Küba’da on birinci gündeyiz. Sabah sekiz buçuk da Vinales yoluna düşüyoruz. Taksi şoförümüz, Sergey, annesi Kübalı, babası Rus. İki saatten fazla yol gidiyoruz. İlk mola yerimiz, büyük bir otelin yanında seyir terası olan bir tesis. İhtiyaç molası verip, bir şeyler içiyoruz. Seyir terasından Vinales vadisini ve karşı dağları seyrediyoruz. Çok turist grupları var. Gezeceğimiz bazı yerlerde yoğunluk yaşamamak için onlardan erken hareket ediyoruz. Dünyanın en büyük duvar resminin olduğu bölgeyi geziyoruz. Sonrası volkanik mağaraları, yerlilerin yaşam alanlarını geziyoruz. Mağaralarda çok fazla vahşi hayvan, yılan türü kalıntılar görerek ilerliyoruz. Mağara çıkışında tam ışığı gördüm derken önüne yılan atarak çığlık atacağın, belki bayılanda olur, “bir eşek şakası “sizi bekliyor. Korku sonrası yerli müzikleri ile esmer insanlar şakaya neşe katan müziklerle karşılıyorlar. Aynı bölgede yeraltı mağaralarını kayıkla gezdiriyorlar. Mağara çıkışında turlara yönelik standart yemek sunumları var. Vinales, volkanik oluşumlar sonrası oluşan toprak tarıma çok elverişli. Tütün sarısı, kırmızıya çalan toprakta dünyanın en kaliteli tütünü yetişiyor. Tütün, domates ve patates gibi bitkilerin aynı aileden olduklarını öğreniyoruz. Gerçekten, Küba’da çeşit çeşit patates yetişiyor.
Çok fazla çiftlik var. Bu çiftliklerden birisine gittik. Önce tütün tarlasını gezdik. Tütün tohumunu, fidelenmesini, ekimini, bütün süreçlerini dinledik. Sarım aşamasına gelmesi bir yılı buluyor. Sarım yapımını izleyerek, kutulardaki son durumunu gördük. Daha önce anlatmıştım. Çiftçi ürettiği malları devlete götürüyor. Fabrikalarda tütün bazı işlemlerden geçiriliyor. Puro haline getirilip marka basılıyor. Çiftçi isterse yüzde doksanını devlete satıp, yüzde onunu geri alabiliyor. Bu yüzde on piyasaya daha ucuz girebiliyor. Puro ve Ronda, devletin markaladığı malların fiyatı standart. Puroların markaları var. İçenler daha iyi bilir. Halk arasında Fidel’in içtiği ve Che’nin içtiği puro tipi şekillenmiş. Che’nin hiç bir zaman bir numara olmak istemedim, bir numara Fidel’e yakışır dediğini , sarım yapan çiftçi söyledi. Yani Fidelin içtiği puro en iyisi, tanesi 15$, Avrupa’da 25$ dolardan başladığı söylendi. Çiftçilerin kendi sardıklarında marka yok. Herkesin ağzında puro var. Yaşam biçimi olmuş. Puro içerken, dumanı içine çekilmezmiş, sadece ağızda biraz tutulup, üflenerek içiliyormuş.
Bu çiftlikten sonra başka bir çiftliğe gittik. Dağların eteğinde bir köy evine gittik. Yemeğimizi orda yedik. Malzemelerinin çoğunu kendi bahçe ve tarlalarından aldıkları doğal ortamda, beğendiğimiz doğal yemekler yedik. Akşama Havana’ya evimize döndük. Günün yorgunluğu ile yazamadım, gecikmeli oldu.
Hayaller, gizemler ülkesi Küba’yı on beş günde anlamaya çalıştım. Kasa dedikleri çapa işareti olan kiralık evlerde kaldık. Evde kahvaltı yaptık. Türkiye den götürdüğümüz malzemeler ile bazen akşam yemeği de yaptık. Sokak satıcılarından pizza yediğim de oldu. Barack Obama’nın yemek yediği restoranda yemek yediğim de. Halkın içerisine karışmaya, onları anlamaya çok kararlıydım. Bu samimiyet o kadar ileri gitti ki kibarca dolandırılmaktan son anda kurtulduk. Belki taşrada, küçük kasaba, köylerde mümkün olabilir. Havana büyük bir şehir her türlü insan var. Mahalle pazarlarından alışveriş yaptık. Yerel sebze ve meyvelerini tanıdık. Dostumuz Hilal gezilebilecek her yeri dolaştırdı. Kaldığımız ev şehrin kalbinde barış parkına bakan balkonu ile gece gündüz farklı bir manzara ve etkinlik seyretmek için uygundu. Havana’da evlerde internet yokken, sadece bu parkta internet varmış. Herkes internete girmeye bu parka gelirmiş. Internet evlere girmiş ama parkın kalabalığı eksilmemiş. Gece gündüz müzik yapan, dinleyen, yedi den yetmişe dans eden bir halk. Hep neşeliler, yüksek sesle konuşmayı, müzik yapmayı seviyorlar.
Dostumuz Hilal ve sevgili eşi İliana bir akşam bizi evlerinde akşam yemeğine aldılar. Türkiye müzikleri eşliğinde güzel bir akşam geçirdik. Yemek sonrası ünlü Fabrika gece kulübüne gittik. Bir gün, central park dan kalkan belediye otobüsü ile Havana halk plajına gittik. Deniz mevsimini okyanusta açtık. İyi ki başka gitmedik. Bir gün yanmamıza yetti. Burada siyah, beyaz, kadın, erkek, düşünsel farklar kayboldu. İnsanların çok karıştığı sokakta görülüyor. Siyahi kadınların düz saçı, hatta uzun saçları olmadığını anladım. Permalı ,örgülü, saçların takma olduğunu öğrendim. Artık İliana’nın bize hediye ettiği yerel Küba müziği cd.lerini dinleyip hasret gidereceğiz. Sokalar da seçim sandıklarını gördük. Akşam saati sandık kapanırken yine rastladık. Kalabalıklar yoktu, bilmeyenler seçim olduğunu anlayamaz. Genellikle iki aday görünüyordu, biri genç, biri daha yaşlı. Nüfusun çoğunluğu genç, kadınların oranı erkeklerden fazla. Yönetim kademelerinde kadınlar çok. Gıda ve sağlık ulaşımında çocuklar ve yaşlılar öncelikli.
Hoşça kal KÜBA. Yaşasın Devrim ve Sosyalizm.