Saat 15-00 civarı telefonum çaldı.
Size de oluyor mu bilmiyorum, telefonumun zili ilk çaldığında, bende, merakla sevinç karışımı bir duygu oluşuyor.
Bu konuyu da düşündüm.
Yılları geçip giderken, giden yılların peşine takılan telefonunuz da yoruluyor.
Sizi arayanlar azalmıyor, siz aradıklarınıza ulaşamıyorsunuz! Bindikleri güzel atların rüzgar kanatları var, adeya uçuyorlar, bu nedenle ulaşamıyoruz onlara.
Telefon çaldığında bazen de tedirginlik duyuyorum. Kötü haber almak, inanın beni telefondan soğutuyor. Kimi zaman kaldırıp atasım gelen telefonumu, ihtiyaç olduğu için mecburen tutuyorum.
Teknolojinin hatırına katlanılan tedirginlik oldu yaşamak.
Telefonu açtım, genç bir erkek sesi ”Kadifekale karakolundan arıyorum… TC no sizin mi? Buraya gelmeniz gerekiyor. Pamukkart’ınız var savcılık size yollamış”
Hiç hatırlamamak bir yana, buna inanasım da gelmiyor.
”Memur bey eğer bir sorun varsa, geri dönmeyeceksem söyleyin lütfen, buna gerek yok. Kedim var, bu sorunu çözüp öyle geleyim”
Telefondaki ses oldukça samimi görünüyor ama polislerde oyun bitmez ki ”Gelmezseniz geri göndermek zorunda kalırız, başka bir sorun yok, olsa söylerim” dedi.
Ev adresim belli, kaçak yaşamaktan gerçekten çok yoruldum. Gideceğim karakola, önce yakınımdaki HDP’ li gençleri aradım. Olur da içeri alırlarsa Kimya’ma birilerinin bakması lazım.
”Merak etme abi, eğer bir sorun olursa beni ara ‘işim uzadı’ de ben anlarım”..
Karakol ters yerde, taksiye bindim şoför mahallinde ilk gördüğüm ”İndi bindi 30 lira” la su içeni yılan sokmazmış! Ne alaka bende bilmiyorum, böyle yazmak geldi içimden!..
Bu arada düşünüyorum ”Mutlaka bir yazımla ilgilidir, savcılığa götüreceklerdir. Oradan sonrasına bakarız”. ”Ne yazdım acaba? Millet beğen yapmaya korkuyor, sen aklına geleni yaz, töbe töbee”.
Karakolun önünde indim taksiden. Karakol prefabrik bir binayı andırıyor.
Zırhlı barınaktan çıkan polise telefonla çağrıldığımı söyleyince rahatladı!
Az aşağıda bir jip ve bir kaç özel harekat polisini ilk gördüğümde aslında bildiğim şeyler bir kez daha geldi aklıma.
Kadifekale 90 lı yıllarda polisin giremediği bir yerdi. Bakmayın siz Karşıyaka’dan bakınca dalgalanan dev bayraklara.
Apo yakalandığında, genç bir kadının protesto amaçlı kendini canlı canlı yaktığı semt burası.
Dış kapıya yöneldiğimde gördüğüm iki yaşlı kadına içeri nasıl gireceğimi sordum. Elini parmaklıktan sokup kapıyı açtılar. Daha önce buraya çok geldiği belliydi ama farklı bir nedenle. Sordular bana ”Sen kime geldin?”…
Önce anlamadım ”Telefonla çağırdılar” dediğimde bana garip baktılar. Sağ tarafımda ”Hava şehitliği” yazısını görünce, oğullarının mezarına gelen asker anneleri olduğunu anladım.
İçim cız etti.
Gözlerindeki acı nasıl tarif edilir ki? Ben edemem, etmek de istemiyorum. Böyle bir acıya nasıl katlanıyorlar diye sormayı öyle istedim ki. Sonra aklıma ”Üç oğlum var, üçü de bu vatana feda olsun” diyen baba geldi.
Susmak bazen en güzel tavırdır..
Karakolda gözüm ilk olarak nezareti aradı, tam karşımdaymış. Çok genç bir polis beni içeri buyur etti. Oturmam için üzerinde evraklar olan bir koltuğu boşalttı.
Çok alışkın değilim böyle davranışa. Doğrusu önceden de dimdik dururdum polisler karşısında, bu çocuk çok gençti ve bildiğimiz polislere benzemiyordu; Şimdilik!.
Sözleri doğruymuş, Pamukkale turizmin ”Pamukkartı” özel ambalajında imzam karşılığında teslim edildi.
”Gereksiz masraf işte, ben önce size inanmadım” dediğim polis bana temennisini iletti ”Buraya gelme nedenin bu olsun”.
Dışarı çıktığımda ilk işim kartı kırıp atmak oldu.
Yokuş aşağı yürüdüm, yazımda anlattığımdan daha fazlasını yaşayarak.