Yaşamı sevmek, dünyayı korkusuzca kucaklamaktır. Bunu başarmak oldukça zordur. Ayrıca yaşam, kaçınılmaz bir gerçeğin içinde çırpınmaktır. Gün gün, saat saat…
Bunca sıkıntı, bunca boğuntu, bunca kasırga, bunca yıldız yağmuru bir türlü temizleyemedi bir uçtan bir uca ülkemi kaplayan bu pisliği, bu yapışkan çamuru…
Sizler de ayırdında mısınız? Bilmiyorum. Son yıllarda sokaklarında mutlu, gülen yüzlerle karşılaşmak çok zor. İnsanlar “Mış” gibi yaşıyorlar. Mutluymuş gibi, sağlıklıymış gibi, yokmuş gibi, hiçbir sorunu yokmuş gibi…
Oysa, yeryüzünde ödenmesi mümkün olmayan tek borç yaşamımızdan çalınıp alınanlar değil midir?
Düşünsenize, pazarda alışveriş yapıyormuşuz gibi, kasaptan et alıyormuşuz gibi ya da kuyumcudan altın alıyormuşuz gibi… Nasıl bir dönemden geçiyoruz böyle. Sanki zaman makinası hepimizi almış götürmüş, arafta bir yerde bırakmış gibi. Yontma taş devri desek değil, cilalı taş devri desek değil, maden devri desek, kömür madenlerinde insanlarımız patır patır ölüyor… O da değil.
Batıda mıyız, doğuda mıyız? Belli değil. Biz neyiz, nerede yaşıyoruz dostlar? Bazen de acaba diyorum uzaya yapılan dört şeritli yollarda mı yitip gittik ?..
Ülkemin üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi. Toptan uyuyoruz. İlkokula başladığımızda, öğretilen fişler bile hep uyumak üzerine ve salt bakmak üzerine değil miydi ? “Ali ata bak. “, ” İpek yat yat uyu. ” O yüzden midir? Bilmem, salt bön bön bakıyor ve uyuyoruz… Orhan Veli, bu durumu ne güzel anlatmış.
Şu kavga bitse dersin.
Acıkmasam dersin
Yorulmasam dersin
Çişim gelmese dersin
Ölsem desene…
Ne var ki ölsem demekle ölünmüyor.
Bilirsiniz, ” mış, miş ” eki bilinmeyen, görünmeyen, miş ‘li geçmiş zaman elidir. Bizler de bilmiyoruz, görmüyoruz zaten…
Pek çok kişinin yaşamlarını nasıl sürdüklerini görüyoruz. Yaşamı bir ceza olarak nitelemek, güne amaçsız, beklentisiz, umutsuz başlamak. Yaşamın ağır yükü altında ezilmek. Günleri birbirinin benzeri olarak tekdüze yaşamak. Olaylara karamsar, kötümser bakmak. Sürekli olarak bittim, yoruldum diye yakınmak. Daha da kötüsü bu durumun sonsuza dek süreceğini düşünmek. Kendini bu durumdan kurtaracak yolları, yöntemleri bulamamak…
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, bir yandan da zamanın her şeyi silip süpüren baskısı altında ezilmek, zamanla yarışıp bir an önce bir yerlere erişmeye çabalamak… Çevremiz bu savaşları veren insanlarla dolu…
Unutmayalım dostlar, ne varsa umudun kapılarında var. Hele alabildiğince açıksa… Bakarsınız o kapılarda birden üstümüze örtülüverir…
Biliyorsunuz, en son umutlar ölür. Umutları çoğaltmak zorundayız dostlarım…