Yarıyıl tatili nedeniyle Almanya’da bulunuşumuzun ikinci haftasındayız. İlk bir hafta Elif anne hariç her birimiz fena halde üşütüp hasta olduk. Şimdi daha iyiyiz ve bu gün Asaf baba, Cemil ve Meriç’le birlikte İnternationales Kinderspielzeugmuseum’a (Uluslararası Oyuncak Müzesi/Münster) gidiyoruz. Münster, bulunduğumuz Dortmund’a bir saat uzaklıkta küçük ve sevimli bir kent. Buraya giriş yaptığımızda oldukça soğuk havaya rağmen cadde ve sokaklardaki bisikletli insan yoğunluğuna şaşırıyorum. Çocuk, genç, yaşlı pek çok insan bisiklet sürüyor. Sonradan öğrendiğim üzere burası birçok üniversiteyi bulundurmasından dolayı öğrenci yoğunluğuna sahip bir kentmiş. Evde hasta olarak geçirdiğim sıkıcı bir haftadan sonra bu şirin kentin hareketliliği karşısında içim mutlulukla doluyor.
Oyuncak Müzesine vardığımızda, babamdan ismini sıkça duyduğum ve babamın kütüphanesinde kitaplarını gördüğüm Molla Demirel karşılıyor kapıda bizi.
Sakin ve sevecen tutumundan eğitim, edebiyat ve sanatla dolu dolu geçmiş bir hayatın birikimi hissediliyor ilk görüşte. Bu oyuncak müzesini de bizzat kendisi kuruyor. Hem kendi olanaklarıyla topladığı hem de sahipleri tarafından bağışlanmış olan, tarihin farklı dönemlerine ait pek çok oyuncak sergileniyor bu müzede.
Oyuncak müzesinin duvarlarında çocuklar ve gençlerle yaptıkları çalışmaların fotoğrafları asılı duruyor. Molla hoca ve çocukların çehresinden mutluluk yayılıyor müzeye. Odasına doğru ilerlerken Molla Hoca’nın hayattaki izlenimlerini yansıttığı duvarda asılı duran fotoğraflara takılıyorum . ” Bu da benim hastalığım işte” diyor fotoğrafçılık sevgisine dair. İyi bir göz tarafından yakalanmış güzel kareler doğrusu. Odasına vardığımızda duvarda asılı duran Zeki Serbest ve Osman Polat imzalı yağlı boya tablolarından çok etkileniyorum.
“Öğle arası nedeniyle müzedeki sorumlu genç arkadaşlar yemeğe çıktılar, geldiklerinde müzeyi gezelim.” diyor Molla hoca ve ofisinde kahvelerimizi içip biraz sohbet ediyoruz. Burada kendisiyle ilgili meraklı sorularımızı nazikçe yanıtlıyor.
Malatya Akçadağ’da dünyaya gelen Molla Demirel, Diyarbakır Eğitim Enstitüsünde edebiyat eğitimi almış, 1976 yılından itibaren Almanya’da yaşamaya başlamış. Burada edebiyat alanında çalışmalarını sürdürürken sosyal danışman ve pedagog olarak çocuk ve gençlerle çeşitli projeler kapsamında çalışmalar yürütüyor. Aynı zamanda bu müze binasında Radyo Kaktüs adındaki radyoda gençlere radyo yayıncılığı eğitimi veriyorlar.
Kendisi 72 yıllık yaşamı boyunca onlarca kitap, deneme ve şiir kaleme almış. Ve kitaplarından elde ettiği tüm geliri bu müzenin kurulması ve çocukların eğitimi için kullanıyor.
Sohbet esnasında övgüyle bahsettiği gençlerden biri olan Türkan geliyor. Güler yüzü ve sıcacık enerjisiyle karşılıyor bizi.
Kendisi Almanya’da büyümüş, iyi eğitim almış başarılı gençlerden birisi. Türkan, müzedeki projelerin yazılıp yürütülmesi sürecinden sorumlu olan gençlerden biri. Zaten tüm yazılı materyallerde ve fotoğraflarda onu da görüyoruz çocukların arasında. Birlikte oyuncak müzesini gezmeye başlıyoruz. Burada deyim yerindeyse bir tarih yolculuğuna çıkıyoruz.
1900’lerin başından günümüze, farklı dönemlere ait oyuncakların sergilediği müzeyi gezerken içim garip bir hisle doluyor. Bir oyuncak, bir çocuk tarafından büyüyüp yaşlanıncaya dek yaşamı boyunca özenle saklanmışsa onunla çok derin bir ilişki kurulmuş olmalı. İçimden kendime kızıyorum: Niçin tek bir oyuncağımın dahi kıymetini bilip saklamadım. Oysaki çoğunun bana hediye edildiği günü an be an hatırlıyorum. Babamın çalışmaya gittiği gurbetten getirdiği oyuncakları, teyzemin beni eğlemek için yemenisinden yaptığı bez bebeği, anneannemin evdeki ipler, kumaşlar ve pamuklarla oturduğu yerde kaşla göz arasında diktiği o kedi oyuncağımı, babamın kardeşimle bana aldığı raylı treni…Bunları saklamadığım için derin bir suçluluk duyuyorum.
Müzedeki Bebekler, oyun evleri, trenler, ayıcıklar, çiftlik oyuncakları, kutu oyunları, minik masal kitapları, kuklalar ve daha nicesini tek tek izliyoruz. Bunların içinde birinci dünya savaşını dahi görmüş geçirmiş oyuncaklar var. Sahipleri bu oyuncakları yaşamlarının son döneminde getirip müzeye bağışlamış. Bunca yıl bu oyuncakları saklayıp muhafaza etmelerindeki özene hayranlık duymamak elde değil. Çocukların fütursuzca oyuncağa boğulduğu günümüz tüketim dünyasında bir çocuğun herhangi bir oyuncak ile bağ kurması ne zor diye düşünmeden edemiyorum. Olanakların ve satın alma davranışlarının kısıtlı olduğu yıllarda çocukların oyuncaklarla kurduğu ilişkinin çok daha derin ve anlamlı olduğu gerçeğini hatırlatıyor bize. Bir arkadaş, bir dost, uykusu gelmeyen çocuğun sarılıp uyuduğu bir anne kucağı, üzerine binip yolculuklara çıktığı bir araba, kırlarda özgürce koşturduğu bir at, uzak diyarlara yolculuk ettiği bir tren olmuştur kim bilir?
Türkan, bize bazı oyuncaklarla ilgili bilgiler veriyor. Her dönemin ve coğrafyanın sahip olduğu imkanlar dahilinde oyuncaklarda kullanılan materyallerde ve boyutlarındaki değişim kendini gösteriyor. Elbette oyuncak sahiplerinin oyuncağını müzeye bağışlarken anlattıkları yaşam öyküleri de.
Türkan Bize ahşaptan yapılma atlı bir posta arabasını gösteriyor. 1940’lı yıllardan kalan bu oyuncağı Almanya’da başarılı bir mimar çocukları için yapmış. Hayali aslında bir heykeltıraş olmakmış ama ailesi onun mimar olmasını istediği için bu mesleği seçmiş o da heykel sevgisini çocukları için yaptığı oyuncaklara dökmüş. Sonra bu mimarın oğlu heykeltıraş olmuş.
Afrikalı bir kadının saman ve otlarla yaptığı ayıcıkların bu zamana kadar hiç deforme olmadan kalabilmesine şaşırıyorum.
Sergilenen bebeklerin giysileri yumuşacık pamuklu iplerle örülmüş; kumaş elbiseler, ceketler elde dikilmiş. Minicik patikler ve hırkalar örülmüş bebeklere.
Her bir oyuncağın özelliğini saymam mümkün değil ama özetle her bir oyuncak döneme dair çok şey anlatıyor.
Bir bebek vardı, onu bağışlayan kadının annesini Yahudi Pogromunda götürmüşler tabi ki ondan bir daha haber alınamamış. Annesini götürdükleri esnada kucağından düşürdüğü bebeğinin parmağı kırıldığı için çok ağladığını anlatmış.
Minyatür oturma odası, mutfak ve yatak odası eşyalarının olduğu oyun evleri ve çiftlikler ahşap oyuncak işçiliğinin çok güzel örnekleriydi. Fırınlı küçücük bir ocak vardı elektrikle çalışan. Anne ve çocuğun bu minicik ocakta pişirdikleri kekin kalıntıları hala üzerindeydi.
Müzedeki oyuncaklardan en ilgimi çekenlerden birisi elle manuel olarak döndürülen çoklu salıncaktı. Bu salıncak, benim çocukluğumda sokaklarda gezdirilen seyyar salıncağın aynısıydı. Anneannemin verdiği harçlıkla bu salıncağa ilk kez bindiğimdeki mutluluğu unutamam.
Ne iyi oldu bu müze ziyareti. Hem çocukluğuma dair anılarım canlandı gözümde, hem oyuncakların tarihsel süreçte uğradığı değişimi gözlemleme şansımız oldu. Tarihin acı olaylarını da hatırlatsa arşivciliğin ne denli mühim bir iş olduğunu bir kez daha idrak ettim. Dönemlere has objeler, eşyalar, mekânlar, yazı ve fotoğraflar toplumsal belleğimizi diri tutmakta çok önem taşıyor. Oyuncaklar vesilesiyle bildiğimiz gerçekleri hatırlamak ya da yeni bilgiler öğrenmek başka bir deneyim sundu bize.
Meriç yanında birkaç oyuncağını müzeye bağışlamak üzere getirdi. Türkan ablasının kendisine uzattığı beyaz kağıda bu ziyarete dair birkaç şey yazıp resim çizdi. Molla hoca kendi yazdığı Elif ve Yılkı Atları ile Elif ve Yunus Balıkları ismindeki kitaplarını imzalayıp Meriç’e armağan etti.
Meriç babasına üç yaşındayken şu soruyu sormuştu: Baba hani benim annemin bir annesi var, onun da bir annesi var, onun da bir annesi var, onun annesinin de bir annesi var… Bu böyle uzayıp gidiyor ya hani, peki ilk anne nasıl oldu, onu kim yaptı? Bunu cevapsız bıraktığımızı söyleyince Molla hoca Meriç’in gözlerine odaklanıp şöyle dedi: Biz insanlar yokken hava vardı, su vardı, toprak ve güneş vardı. İşte bunlar birbiriyle etkileşim haline geçti ve zamanla farklı canlılar oluştu. İnsanlar da böyle oldu.
Küçük bir çocuğun meraklı sorusunu sade ve yalın bir dille yanıtlamasına hayran kaldım.
Bu ziyaretimizin sonunda müzedeki projelerde yer alan gençlerin kendi konusuna odaklanmış halde sessizce çalıştıkları odaya giriyoruz. Türkan bizi onlarla tanıştırıyor. Her biri faydalı işler yapmanın peşinde pırıl pırıl gençler.
Münster Çocuk Müzesi’nden üretken ve sevgi dolu insanlarla tanışmanın, yeni şeyler öğrenmenin ve hatırlamanın huzuru ile ayrılıyoruz.
Azize Demirhan
İnternationales Kinderspielzeugmuseum/Münster
31/01/2024