Kumbahçe plajında benim gibi çok canti fotoğraflar çekebilirsiniz. Kendinizce ve çevrenizce çok beğeni de alabilir siniz, ancak bu sadece bir manzaradan öteye gitmez. Hele ki eski Kumbahçe sahiliyle kıyaslamak anlamsızlaşır. Şimdilerde kıyıya şemsiyelerin altına şezlong serip yatıp güneşleniyormuş süsü vererek yatmaktan öte bir etkinlik bulamazsınız. Ara sıra denize girenlere de rastlarsınız o kadar.
70’li yılların ilk yarısı, Bodrum’da tatildeyiz. Biz üç arkadaş yine birlikteyiz, zaten bekarlık hayatımızda kolay kolay ayrı duramazdık. Ben İstanbul’da Dz. Astsb. Okulu’nda, Hasan İzmir’de Mithat Paşa Sanat Enstitüsü’nde, Mehmet Ankara’da hem liseyi okuyor hem de kuru temizleme işini yürütüyor. Velhasıl üç büyük şehri aramızda paylaştık. Ortaokuldan mezun olduğumuzda Bodrum’da gidebileceğimiz henüz bir lise yoktu.
Mehmet’in Ankara yaşamı süresince baba gibi gördüğü, aynı zamanda patronu olan, Gökova gezisi (Mavi Yolculuk) sayesinde tanıştığımız Hava Emekli Albay Ekrem amcanın Bodrum’da da bir teknesi vardı ve kızının ismini koymuştu. “Siğnem” teknesinin boyu altı metre civarında, İstanbul balıkçı teknesi diye bilinen içinde 8-10 beygirlik benzinli Lombardin motoru var. Ekrem amcalar ailece yaz boyu Kumbahçe’de Artemis otelde tatil yaparlar, Ekrem amca da balık tutma meraklısı, Bodrum’a tatile geldiğinde sık sık tekneyle balığa götürüyoruz. Tekne Mehmet’e emanet. Tekne, Kumbahçe plajında Artemis Otelin önünde bağlı durur, Ekrem Amca Ankara’da olduğu sürede biz keyfimizce geziyoruz ve tekne dolayısıyla bizim tekne.
Genellikle Kumbahçe sahilinde tur atmayı severdik, o zamanlar yüzme alan kısıtlaması yoktu. Sahildeki irili ufaklı iskelelerde hayat oldukça hareketli geçiyordu. Sahilde her tür insana rastlamak mümkün. Bizde sandal, yelkenli ya da böyle bulduğumuz tekne ile piyasa yapıyorduk.
Yaz ortalarındayız yine… Ekrem amcanın Ankara’da olduğu bir dönem, tekneyle biz üç kafadar keyfince geziyoruz. Kürekleri de var, çok benzin harcamamak için kürekli de geziyoruz. Motorla Kumbahçe plajında tur attığımız bir sırada motor stop etti. Benzinli motorun epeyce derdini çekiyorduk zaten. Sık sık yapardı, güneşlik tente olarak kullanılan brandayı, ayakta elleri iki yana açarak gergin tutup yelken yaptığımız bile olmuştu. Hiç öf pof çekmez bunu bir zevk görürdük.
Hava çok durgun, rüzgâr yok. Kıyıya da yakınız, motoru tekrar çalıştırmaya uğraşıyoruz. Volana ipi sarıp çekerek yorulana dek sırayla çalıştırmaya uğraşıyoruz ancak nafile. Çalışmayacağım diye tutturdu. Canımıza tak etti. Hasan İzmir’de Mithat Paşa Sanat Enstitüsünde okuyor, torna tesviye ve motor branşlarında bir sürü ders görüyor, bu işten anlaması lazım ne de olsa okulunda okuyor diye Hasan’a; “Oğlum bak bakalım şu motora nesi var” diye görev verdik. Hasan fırsatı kaçırır mı “çekilin bakem ordan” diye motorun başına çöktü, bir kısım takım aletlerimiz de var. Hasan motorun orasına baktı, burasına baktı, sonra bujiyi söktü iyice inceledi volanı elle çevirip bujinin deliğinden içeri baktı ve büyük bir bilgelikle “piston kırılmış” dedi. “Oğlum emin misin iyice bak bakem” dedik… “oğlum na işte görünüyo piston kırık” dedi. Ve ekledi “sakın oynamayın daha fazla zarar verirsiniz”. Adam bu işten anlıyor, okulunda okuyor. Ona inanmayıp daha kime inanalım ki.
Mehmet’le benim başımızdan aşağı kaynar sular döküldü. Çünkü tekneyi en çok ikimiz kullanıyoruz. Tekne Mehmet’e emanet ancak bu durum beni de ilgilendiriyor ayrımız gayrımız yok. Hasan genellikle babasına yardım ediyor, gündüzleri pek fazla bizimle olamıyor.
Eeeee ne yapcez?… Ne yapcez var mı!… Tamirciye gidecek… Çok tutar mı len masrafı… Tutar tabii leen nerdese yeni makine fiyatına denk… Usta komple sökücek piston değişcek… Oğlum biz nerden bulcez tamir parasını etimiz ne budumuz ne!… Valla ben anlamam ne yapcekseniz bilmem gari…
Böyle konuşmalar çerçevesinde asıldık küreklere tekneyi yerine götürüp bağladık. Karadeniz’de gemileri batmış kaptan psikolojisiyle.
Hafta sonu günlerinden biriydi ertesi gün Hasan İzmir’e gitti geçmiş gün ne işi vardı bilemiyorum gitti kurtuldu. Biz Mehmet’le sürekli birbirimize soruyoruz “oğlum ne yapcez” çözüm bulabilme imkânımız yok ki cevap bulalım. Adamın teknesini bozduk ne yüzle karşısına çıkarız.
Haftayı ortaladık, sıkıntıdan havale geçireceğiz neredeyse. Hasan, “kurcalamayın daha fazla hasar verirsiniz” dedi diye korkumuzdan orasını burasını kurcalayamıyoruz, tekrar deneme yapamıyoruz da. Bizde ne neşe kaldı ne huzur sürekli “ne yapcez” diye oflayıp duruyoruz. Haber de geldi. Ekrem amca hafta sonu geliyor.
Denize düşen yılana sarılırmış pozisyondayız. Yapacak bir şey yok tamirciye götüreceğiz, en azından ne masraf çıkar onu öğrenelim bari. Kendi aramızda konuşuyoruz: Tuğrul abiye götürelim, nazımız geçer, ona yaptıralım. Masrafı neyse, artık yavaş yavaş öderiz, bize bir kıyak yapar belki. Başka bir çaremiz de yok zaten, Ekrem amca hafta sonu geliyor. Hadi balığa derse ne deriz.
Tuğrul abi iyi bir motor ustası, daha sonraları Bodrum Belediye Başkanlığı da yapmış Tuğrul Acar. Günlerden perşembe ya da cuma, Hasan hâlâ İzmir’de. Mehmet’le ben aldık tekneyi kürek çekerek kale altındaki tersaneye yanaştık. Erol Ağan henüz tersanesini (Ağanlar Tersanesi) İçmeler’e taşımamıştı. Tuğrul ustanın da atölyesi orada. Şimdiki Mandalin Barın olduğu yerde.
Tuğrul abiye gidip ezile büzüle sıkıla yakıla, “abi biz motoru bozduk, galiba piston kırılmış bir bakıversene” diye. Önce bir baksın hasarı söylesin ödemeyi de yalvar yakar konuşacağız artık. Zaten tekneyi de tanıyordu, motorun montajını da daha önceki arızalarını da o yapmıştı sanırım.
O zamanlar çok fazla motor tamircimiz yok, hepsinin işi başından aşkın. Teknede oturmuş bekliyoruz, başımıza ne bela sardık acaba düşünceleriyle. Tuğrul abi sağ olsun işine ara verip geldi. Bakayım deyip motorun başına geçip bir kere ipini çekti denedi, sonra “hıııııım” dedi. Manyato kutusunu açtı, ince bir zımparayla platinleri zımparaladı ve ardından bir kez daha çekti ipini motor çalıştı. “Tamam leen bi şeysi yok motorun haydi selametle” dedi ve gitti.
Daha önce öyle bir duygu tatmadığımızdan, eşeğini kaybettirip bulmanın ne demek olduğunu o zaman anladım. Herhalde böyle bir şey olsa gerek. Biz gülüyor muyuz, ağlıyor muyuz, haykırıyor muyuz, kahkahamı atıyoruz, çıkardığımız seslerden ne olduğu pek anlaşılmıyordu. Aldık tekneyi mahalleye doğru gidiyoruz, artık yolda Hasan’a makineli tüfek gibi saydırıyoruz. Bir haftadır çektiğimiz ıstırap canımıza yetmişti, “Eeeh breeee Hasan! çekeceğin var elimizden”
Hasan yıllarca bizim yaylım ateşimizden kurtulamadı. “Piston Kırıldı Haaaa”. Tüm saydırmalarımıza göğüs gerdi de tek bir ricası vardı “Sakın Babam Duymasın”. Arkadaşlık hatırına Arap amcaya duyurmadık (Arap Ömer Aslanseren). Nurlar içinde uyusun artık, duymasında bir sakınca yok, yaşasaydı da duysaydı keşke.
Günümüzde sahillerimizin turistik ticarete konu edilmesiyle yoğun işgale uğraması neticesinde sahillerde maruz kaldığımız muamele artık kanımıza dokunuyor. Sahillerimizdeki eski özgür yaşamımızı şiddetle arar olduk. Bizim ve önceki kuşakların hayatımızın altın dönemi dediğimiz çocukluk ve gençlik yıllarını, günümüzde “eski yaşamımız” olarak nitelendirilen zamanlarını anlatmak öyle tek bir öyküyle mümkün değil.
Bodrum’a “Sahil Kasabası” niteliğini kazandıran Kumbahçe sahili aynı zamanda Bodrum’un sosyal yaşamının gözlenebildiği de bir yaşamı döngüsüne sahip idi. Hem yaşamımın önemli bir evresini geçirdiğim hem de Bodrum için çok öneme haiz olması nedenleridir ki hikâyelerimin çoğunluğu bu sahilde şekillenir. Sitemlerimi de bu sahile bakarak dillendiriyorum. Ve şimdilerde bu sahile bakınca gerçekten Piston Kırılmış diyorum.
Bu karşılaştırmalar yeterince durumu açıklıyor. Saygılarımla… Ali DİZDAR
FOT
.