“SOKAK”; “Sokak Çocuğu” tanımlamasındaki gibi evin dışındaki her yer anlamına gelirdi. Ancak genel manada bilinen ve özellikle toprak zeminli dar sokak aralarında oynamayı tercih ettiğimiz “BİLYE” oyunlarımız da vardı.
Çoğunluğun dilinde “MİSKET” olan bizde “BİLYE” olarak söylenirdi. Her çocuğun evde bekleyen çokça bilyesi olurdu. Bilyelerini oyunlarda ütülmüş ise gider yenilerini alırdı. O nedenle bakkallarda bilye (misket) satılırdı.
Oynadıysanız bilirsiniz BİLYE oyunlarımızın çok çeşidi vardı. Bizim en çok sevdiğimiz ceviz (katım) vurma oyunuydu. Muhtemelen oyun sonunda cevizleri kırıp yemek hoşumuza gittiğindendi. Ceviz (katım) oyununda önce oynamak avantajlı olduğundan oynama sırasını belirlemek gerekir ve belli bir mesafeden, çizilmiş bir çizgiye atılan bilyelerin/misketlerin yakınlık sırasıyla oynama sırası belirlenirdi. İki çeşit ceviz oyunumuz vardı. Biri belli bir mesafeden ayakta durup yan yana dizili katımları bilyeyi fırlatarak vurmak. Diğeri bir çizgi üzerinde ard arda belli aralıklarla dizilmiş cevizleri/katımları yerde duran bilyeyi parmak marifetiyle fırlatarak vurup kazanmak.
Yerde duran bilyeyi parmak marifetiyle fırlatırken, topraktan taştan kurtulmak için isteyen özel “BİLYE TAHTASI” kullanırdı, bilye tahtasını zemin yaparak bilyeyi bu küçük tahta üzerinden fırlatarak oynardı.
BİLYE TAHTASI ; Pinpon/masa tenisi raketinin minyatürünü düşünün, avuç içi büyüklüğünde ve ince tahtadan yapışmış yuvarlak kısmının ucuna bilyenin duracağı küçük bir yuva oyulur bilye o yuvanın üzerine konur ve atış gerçekleştirilir.
ATIŞ : İşaret parmağı orta parmağın üzerine bindirilerek tahta üzerine bilyenin arkasına konur. İşaret parmağı orta parmağı baskılar, orta parmak bu baskıdan kurtulduğu andaki çarpma tepkisi mancınık misali misketi fırlatarak yapılırdı. Her çocuğun bir sapanı ve bir bilye tahtası cebinde sokulu olurdu.
Bize özgü sobeleme. SAKLAMBAÇ
Gece oynadığımız sobeleme oyunu karanlık alanların bolluğu nedeniyle saklambaç oyununun aynısıdır ancak gündüz seansında saklanacak yer azlığı ve saklanmaktan sıkıldığımızdan oyunda değişiklik yapmıştık.
Sobeleme alanı olarak birbirine yakın ve paralel iki sokak seçeriz ve bu sokaklar ara sokaklarla birbirine bağlıdırlar. Bodrum’da bilhassa kıyı caddelerine çıkan neredeyse bütün sokaklar birbirine paralel ve ara sokaklarla birbirlerine iştiraklidirler.
Yaklaşık 100 metre uzunluğunda 30 metre genişliğinde bir dikdörtgen planda yapılar topluluğu etrafındaki sokakları seçeriz. Bu dikdörtgen oyun alanını oluşturan sokakların caddedeki bir köşesi sobeleme noktasıdır. Ebe burada sayımını ve söylemini yaparak oyun başlar. Sobeleme şartı saklananları tüm uzuvlarıyla bir bütün halinde görmektir. Bu nedenle saklananlar vücudunun bir kısmını ebenin göremeyeceği şekilde duvarın arkasına saklayarak ebeyi beklerler. Saklananlar belirlenen oyun sahası dışına çıkamazlar. Ebenin sizi bir bütün halinde gördüğü an sobeleme noktasına mesafenizin eşit olduğu andır bu nedenle ebe koşusuna güvenmek zorundadır. Ebenin kendisinden hızlı koştuğunu bilenler ebeye kafa tutmaz sokağın diğer köşesine kaçarlar ve bu koşuşturma ebeyle köşe kapmaca oyunu dönüşür. Ebe de koşuda geçebileceği oyuncuları hedef alır ve bir taktik savaşı başlardı.
Burada en az 100 metreyi hızlı koşanlar sobelenmekten kurtulurdu. Bizim mahallede bu oyun için toplaşan çocuk sayısı hayli yüksek olur ilk ebe seçimi belirlemesi el çekişerek yapılır, bu el çekişmek bile başlı başına bir oyun gibiydi.
EL ÇEKİŞMEK; Genellikle 3 kişi karşı karşıya gelir 1, 2, 3, diye sayılır ve aynı anda her kişi bir elini açık şekilde avuç içi yere ya da yukarı bakan bir pozisyonda ortaya uzatır. Bu üç elden aynı yöne bakan iki el ebelikten kurtulur, tüm eller aynı olursa çekişme bozulana kadar tekrarlanır. Kalan kişi diğer iki kişi ile tekrar el çekişerek el çekişme devam eder, tüm oyuncuların el çekişmesi sonucu sona kalan ebe seçilirdi.
GÖT KAZMACA
Bu sözcüğün kullanılması, altının kazılması anlamında bir yakıştırma ve kızdırma gerekliliğindendir. Başka bir sözcük oyundaki aktiviteyi açıklamada yetersiz kalır.
Bu oyun, çelik çomak oyununun değişik bir versiyonudur. Çelik çomak takımlar arası oyundur; bizim oyunumuz ferdidir.
Oyun genellikle 5 ve daha fazla kişiyle oynanması zevklidir. 10 yaşından büyük çocukların oyunu olmasına rağmen büyüklerin de zevkle oynadığı bir oyundur. Piknikte kalabalık bir aile kendi aralarında ya da iki üç aile çocukları ile birlikte oynayabilirler.
Her oyuncunun kendine ait yaklaşık 1 metre ucu sivriltilmiş ya da yontulmuş çomakları olur ve oyunda 20 cm bir çelik vardır. Oldukça geniş ve zemini yumuşak bir alan seçilir. Futbol sahasının yarısı kadar bir alan yeterlidir. Oyuncular aralarında 2-3 metrelik aralar bırakarak geniş bir daire oluşturacak şekilde dizilirler. Her oyuncu durduğu yere içinde duracağı bir daire çizer. Bu daire o oyuncuya aittir. Daireler takas edilemez değiştirilemez.
Her zamanki gibi el çekişmeyle ebe belirlenir. Ve ebe sırayla diğer oyunculara çeliği atar, oyuncular dairesi içerisinde ebenin kendisine attığı çeliğe, çomağıyla hızla vurup bulundukları alandan uzağa atmaya çalışırlar. Ebe çeliği düzgün bir pozisyonda atmak zorundadır.
Ebe vurulan çeliği gittiği yerden alıp, yerinde olmayan herhangi bir oyuncunun bulunduğu daire içine koyabilirse, ebelik el değiştirir. Çeliğe vurulduğu anda tüm oyuncular ebenin bulunduğu daireye kadar gelerek, elindeki çomakla ebenin dairesi içine bir çentik atmak zorundadır. Kısa mesafeye düşen çelik; ebenin hızlı hareketiyle dairesinde olmayanlardan birini ebe yapabilir. Ebenin çeliği çok süratle gidip getirmesi gerekir ki boş bir daire bulabilsin, ya da oyuncunun çeliğe düzgün vuramayıp kısa düşmesini umut eder.
Ebe, çeliğin çok uzağa gitmesi ile ebelikten kurtulma umudunu kaybetse de çelik ne kadar uzağa giderse gitsin hızla gidip dairesine geri gelmelidir. Ebe geciktikçe dairesine çentik atmak kazmaya dönüşür ve dairesi o kadar çok kazılır. Çomağın ucunun sivri olması ve zeminin yumuşak seçilmesinin sebebi ebenin dairesini kazmak kolay olsun diyedir.
Ebe çeliği alıp gelene kadar tüm oyuncular ebenin dairesini var güçleriyle kazmaya başlarlar. Uzun süren ebelikler ve çeliğin uzaklara atılması ebenin dairesini an be an derinleştirir ve genişletir. Ve bu alan başlıktaki sözcükle de anıldıkça oyun zevkli, neşeli ve ebe için sinir bozucu olmaya başlar.
Ebelikten kurtulamayan oyuncuların dairesi bir süre sonra geniş ve derin çukur haline gelir ki oyuncu o çukurun içinde oynamak zorundadır. Oyuncuların neredeyse dizine kadar çukurun içinde oynamak zorunda kaldığı oyunlar olmuştur.
Diğer oyuncuların alaylı sataşmaları ve çukuru genişledikçe gülünme oranları arttığından oyunun sonlarına doğru gülme krizlerine erişen alaycılık ebelikten kurtulamayan oyuncunun bazen oyunu terk etmesine kadar gidebilirdi. Oyuncuların kabul etmesi sonucu oyunlara kazma kürek dahi getirildiği olurdu.
VİNDAVİKEZ…
Hatırlarsınız, ilkokulda beden eğitimi derslerinde bazen öğretmen oyunlar oynatırdı. Mendil kapmaca, yağ satarım bal satarım, deve cüce, kaşıkla yumurta taşıma, halat çekmece, çuval içinde koşu gibi oyunlar… Bunu hâlâ yapan öğretmenler var sanırım ancak asıl devamlılığı olan teneffüs aralarındaki oyunlarımızdı. Kızlar ip atlar, seksek oynar erkek çocukları ise canhıraş kendi icadımız olan oyunlarımızı oynar, derse kan ter içinde girerdik.
Bizim zamanımızda okul tam gün idi. Öğleden önce 3 ders vardı. Öğleden sonra iki ders. Teneffüsler yirmi dakikaydı bu uzun zaman aralığında bir önceki yazımda anlattığım “ATEŞLİM” oyununa benzer kovalamaca bir oyunumuz vardı. İsmi “VİNDAVİKEZ”. Ne anlama geldiğini bilmiyorum; çocukların uydurduğu bir isim de olabilir, Giritlilerden gelen bir benzetme de. Birkaç arkadaş el ele tutuşur okulun bahçesinde “Vindavikez oynayan… Vindavikez oynayan…” diye bağırarak yürür oyuncu toplardık, yeterli çoğunluğa ulaşınca da iki takım oluştururduk. Takımlar sırayla kaçan ve kovalayan olurdu. Bir kale tespit edilir ve yakalanan karşı takım oyuncuları o kalede esir olarak tutulur, takım arkadaşı el değirip kurtarana kadar. Yakalamak kolay bir şey değildi, bahçede oynayan onca çocuk arasında kimseyle takışmadan siyah önlüğünden sıkıca kavramak gerekirdi. Bu yakalamalar bazen siyah önlüğümüzün düğmelerini kopartır, bazen beyaz yakalar perişan olur, belde bağlı kuşağımızın düğümü sıkılaşır açılmaz hale gelebilirdi.
Ders zili çaldığında toparlanır derse girerdik ancak, öğretmenin “Ne bu haliniz” diye kulak çimdirmesinden kurtulamazdık. Oyun bir dahaki teneffüs kaldığı yerden devam ederdi.
Çocuktuk oyun bizim hayatımızdı ve hakkımızdı. Dayak, ceza, yasaklar oyun oynamamıza engel olamazdı. Bazı anne babaların peygamberin kafasını tekmeliyorsunuz diye oynamamızı istemedikleri futbol; okullar açıldığından itibaren çocuklara yasaklanırdı. Öğretmenlerin bizi bulamayacağı dağlarda gizli oyun sahaları icat ederdik. Dağlara kadar gelip, top oynayan çocukları tespit etmeye çalışan öğretmenleri asla affetmedim.
Mahallede oynanan futbol maçlarında bazen “Öğretmen geliyooooo” alarmı sonrası takımlar yakan topu takımlarına dönüşür, yakan topu oynuyor görüntüsü vermeye çalıştığımız da olurdu. Yasaklar ortaokul üçüncü sınıfta (1967) bakanlıktan okullarda futbol, basketbol, voleybol, hentbol ve atletizm takımlarının kurulması emri gelene kadar sürdü.
Bakanlığın bu emri ile ilerde Avrupa’da sözünü ettirecek takımların altyapısını kurmuş olduk. Bizim ilk basket öğreticimiz Amerikalıydı.
Bizdeki top oyunlarına duyulan açlık okulda sınıflar arası futbol maçlarını yaratmıştı. Hentbol bile oynadık ve hatta kasabanın futbol sahasında Bodrum halkına gösteri maçı yaptık. Koca futbol sahasında voleybol topuyla hentbol maçı yaptık. Koca sahada koşmaktan dalaklarımız şişmişti. Ne yapalım bizdeki olanaklar bunlardı ve ele geçirdiğimiz bu fırsatı ve izinleri en iyi şekilde değerlendiriyorduk. Bakanlığın bu spor serbesiyeti takip eden yıllarda ilkokullar arası çekişmelere neden olan basket takımlarının kurulmasına neden oldu. Çocuklarımız bölge çapında, ülke çapında birincilikler aldılar, ancak günümüze gelindiğinde bu şevk söndürüldü. Yeniden alevlendirilir umarım.
Göçlerle gelen şehirleşme, para kazanma hırsı, modernleşme özentisi, çocuklara oyun sahası bırakmadı. Özellikle Bodrum’da, çocukları kısıtlı kapasiteli yarı açık cezaevi niteliğindeki çocuk parklarına kapattığımızdan, yaratıcılığını köreltip güvensizliklerimizi hissettiriyoruz. Sokağa salmaya korktuğumuz çocuklarımıza bilgisayar ve telefon verip yalnızlaşmasını ve şişmanlamasını sağlıyoruz.
Bu sokak aktivitelerine eskimiş, önemsiz, gereksiz ve demode gözüyle bakarak davrandığımızdan günü geldikçe ceremesini çekmeye başladık daha çok çekeceğiz.
Saygılarımla. Ali DİZDAR