkınma planlarını yapan kamu kurumlarının mensuplarına, o kamu kurumlarının patronajını yapan siyasi iktidarlara ve onların mensuplarına.
Kalkınma planlarına uygun şehirleşme planlarını yapanlara.
Kurulacak, genişletilecek, geliştirilecek şehirlerin imar planlarını yapanlara.
İmar planlarının gerçekleştirileceği zeminlerin etüdünü yapanlara.
İmar planlarına uygun proje çizecek mühendislere.
O projeleri onaylayacak kamu kurumlarına.
İnşaatı yapacak müteahhite, o müteahhite çalışan inşaat mühendisine.
İnşaat teknikerine, kalfaya, kalıp, demir, beton ustalarına.
Elektrik, su gibi tesisatları döşeyecek ekiplere.
Vasıflı vasıfsız tüm işçilere.
Demir, kum, mıcır, çimento v.s. inşaat malzemelerinin üretildiği, ve tedarik edildiği firmalara.
Her bir kademede denetim yapması gereken yarı resmi kurumlara (Yapı Denetim Kurumları gibi).
İnşaat tamamlandığında son denetimi yapacak ve nihayetinde oturma ruhsatı verecek kamu kurumlarına.
Tüm kamu kurumlarını denetleyecek müfettişlere, denetim uzmanlarına.
Hakların korunmasını sağlayacak hukuk düzenlemelerine ve bunları hazırlayıp, denetleyecek, koruyacak hukukçulara…
En tepeden en aşağıya yüz binlerce, başka hesaplamalarla da milyonlarca insandan oluşan bir güven ya da güvensizlik zinciri…
Bizim dışımızda, bizim için bir şeyler yapmaya çalıştığını ve iyi olacağını söyleyen insanlara nasıl güvenebiliriz?..
Acayip bir gizemi yazmadım tabii ki. Bunları hepimiz biliyoruz aslında. Herkes biliyor! Sadece bilmiyormuşuz gibi davranıyoruz. O kısmını anlamıyorum.
Yaşam çevrenimize şöyle bir göz gezdirelim. En zor zamanlarımızda bile paylaşımdan, dayanışmadan imtina eden, imtina ettiğimiz insanlara. Dünya görüşünün ne olduğunu nasıl ifade ederse etsin, konu bireysel ihtiyaçlarımız olduğunda, aldıkları tavırlara ve eylemlerine aşina olduğumuz insanlara… Kime ne kadar güvenebiliyoruz. Sorun bizim güven duygumuzun niteliksizliği değil elbette; kim, ne kadar güven veriyor, sorun o. Çözüm de o tabii.
Hâl böyleyken, yaşadığımız evlerin tabutlarımız olmasını engellemek için güvenmemiz gereken yüz binlerce insandan oluşan bir silsile varken, güvenli konutlara nasıl ulaşabiliriz sorusuna yanıt bulmalıyız.
Bir önceki yazıda belirtmiştim:
“Şehir planlamacıları, jeologlar, mimar mühendis odaları, barolar, esnaf odaları, her türden meslek birlikleri, her türden Sivil Toplum Kuruluşları, (Sahici) kent konseyleri, mahalle meclisleri temsilcileri ve köy meclisleri temsilcileri; özetle, topluluk yaşamının her bir bileşeninin temsilcilerinden oluşmuş bir platform” un, kararlara, uygulamalara ve denetimlere doğrudan katılımıyla.
Yani bizimle! Bizim gerçekçi ve bencillikten arınmış taleplerimizle.
Barakadan barakaya, çadırdan çadıra, konteynerden konteynere, göç sığınağından göç sığınağına birbirimizi örgütleyip, birlikte hareket ederek ortak çıkarlarımızı kollayabiliriz ancak.
Kendimize güvenmeli, birbirimizi en az ortaklaşmada olsun, güvenilebilir insanlar haline getirmeliyiz.