Bundan sonraki bölümlerde parti siyaseti tecrübelerim ve gözlemlerim yer alacak. Dikkatli yazmaya gayret edeceğim. Bazı özel olayları ya da farklı anlaşılmalara neden olabilecek konuşma, görüşme ve tanıklıklarımı yok sayacağım. Ayrıca ikinci elden pek bir şey anlatmamaya çalışıp, doğrudan tanık olduklarıma yer vereceğim.
SHP ile CHP, CHP çatısı altında birleşmişti. Deniz Baykal’ın başkanlığında genel seçime gidildi. İki partinin önde gelen isimlerinden iyi bir vekil aday listesi oluşturulmuştu. Ancak CHP, seçimde yüzde on barajını aşamayıp, Meclis dışı kalınca Baykal bırakmak zorunda kaldı. Yerini biraz da kendi onayı ile Altan Öymen’e bırakmıştı.
Bu sonuç beni oldukça rahatsız etti. Ecevit’in DSP’si çok da iyi kadrolara sahip değildi ve aile partisi görünümündeydi. AB uyum yasaları çerçevesinde yapılan düzenlemeye dayanarak CHP’ye 2000 yılında üye oldum. Benim gibi bu durumdan etkilenen çok sayıda kişi, ama özellikle emekliler CHP’ye üye olmaya başlamıştı.
Basmane’deki il binasına üyelik işlemleri için gittiğimde, hiç unutmam rahmetli Hasan Çanatar (il sekreteri), “hocam iyi ki geldin de kırk yaş altı birini üye yaptık” dedi. Bu dönemde özellikle emekli askerler üyeliğe ilgi gösteriyordu.
İl Başkanı Selçuk Ayhan, benim üye olduğum Konak İlçe Başkanı da Av. Feridun Gökhan’dı. Altan Öymen, PM ve MYK’yı yine partinin tecrübeli ve tanınmış isimlerinden oluşturmuştu. Ancak kendisi pek çok kişi tarafından emanetçi olarak algılanıyordu. Parti yönetiminde çok sayıda genel başkan adayı vardı. Baykalcıların o sıra yakın durduğu isim Ertuğrul Günay’dı.
İl Başkanı Selçuk Ayhan’da görevi Baykalcı ekibin ileri gelenlerinden olan Bülent Baratalı’dan almıştı. Ancak zamanla Selçuk Ayhan, Öymen’in samimiyetine inanmış ve onunla seçime gidilmesi yönünde bir görüş benimsemiş, tavrını da ona göre belirlemişti. Bir yerde Öymen ve Tarhan erdem ekibine dahil olmuştu.
Bundan sonra son cümleye kadar anlatacaklarım yirmi yıl boyunca siyasetin pratiğine ilişkin tecrübelerimi ve gözlemlerini içerecektir. Duygusal olarak değil de sakince okuyan herkes bu pratiğin nasıl işlediğine ilişkin fikir sahibi olabilir. Benim için kişisel olarak umutlarımı, hayal kırıklıklarımı ve çabalarımı içermektedir. Sosyal medyada sıkça paylaşıldığı gibi, “tecrübe, insan kel kalınca, hayatın ona tarak vermesidir” sözünde olduğu gibi.
Olayları sıcağı sıcağına paylaşmak bazen daha iyidir ama çoğu zaman, üzerinden belli bir süre geçtikten sonra anlatmak daha objektif olamaya katkı yapabilir. Çünkü duyguların etkisi azalır ve kızgınlıklar soğur.
Bir süredir bunları yazmayı planlıyordum ama seçimler geçsin istedim. Çünkü anlatacağım tecrübe CHP’de yaşadıklarıma ilişkindi ve partililerin çoğu duygusal olduğu için, bundan başka anlamlar çıkarabilirdi. Benim anlattıklarım veya yazdıklarım hiçbir seçmenin tercihini değiştirmez ama kutuplaşmış ortamda bunu kabul ettirmek zordur.
Kısacası bunları anlatmak ne üzüm yemeye ne de bağcıyı dövmeye yöneliktir. Kendini anlatmak bir yerde. Kimseye zarar vermez. Dostlarla sohbet. Böyle okunursa memnun olurum.
CHP’ye üye olduğum ilk yıl yoğun bir faaliyet içinde buldum kendimi. CHP parlamento dışındaydı ve İzmir’de sadece Çiğli ve Güzelbahçe belediyeleri elindeydi.
Altan Öymen ve ekibi bir yandan üye yenilemesi ile işe başlıyordu. Güncelleme yapılıyordu. Sahte üyeler, ölmüş olanlar, parti binasını bile bilmeyen, delege ağaları tarafından üye yapılmış binlerce kişinin üyeliği düşüyor ve bir sadeleşme hedefleniyordu.
MYK üyeleri arasında yer alan bazı eğitimciler ve akademisyenler yeni bazı projeler gündeme getiriyordu. Mustafa Gazalcı ve Yakup Kepenek hocaların bu yönde çalışmaları üzerinden bazı çalışmalara katılıyordum.
İl Eğitim Sekreteri geçenlerde kaybettiğimiz sevgili Fahrettin Yılmaz hocamızdı. Pek sevdik birbirimizi. Diğer eğitmenler Hatice Tatlı, Şengül Sevim Yelken, Zafer Yapıcı ve Nejla hanım ile adeta bir ekip olmuştuk. Ben eğitmen grubunda değildim ama çevre politikaları dersini ben veriyordum. Bu süreçte birçok parti yöneticisi ve üyeleri ile tanışıyorduk. En çok Konak ve Bornova’da faaliyetim oluyordu. Buca Lisesinde öğretmenlik yaptığım zaman meslektaşım olan Sadiye Akgül ilçe başkanıydı. O da zaman zaman benim etkin olabileceğim toplantılar düzenliyordu. Konak, Karşıyaka, Buca ve Bornova’da dersler dışında da konuşmacı olarak davet alıyordum.
Bornova İlçe Başkanı Nevzat Kavalar idi. Yöneticilerin tamamıyla dost olmuştuk kısa sürede. Aziz Kocaoğlu ile o süreçte tanıştım. Gençlik merkezinde söyleşiler olurdu. Defalarca konuşmacı olarak katıldım. Aziz bey de gelirdi. Selçuk Ayhan, Nevzat Kavalar, Aziz Kocaoğlu ve diğer arkadaşlarla söyleşi sonrası Kemalin Yerinde rakı sohbetiyle günü kapatırdık bazen.
Karşıyaka’da Ertuğrul Gül bir akşam yemekli toplantıya davet etmişti beni konuşmacı olarak. Eski partililer, vekiller, belediye başkanları ve Karşıyaka’nın akil adamları vb. O akşam Milliyet Ege yayın yönetmenlerinden Çağlayan Bilgen de davetliler arasındaydı ve bu toplantıyı haber yapmıştı. Sanırım “CHP’ye yeni kan” türünden kışkırtıcı bir haber de yapmıştı. Ardından bana, “hocam haftada bir gün bize yazsana” deyince, biraz düşündüm ve kabul ettim. Böylece gazete köşe yazarlığı macerası da başlamış oldu. O zaman Milliyet ve Ege eki bölgede okunan gazetelerden biriydi.
Bu süreçte CHP örgütlerinde Baykal öfkesi ve utangaç Baykalcılar vardı. Partinin baraj altında kalmasından Baykal’ı sorumlu tuttukları için birçok yerde öfkeye rastlıyordum. Ulusalcılık, darbe beklentisi gibi eğilimlere karşı eleştirel bir yaklaşımım vardı. Bundan hoşlanan olsa da rahatsız olanlar da az değildi. Derin devlet değil, derin demokrasi dedikçe bazı ulusalcı arkadaşlar tepki gösteriyordu. Kastettiğim demokrasinin kök salması ve kurumsallaşması idi ama onlar bölünme ve şeriat tehdidi nedeniyle bu düşünceleri lüks buluyorlardı. Bazen yine davet edildiğim ve sohbete katıldığım Emekli Astsubaylar derneklerinde de bu tepkileri alıyordum.
Eğitim Dernekleri ve Sendikaların toplantılarında o kadar sıkıntı yaşamıyordum.
Ama hiçbir zaman popülizm peşinde olmadığım için tavizsiz ve lafı dolandırmadan ama yine de karşımdakileri incitmeden anlatmaya çalışıyordum.
Kısa sürede İzmir’in pek çok ilçesinde partililer tarafından tanınmış oldum. Arada bir parti örgütlerine destek sağlamak için yemekler düzenlenirdi. Fırsat bulduklarıma katılıyordum. İlk yemeklerden birinde sevdiğim bir arkadaşım, masama gelip omuzuma yaslanarak, “hocam böyle oturarak olmaz, masa masa gezeceksin konsomatris gibi, insanlara dokunup, konuşacaksın” deyince, ben konsomatris değilim, gezenleri ayıplamıyorum ama tarzım değil demiştim.
Bir sonraki bölümde tecrübe ve gözlemlerimize devam edeceğim.