Yok, yok, yok… Bir avuç duyarlı, yurtsever, ahlaklı, aydın insanlardan başka duyan yok… Kulaklar sağır, beyinler sağır, yürekler sağır olmuş. Ya diller, diller lal olmuş, kilitlenmiş…
Toplumca susuyor, susuyor, susuyoruz. Neden? Ve ne zamana kadar? Ne sessiz çığlıkları duyuyoruz. Ne de çocukların atamadığı çığlık olabiliyoruz, olmuyoruz…
Bu kadar anne, baba salt izliyor. “Bana dokunmayan yılan, bin yaşasın.” der gibi. Daha neye dokunacaksa. Çocuklarımız, teker teker avlanıyor görmüyor musunuz? Bu kadar mı kör olduk anlayamıyorum.
Pamuklara sarıp, sarmalayacağımız çocuklarımızı bir avuç ahlaksızdan koruyamıyorsak, yazık bize, vah bize, vahlar bize…
Buruşuk çarşaflar altında, buruşuk, hain, hayasız heriflerin oyuncağı mı bizim yavrularımız? Tam altı yaşında. Altı yaşında bir çocuk. Ana sınıfına gitmesi gerekirken, bir adamın koynuna atılan bir çocuk. Ana kuzusu. Oynadığı bebeğine bile gelinlik giydirmiş soysuzlar…
Isırgan tarlasındaki gelincikler gibi çocuklarımızın dağlanmadık yerleri kalmadı.
Biliyorum, insanların söylenmemiş sözleri, mutsuzluk ve huzursuzluk yaratır. Öyleyse neden susuyoruz. Böyle bir konuda konuşmayıp da ne zaman konuşacağız. Alaca karanlıkta ne yapacağımızı şaşırdık. Televizyonları açıyoruz dram, sokağa çıkıyoruz dram. Neyi koruyup, kollayacağımızı bilemez olduk.
Yüreğim yine anlamsız kederlerle yüklü. Yorgun, çökmüş ve berbat bir durumda duyumsuyorum kendimi. Bu aralar içimde anlatamadığım bir sıkıntı var… Duyduklarım, yaşadıklarımız karşısında ne yaşamımı ne de duygularımı yerli yerine oturtamıyorum… Bedenim ve ruhum gizli bir gücün ellerinde sürükleniyor gibi…
Şimdi soruyorum sizlere, hangi duygular ve sözler anlatabilir yaşanmış olan bu rezillikleri…
Oysa her dürüst insanın görevi, köleleştirilenlerin yaşama hakkı için yürütülen savaşa, bütün aklını, yüreğini koyarak bu savaşın akışını hızlandırmak, çekilen acıları azaltmak değil midir?
Bunca kötülüğe, rezilliğe, pisliğe susarsak!.. Uğrunda savaş verdiğimiz, aç ve susuz kaldığımız, hani o kirletip bir yana bıraktığımız ideallerimizi kim temizleyecek? Ve yaşamı kim yaratacak yeniden? Kim.? Kim? Kim?
Yaşanılmamış ya da yarım bırakılmış o kadar çok şey varken geride… Susup, oturacak, öylece izleyecek miyiz?
Sorular, sorular, sorular… Hey duyan var mı? Bakın çocuklar haykırıyor. Çalmayın yarınlarımızı… Geri verin çocukluğumuzu… Oynamak istiyoruz. Koşmak, coşmak, kahkaha atmak istiyoruz… Bırakın bizi, çekin o pis, yapışkan ellerinizi üstümüzden diye…
Düşünsenize, iki korkusuz, koca yürekli gazeteci bu olayı haber yapmış. Ellerinden gelse pança pinçik edecekler ikisini de. Şaka gibi, kutlamak, alınlarından öpmek, sarıp sarmalayıp, koruyup kollamak gerekirken söylenenlere, yazılıp çizilenlere bakın…
Dokunmaya değer şeyler, ancak kutsal olanlardır. Peki nerede kutsallarımız. At, avrat, silah diyenler. Kadınlarımız her köşe başında acımasızca öldürülen kadınlarımız. Gözü yaşlı, bağrı yanık analarımız… Yavrularına mı sıra geldi? Ne erkek, ne kadın, ne çocuk demeden bu rezilliklere yavrularını kurban veren analarımız… Yeter, yeter, yeter artık…
Devamı Yarın