1980. Ağustos…
İzmir sıcaktan kavruluyor..
Asfalt üstünde yumurta pişirme resimleri, gazetelerin ” ege haberleri “ ekinde baş köşeyi kaplamış yine…
O kış, İzmir’de çok sıcak geçmişti..
Ocak ayında başlayan Tariş direnişleri; Çiğli- Çimentepe sokak çatışmaları
ve son olarak 15 gün süren Gültepe barikat savaşları…
16 Şubatta asker ve polis eşgüdümüyle; panzer, tank ve helikopter desteğiyle, İzmir tarihinin en kanlı saldırısı başlatılmıştı..
Her politik çevreden binlerce silahlı militan, gün boyu süren çatışmaların ardından, kuşatmayı yarmayı başarmıştı o gün…
3 polis hayatını kaybetmiş, 200’e yakın insan gözaltına alınmıştı.. Günlerce süren dayak ve işkenceli sorgularının ardından 157 kişi tutuklanmıştı..
İzmir o yaz, KIŞ yorgunluğu yaşıyordu…
Sokaklarda garip bir sessizlik vardı…
Ben 17 yaşımda girdiğim cezaevinden yeni tahliye olmuştum.. ( 3 hafta sonra Eylül de… işkence ve direniş tarihinin yazılacağı başka bir yolculuğa çıkarılacağımı nerden bilebilirdim ki…)
Aynı siyasi çevreden olmasak da ;
Hasan Hakkı’yla birbirimizi çok seven, saygı duyan ve değer veren 2 yoldaştık..
İkimiz de ateş gibiydik!
O gün bana “ geçmiş olsun”
Ziyaretine gelecekti..
Bizim eve ilk gelişiydi..
Daha önceden kız kardeşlerimi tanıyordu; ama, anne ve babamla ilk tanışmaları olacaktı..
Annem, tüm yoldaşlarıma yaptığı gibi, Hasan Hakkı için de harika bir sofra hazırlamıştı..
Büyük bir keyifle sofradaki her şeyi silip süpürmüştük..
Babam henüz ortalarda yoktu..
Burada, babam için özel bir parantez açmalıyım:
7/ 24 namaz kılan, bu dünyayı bir gölge olarak gören “harbi” bir Mümin’di..
Ama hiç bir evladına da kendi inançlarına dair asla baskı yapmayan bir Mümin..
Bir de, özel bir alışkanlığı vardı:
Nerden duymuşsa,
Bir İngiliz özdeyişine gönül vermişti..
” Herkes kapısının önünü süpürürse, şehir tertemiz olur.! “
Babam, özellikle yaz aylarında her akşam üstü sokağın en başından başlayıp, bizim evin aşağısına kadar süpürdükten sonra, bir güzel de sulayarak bitirirdi gündelik görevini!
Neyse..
Biz yeniden Hasan Hakkı’ya dönelim…
Akşam üstü olmuş; biz çaylarımızı alıp , bitimsiz sohbetler için kapımızın önündeki basamaklara tünemiştik..
Hasan Hakkı bana “sahadan” kaygı ve gözlemlerini anlatıyordu..
( bu arada, şimdi bakıyor ve ürperiyorum.. biz o yaşta ne çok büyümüşüz ! Ne büyük misyonlar yüklenmişiz !… )
” Yoldaş, ortalık bildiğin gibi değil.. çok dikkatli olmalıyız..
Şu an İzmir’in her tarafı polis- ajan ve provokatör kaynıyor ” dedi..
” sokaklar, caddeler ve bulvarlar sürekli denetim altında. Düşünsene, sokakta gördüğün simitçi, boyacı, temizlikçi… büyük çoğunluğu polis! Bunu bilerek hareket etmen gerekiyor!”
O sırada Babam, elinde meşhur çalı süpürgesiyle evimizin üst köşesinden beliriverdi..
Akşam temizliği başlamıştı!
Sokağı süpürerek, ağır ağır bize doğru geliyordu…
Hakkı’nın “sokak süpürgecisi ” tanımına cuk oturmuş bir fenomen görünümündeydi..
Hakkı, birden benimle sohbetine ara verip “süpürgeciye” dikkat kesildi!
Sanki polis bize doğru, – güya, sokağı süpürüyormuş gibi yaparak..!- yaklaşıyordu !
Hakkı, dişlerinin arasından sadece benim duyabileceğim bir sesle tısladı:
“Süpür, ibine süpür! “
Ben, sanırım canhıraş bir kahkaha patlattıydım!
Hakkı, ” N’oldu?! der gibi bana bakarken, gülme krizi arasında ” O benim babam ! ” diyebildim…
Hakkı’nın yıldırım gibi kalkıp babama koştuğunu….
Elini öpmeye çalıştığını.. Elindeki süpürgeyi alıp sokağı süpürmeye başladığını.. ” Amca, amca kusura bakma, tanıyamadım “ deyişini.. Babamın bir ona bir bana şaşkınca bakışını…
Hiç unutmadım…
Hasan Hakkı’yı hiç unutmamak için adını oğluma verdim…
Ekim.2022. Buca.
Yazarın Notu: “Bu yazı, Fransa’da yayımlanacak bir kitapta yer alacak.. İşkencede katledilmiş bir TİKKO önderinin anısına.. O’nunla ilgili güzel bir şiirim de yer alacak.. Bu anımız da yazdığım gibi oldu..”