Bugünlerde, bilinmez zamanda, bilinmez bir ülkenin karanlık sokaklarında koşuyor gibiyim. Korkularım ve üzüntülerim beni dipsiz kör kuyulara sürüklemiş, yaralı bir serçe misali duyarsız fırtınaların kollarına bırakmış gibiyim.
Nedense her mevsim değişimlerinde ben böyle oluyorum. Oysa yaşam kendi karmaşası içinde akıp gidiyor. Bizde onun içinde bir parça umut, bir parça mutlulukla ayakta durmaya çalışanlarız. Yaşam, ancak kendisine sahip olunduğu sürece vardır. Basite, şekilsizliğe indirgenmiş bir yaşam, sevgiye susamış özgürcü yürekleri boğar, yok eder… Bu aralar ben de kendimi boğuluyor gibi duyumsuyorum.
Biliyorum, yaşam, yeri geldiğince kendisiyle, yeri geldiğince de toplumla savaşan yüreklere bağımlı olur. Edilgen bir ruh ise köleci anlayışın, sürekli beslediği tarla gibidir… İçinde bulunduğum ikileme karşısında vicdanım ne tutkuların esiri ne de günah sayılan erdemlerin hizmetinde…
Nasıl anlatsam hani insan belanın, tehlikenin, saldırının geleceğini sezer ya bazen. Korku sarar içini, gözleri büyür, ürperir. Başı çatlar gibi olur, terler. Buz keser elleri, damarları şişer. Yüreği yerinden kopacakmış gibi güm güm vurmaya başlar. Bu ses daha da arttırır korkuyu. İşte tam da böylesi duygular içerisindeyim.
Ülkeme şöyle bir bakıyorum. Her şey keşmekeşlik içerisinde. Ağzı olan konuşuyor. Bilmeden, araştırmadan üstelik gerçekleri çarpıtarak. Sanki yeniden Tarih yazıyorlar.
Mustafa Kemal Atatürk, “Gençliğe Hitabe’ sinde ” bugünleri ne kadar güzel anlatmış. Bu nasıl bir öngörü ?.. Sanki bugünleri bir bir anlatmış. Hayran kalmamak mümkün değil… Gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde olanlar dün olduğu gibi bugün de sahnedeler.
Düşman çoktu. Sayıca da mühimmatça da bizden üstünlerdi. Bunu anlayabilirdik. Mücadelemizi de ona göre verirdik. Verdik de… Ya içerdeki düşmanlar, vatan hainleri… İşte onlarla mücadele etmek çok daha zordu. Haindiler, kaypak, ikiyüzlüydüler. Kahpece arkadan vuruyorlardı. Değişen bir şey var mı?.. Hayır yok. Yine aynı söylemler…
Utanmadan, sıkılmadan tek kurşun bile atılmadan kurtuldu bu vatan diyebilecek kadar hadsizler… Yetmiyormuş gibi kendi mallarını alıp gittiler deniyor.
Öyle mi oldu dostlar ?.. Düşman, İzmir’de, Eskişehir ‘de, Kars’ta, Maraş’ta kısacası ülkemin her karışımda cirit atarken bu tipler kış uykusunda mıydı ?..
İzmir’de, kadınların buldukları kırmızı, beyaz çaputlardan geceler boyu diktikleri Türk Bayraklarını dağlarda gözyaşları içerisinde dalgalandırırken bunlar hangi köprünün altında, hangi evin bodrumunda saklanıyorlardı. Kim bilir…
Hasan TAHSİN, canını hiçe sayarak düşmana kurşun yağdırırken bunlar neredeydiler? Kiminle hangi hesaplar içerisindeydiler?
Hiçbir ulus yavrularını kına yakarak askere göndermez. Bilirsiniz, bizim geleneklerimiz arasında kına da vardır. Üç yerde kına yakılır bizde. Askere giden gençlere yakılır, vatana kurban olsun diye. Evlenirken kadın ve erkeğe yakılır, birbirlerine kurban olsunlar diye. Bir de kurban edilecek hayvanlarımıza yakılır.
Yine hiçbir ulus ölen (şehit) olan yavrusunun ardından “VATAN SAĞOLSUN” demez.
Hiç kurşun atılmadı öyle mi ?..
Çanakkale’de havada çarpışan kurşunlar, yine havada uçuşan kol, gövde, bacaklar neydi o zaman ?.. İnanıyorum ki Tarih yapanlar kadar Tarih yazanlar da vatan sever olsaydı, gerçekleri çarptıramazlardı.
Dağlarda yanan ateşler, yüreklerde patlayan bombalar hepsi şaka mıydı yoksa? Dağ dağ, şehir şehir, köy köy, adım adım kurtarıldı bu ülke. Öyle üç beş densiz satıp satıp yesin diye değil. Kutlama yapmayacaksınız. Hadi ya!.. Emriniz olur.
Ne diyorsunuz siz? Bizim Atatürk ‘e borcumuz var. Bizim bu vatanın her karışımda uzanıp yatan kınalı kuzularımıza borcumuz var. Bizim ilk kurşunu atan Hasan TAHSİN ‘e borcumuz var. Zehra Anaya, Seyit Onbaşıya, geceler boyu mermi taşıyan Elif’e, Kara Fatma’ya ve yine geceler boyu bulduğu kırmızı, beyaz çaputlardan bayrak dikip, İzmir’in dağını, taşını kırmızı gelincikler gibi boyayan analara borcumuz var.
Dünyanın en karışık, en acılı coğrafyasında yaşananları anlamak gerçekten çok zor. Hele hele Tarih Kitabı adı altında çocuklarımıza dünyanın cinayet takvimini öğretmenler hiç anlayamazlar…
Bilmiyorlar ki bedel ödemeye hazırsanız, sonuna kadar özgürsünüz demektir. Biz bu bedeli fazlasıyla ödedik dostlar. O yüzden de özgürüz. Özgürlük günlerimizi de köy köy, şehir şehir kutlamak en çokta bizim hakkımız.
Unutmayın, ” Dünyayı kötüler değil, hiçbir şey yapmadan onları seyredenler felakete sürükleyecek. “Gün, seyretme günü değil dostlar. Kadın, erkek, çoluk çocuk bir olma, birlik olma, tek yürek olma günüdür.
Acılarımıza tutunup, Sevgiyi birlikte çiçeklendirmek zorundayız dostlar… Nefes nefese… Tıpkı yaşam gibi.
İlklerin şehri, güzeller güzeli İzmir’in güzel insanları, kurtuluş gününüz kutlu olsun.