Her zamanki gibi evdeyim. Pencerenin önündeki masamda oturmuş ne yazsam diye düşünüyorum. Öyle dalgın, kafamda bin bir düşünce uzaklara dalıp dalıp gidiyorum.
O da ne? Dışarıdan müthiş güzel bir müzik sesi geliyor. Nasıl duygulu, içten, yüreklere dokunurcasına. Hemen balkona çıkıyorum. Bir kız, bir erkek geliyor karşıdan. Erkek elinde saksafon müzik çalıyor. Kız da balkonlardan, camlardan atılan paraları topluyor. Gencecikler. Güzel sanatlar fakültesi öğrencileri ya da müzik yapan sanatçılar olmalılar.
Sanki üstüne ölüm toprağı serpilmişçesine bu sessiz, bu dingin, in cin top oynayan, yaşam belirtisi bile olmayan bu sokak birdenbire canlanıverdi. Balkonlar insan dolu. Çocuklar çığlık çığlığa müziğe tempo tutuyorlar. Yaşam geri dönüveriyor mahallemize. O solgun, yılgın, asık suratlar gülmelerinin güzelliğiyle aydınlanıveriyor. İçimden oh be diyorum. Bravo size gençler. İyi ki varsınız. Her zamanki gibi yine umudumuz oldunuz. Siz güzel yaşayın e mi? diyorum.
Öyle görünesi bir ortam ki !..Müziğin o büyüleyici dünyasına kaptırıyorum kendimi. Bulutlarda dolaşıyor gibiyim. Öyle dokunaklı, içten geliyor ki müzik duygulanmamak olanaksız. Bir baktım gözlerimden yaşlar dökülüyor. Ama ben gençlere gülümsüyorum.
Müzik sustuğu anda “Bravo ” diye bağırıp, alkışlamaya başladım. İki genç bizim balkonun karşısına geçip reverans yaparak bana selam veriyorlardı. Taa gözlerinin içi gülerek.
İnsan ne diyeceğini bilemiyor. İki gencecik insan. Üç kuruş ekmek parası için sıcakta, soğukta sokak sokak gezip para kazanmaya çalışıyorlar.
Dinlenmeden, boyun eğmeden, teslim olmadan. Boyunlarına sıkı sıkı sarılıp kutlamak geldi içimden. Bizim çocuklarımız, gençlerimiz. Nasıl umut doldum anlatamam. Güzel, güneşli günlere olan inancım büyüdü, büyüdü yüreğime sığmaz oldu.
Burası Anadolu toprakları. Hey duyuyor musunuz? Gözleri kör, kulakları sağır olanlar duyuyor musunuz? Burası Anadolu… Verimli, üretken, cömert… ANADOLUYUM ben duyuyor musunuz?
Hani şu anaların yüreğinden damıttığı ninni, sevdaların, ayrılıkların, aşkların, özlemlerin, coşkuyla anlatıldığı türküyüm.
Hani şu bağrı yanık, gözü yaşlı Anadolu… Her karış toprağında kan revan içindeki yavrularını bağrında saklayan Anadolu. Emperyalist ülkelerin çizmeleri altında inim inim inleyen, ezilen, sömürülen Anadolu. Acılarından büyüyüp, olgunlaşan, dünyaya destanlar yazan Anadolu.
Ana olmanın bu kadar zor olduğu bu topraklarda, bağrında kor ateşler yanan Anadolu.
Hepsini sineye çektim çekmesine ama öz yavrularım tarafından boğazlanmak, hançerlenmek yok mu !.. İşte bu çok beter. Çok acı. Daha da beteri dün kanları, canları pahasına bir karış toprağımı bile vermeyen yavrularımın yattığı bu toprakların her bir karışı üç kuruşa, beş kuruşa elden ele bir fahişe gibi satılıyor…
Savaşarak bu toprakları alamayanlar, parayı basıp en güzel yerlerini alıyorlar. Canım yanıyor, kahroluyorum. Şimdi de çıkmışlar beni susturmaya çalışıyorlar.
Anayım. ANADOLUYUM ben duyuyor musunuz? Ben susmam. Susturamazsınız. Bir konuşmaya başladım mı dağlarım, taşlarım, uçan kuşlarım, obalarım, köylerim, ozanlarım konuşur, konuşur da bitmem, tükenmem ben.
Bak anlatayım;
Anadolu’yu, yani beni duygusallığım içinde bilmek, öğrenmek, tanımak mı istiyorsunuz. Türkülerimi dinleyiniz. Ancak türkülerle Anadolu ‘nun gönlüne girebilirsiniz. Türküler Anadolu’nun yanık yüreği, atan damarıdır. Türküler dedir Anadolu’nun duygusal yaşamı. Anadolu bir bakıma türkülerde yaşar. Şimdi çıkmışsınız türküler sussun diyorsunuz…
Oysa türküleri Anadolu yoğurur. Ezgisini yapar. Bunun için türkülerde kişisel bir çaba aranmaz. Anadolu halkıdır türküleri yaratan ve yaşatan. Siz kalkmış susturmaya çalışıyorsunuz. Öyle mi? Hadi oradan be…
Bölge, bölge duygular, türlü, türlü ezgiler içinde Anadolu türkülerinin sayısı hesaba gelmez. On bin, yirmi bin diyenler var. Büyük bir titizlikle bunları toplayanlar var. Konuları üzerinden ayıranlar, dil ve söyleyiş yönünden ayrı ayrı değerlendiren folklorcular var. Anadolu bir baştan bir başa türkü olmuş, yıllardan, yüzyıllardan beri sesleniyor bizlere…
Anadolu türkülerini birem birem anlatmaya söz yetmez. Anadolu’nun yanık bağrı, coşar yüreğiyle türküler dedir. Türkülerini yaşayacak, yeni türküler yaratacaktır. Küllenmiş köz gibi, üfledikçe bu türküleri tüm ateşiyle yüze çıkar, yakar sıcak sıcak.
Bu sıcak sıcak Yakış mıdır bazılarını korkutan? Bilemiyorum. Bunun için midir? Türküler sussun, müzik dursun deniyor anlayamıyorum. Bildiğim bir şey varsa, o da her türlü yasağa rağmen türkülerin susmayacak olması.
Bilmiyorlar ki Anadolu susmaz, susturulamaz. Yedi düveli dize getiren bağrı yanık Anadolu size mi pabuç bırakacak?
Anadolu insanı biliyordu ki !..
Kırmızı giymek lazım…
Korkuya inat.
Elma yemek lazım…
Günaha inat.
Türkü söylemek lazım…
Zulme inat.
Bilmiyorlar ki, bir ülkenin türkülerini yazanlar, yasalarını yazanlardan daha üstündür…
Türküler sussun, müzik dursun demiş birileri breh breh…
Susturabiliyorsanız, anaların yüreklerindeki acıları, çığlıklarını susturun. Uçan kuşların feryatlarını, yanan ağaçların çatırdayan seslerini susturun. Çocuğuna harçlık veremeyen babaların yürek acısını susturun.
Türküler dolusu acı, ağıtlar dolusu yas, matem, isyan varken siz neyi susturuyorsunuz? Bu topraklarda yakılan ağıtlar, taa arşa uzandı. Kuş duydu, börtü böcek duydu. Gökyüzü ağlamaktan helak oldu…Siz, bi siz duymadınız, duymak istemediniz.
Yavrum, yavrum diye feryat eden bir anayı sustursanıza. Yarasını sarıp sarmalasanıza. Ama nerede…
Ne güzel söylenmiş bir sözdür. “Gül düşünür Gülistan olursun. Diken düşünür dikenlik olursun. “Neden hep diken olmayı seçiyorsunuz?
Oysa bilinmelidir ki, bizi tutsak etmek isteyen güçler tarihte hiçbir zaman başarılı olamamıştır. Çünkü Anadolu, elleri nasırlaşmış, çehresi tunçlaşmış vatan vatan diye erkeğinin yanında, kundaktaki yavrusu ile cepheden cepheye koşan anaların yurdudur. Anaları susturamadıkça türküleri susturamazsınız. Çünkü Anadolu, özgürlük için kanlarını düşünmeden dökenlerin, canlarını hiçe sayanların, düşmanın topuna, güllesine, gaz bombasına canıyla, kanıyla, yumruğuyla karşı koyan, özgürlük türküleri söyleyen ozanların, yağız yiğitlerin, efelerin, dadaşların, seymenlerin, Nene Hatunların yurdudur.
Çünkü Anadolu, emzikte süt yerine özgürlük ilacını kana kana içen çocukların yurdudur…
Denem o ki, direnmeyi öğrenerek başladık yaşama. Direnmeyi, öfkemizi, sevgimizi büyüterek yaşıyoruz, yaşayacağız… Ayrıca sabır ve ağıtla dolu acılı yürekler, çocuklarının, neleri ne için yaşadıklarını anlamaya başladılar. İşte bu yüzden anaları susturamazsınız beyler.
Ayrıca bizler aydınlık geleceğin tırnaklara sökülüp kazanılacağı inancıyla doluyuz. Unutmamalıyız ki, “Can konağını aramadaysan, cansın.
Bir lokma ekmek arıyorsan, ekmeksin. Bir damla su arıyorsan, susun. Zulmün peşindeysen, zalimsin. Aşkı arıyorsan, aşıksın. Gönlün neye kapılmışsa osun sen.”
Peki siz neyi arıyorsunuz beyler? Bırakın zulmün peşinden gidip zalim olmayı. Çünkü nükteyi biliyorsan, işi biliyorsun demektir.
Yani neyi arıyorsan osun sen…
Kısacası dostlar, ne aradığını bilirsen, kim olduğunu da bilirsin. Bizler ne aradığımızı biliyoruz. Sözümüz ne aradığını bilmeyenlere…
Türkü türkü, destan destan Anadolu. Kim demiş susar diye!…
Şarkıda söylendiği gibi;
Susturamazsınız bizi.
Bıktıramazsınız bizi.
Siz iyi de,
Biz kötü mü?
Yaa bi gidin. Gidin gari…