Bir komşudan ileri idi onlar bizim için… Çocuklarımız gibiydiler…
Henüz yeni evliydiler karşımıza taşındıklarında…
Özlem ile Rauf çiftinden söz ediyorum…
Bir yıl sonra Elif’cik de yaşama merhaba demişti…
Elif torunumuz olmuştu… Bizden çıkmıyordu. Anne ve babası gece gezmesine gittiklerinde bana bırakıyorlardı. “Gece geç gelince bizi uyandırmayın, biz kızımla yatar uyuruz. Bizi rahatsız etmeyin!”
diye tatlı sert tembihliyordum…
Tek tük laf söylemeye başladığı sırada eşim Hikmet’e “dede” diyordu Elifcik ama benim adımı öğretmek istedi annesi .. Özlem “Hülüş” dedikçe Elif “Hüşü” diyordu. Sonunda vaz geçti Özlem…
Hâlâ komşularım Hüşü diyorlar bana…
“Hüşü bana et yap, börek yap. Hapur huzur yiyim… fosur fosur uyuyum…” diyordu. Kıyamazdım, hemen hamuru yoğurmaya koyulurdum.
Derken iş gereği Çanakkale Geyikli’ye yerleştiler.
Çok zor geldi ayrılık… Bize de onlara da…
Bir gün parkta otururken bir kadın kahkahalarla gülmüş… Elif “Anne bak aynı Hüşüm gibi gülüyor!”demiş. Özlem telefonda söylediğinde neredeyse ağlayacaktım…
“Hüşü gel” Israrlarına dayanamadım. Bastım gittim. Bir kaç gün evlerinde kaldık. Rauf’un işi vardı. Biz üçümüz gezmeye karar verdik. Önce Bozcaada’ya gittik… Sonraki gün ver elini Bursa, oradan Cumalıkızık… Harika bir hafta geçirip dönmüştüm İzmir’e…
Ooof… of… anılarım canlandı. Elif artık bir genç kız oldu… Özledim… Bir daha mı gitsem ki!..
Haaa… Bu Cumalıkızık resmim mi?.. o zamandan…