Engin Şirin
Perşembe günü çok enteresan, ürkütücü, heyecan ve bir o kadar da onur verici bir yolculuk yaptık. Ahmetbeyli’den çıktığımız yol oldukça uzundu; 81 milyon 160 bin kilometre. Saatte 100 kilometre hızla gidecek bir arabayla yolculuğu 2 bin 7 yüz 20 yıl, 811 bin 600 saat sürecek bir yol. Şükürler olsun ki solucan delikleri var. Uzayın solucan deliklerini kullanarak bir saniye bile sürmeyecek bir yolculukla hedefimize vardık. Gözleri kapayıp açma süresinde Klaros’taydık. Az gitmiş uz gitmiş bir arpa boyundan bile az yol gitmiştik.
Zamanda yolculuk yapmıştık ama mekanda aynı yerde kalmıştık anlayacağınız…
Klaros’ta denize doğru bir sahne forum alanı olarak düzenlenmişti ve ilginin odağıydı.
Fatmagül’le birlikte tam karşısında oturduk. Sahnede üç kişi vardı. Prof. Dr. Doğan Göçmen yönetiyordu konuşmaları. Uğur Pişmanlık, kurucusu olduğu Aratos Felsefe Okulları’nın kuruluş ve yaygınlaşma sürecini anlattı tüm detaylarıyla. Anlattıkları felsefe halkla nasıl bütünleşirin gerçek tarihiydi..
Politikacıların okullarda felsefe dersini ders programlarından kaldırdığı bir dönemden bahsediyoruz. Sevgili Uğur nasıl da karanlığın rüzgarlarına karşı direniş sergilemiş…. Biraz hayranlık biraz daha az da kıskançlıkla gözlerimiz sahnede.
Sonra bir genç kız sözü aldı: Prof Dr. Kamuran Elbeyoğlu… Gözlerinde hayret, dudaklarında yürek, yüreğinde bilgelik sevgisi dolu, laktik asit üretimi sıfır. Kırk yıllık hoca. Değişim, ilişki, felsefe konularında konuşmasını yaparken kır çiçekleri yapraklarını dökmeye başladı üzerlerimize Her yanımız bahar kokuyordu.
Hani felsefecilere “ağır insan” denir ya… Kamuran Hoca’yı bir de Ankara’nın Bağları’nı oynarken görün…
Dinleyicilerin coşkulu alkışlarıyla konuşmalarını tamamladılar…
Sonraki oturum başladı.
Kuantum mekaniği bir parçacığın aynı anda iki yerde olmasının mümkün olduğunu söyler ya… Doğruymuş. Kendimi sahnede izlemeye başladım. Sahnedeki “ben” ile izleyici “ben” farklı şekillerde davranıyoruz. Paralel evren de doğruymuş… Medya ve Toplum konusunu ele alıyorduk. Şimdi de konuşmaları ben yönetiyordum. İki gazeteci, iki Nihat arkadaşım ise konuşmacıydı. İki Nihat arasında bir dilek tuttum elbette. Kehanetin merkezi Klaros’tayıs ya belki bize de bir şeyler vurabilir. Kim bilir?…
Sağ yanımda Nihat Ak “Medyada Görünmeyenin Görünürlüğü”nü anlatırken, Sol yanımda Nihat Sözeri “Klaros’un Medyada Görünürlüğü” nü anlattı. Arkadaşlar anlattıklara konulara o kadar hakimdi ki sahnedeki “ben”e yapacak fazla bir şey kalmamıştı. Kırbaçlarımı ve çivili sopalarımı zuladan çıkarmaya fırsat bulamadan oturum bitti…
Oturumun kazancı Uğur Pişmanlık’ın armağanı Aratos Yayınlarının Basın Sosyolojisi kitabı oldu…
Bir saat kadar boşlukta nereye bakarsanız küçük bir grubun kendi aralarındaki forum kıvamında sohbetleri vardı. Şekerci dükkanındaki bir çocuğa dönmüştüm. Her bir yana kulak kabartmaktan kulaklarım uzadı.
Sadece bir grup vardı ki daha farklı gibiydi. Hemen iskele-sancak yapıp konuşmaları anlamaya çalıştım. Düpedüz yancılık yapıyordum yani… Tam on ikiden vurmuşum. Avrupa Türkiyeli Yazarlar Grubu üyeleri. Hiç birini tanımıyorum. Konuşmaları dinledikçe, tüm olanaksızlıklara rağmen gurbette yeniden doğuşun ve direnişin kahramanları olduklarını anlıyorum. Yancılığı bırakıp, kırk yıllık dostları gibi oturdum yanlarına. Hep birlikte çemberi bir sandalye daha genişlettik.
Konuşmalar iki cümle üç kahkaha… Anlat Molla diyor birisi, Anlat Fakir Baykurt’u diyorlar. Anlatıyor… İki cümle üç kahkaha… Anlattıkları harika bir okul, bir atölye. Yazı çalışmalarında Fakir Baykurt’un nasıl da kılı kırk yardığını kahkaha bahçesinde anlatıyorlar. Sonra da birbirleriyle ilgili anıları alıyor sırayı. İsimlerini bilmediğim için kendime nasıl kızıyorum anlatamam… İşin kötüsü Molla dışında bir isim de kulağıma net bir şekilde gelmiyor. O da herhalde lakaptır diye düşünüyorum. Öyle ya, Molla diye isim mi olur?. Neden takıldı acaba bu lakap?
Daha sonra film gösterisi yapıldı. Uğur Pişmanlık’ın eseri olan film sokak müzisyenleri üzerine çekilmişti. Oldukça sürükleyici olan filmi bir nefeste izledik.
Bu arada, Uğur değişik bir insan. İlk ve uzaktan bakışta felsefe ile ilgilenen, klasik, asosyal biri gibi görünüyor ama konuşmaya başladığında simetriyi hemen fark ediyorsunuz. İçten, sıcak ve muzip bir bakışı var. Dost bir yüreğin sıcaklığını hemen anlıyorsunuz. Ama biraz zor insan olduğunu da önceden biliyorum. Nereden mi? Kendisi Söz Bizde’nin ilk yazarlarındandır.
Bir ara Eko’nun Yeri’nde Uğur Pişmanlık’a, sevgili dostlarım Mazlum Vesek ve Muustafa Yıldız’ın selamlarını ilettim. Sıcak bir sohbet ettik.
Spotlarla aydınlatılmış gece karanlığında felsefe olur mu? Klaros’ta oldu. Gülefer Uygur Hoca’mızın yönetiminde forum… Forumun konusu ise; “Geçmişten Geleceğe Felsefe”. Herkes konuştu. Hem de dolu dolu konuştu. Bir saat sürmesi planlanan forumun süresi neredeyse iki saati buldu.
En sonunda da “Erik Dalı Gevrektir”!.. İlk bakışta tuhaf gibi gelmişti ama sonra en sevdiğim de bu kısım oldu. Bu “dal”, çevremizdeki tatilcilerle aramızda gittikçe gelişen bir bağ oluşturdu. Gündüz boyunca konuşmalara uzak duran tatilciler ağır ağabey gibi gördüklerinin kıvrak dansları karşısında dumura uğradı. Ne yapıyorlar diye bakmak için yaklaştıkça dansın taaa göbeğine girdiler. Veeee mutlu birliktelik; hep beraber dans, halay. Felsefe halkla teması göbek atarak yakalamıştı. Acaba tatilciler, oturumlara ve forumlara az bile olsa ilgi gösterir miydi? Acele etmeyin anlatacağım. Sırası gelince tabii…
Bir de Kamuran Hoca’yla Osman Hoca’yı görmeniz lazımdı. O ne oyunlardı öyle? Pistler yandı tutuştu… Ama o da ne?… bana da bulaşmış……
YARIN: Çileli Hamdi liderliğinde Klaros’un Kalesi fütuhatımız, Turan Akpınar ve Almanya Penceresi.