“Afrika’da çalışan bir antropolog yerli kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir. Ağacın altına koyduğu meyvelere ilk ulaşanın ödülü, o meyveleri yemek olacaktır. Onlara “Haydi, şimdi başlayın!.. Birinci olan alacak!..” dediğinde o da ne? Bütün çocuklar el ele tutuşup birlikte koşmaya başlarlar.
Ağacın altına hep birlikte varırlar. Hep beraber meyveleri yerler. Antropolog bu duruma çok şaşırır. Neden böyle yaptıklarını sorar?
Biz “UBUNTU ” yaptık. Eğer yarışsaydık yarışı kazanan bir kişi olacaktı. Nasıl olurda diğerleri mutsuzken yarışı kazanan kişi ödül meyveleri yiyebilir? Oysa Ubuntu yaparak meyveleri hepimiz yedik.
” UBUNTU ” ” Ben, biz olduğumuz zaman ‘ ben ‘ dir. Anlamındadır.
Hepiniz bu yazıyı okumuşsunuzdur bir şekilde. Çocuklardan ne çok öğreneceklerimiz var… Birlik olmak, bir olmak ne güzel. Bunu başarabilenlere ne mutlu…
Biliyorum, yaşamı yeterince anlayabilmiş kişiler, onu en küçük parçalarına ayırıp, yeniden düzenleyerek, kendisine göre biçimlendirme telaşı içerisinde olanlardır. Belki bu yüzden benim de sürekli yaşamı sorgulayıp, en doğru olanı bulmaya çalışmam…
Evet, bizim ülkemizde, yetiştiğimiz ailenin ve yakın çevrenin bizim iç dünyamızı, duygu, düşünüş ve davranışlarımızı etkilediği doğru. Ayrıca toplum da bizim olmayan düşünceleri kafamıza sokar. Bu yüzden de bize mutluluk veren sevgiyi, güzellikleri, yine kendi ellerimizle yok ederiz.
Oysa, doğru olanı yapmak vicdanımızı tatmin eder ve bu da kendimize olan güveni geliştirir. Tek başımıza kalmış olsak bile doğruları savunmaktan asla vazgeçmemeliyiz. Toplumun, çevrenin dayattıkları bizleri yanlışa götürüyorsa kesinlikle yapmamalıyız. Çünkü yanlış olarak bilinen bir şeyi yaptığımızda iki olumsuz şey meydana gelir. Birincisi, kendimizi suçlu duyumsarız ve suçluluk duygusu kendimize olan güveni yiyip bitirir. İkincisi, er ya da geç diğer insanlar bunu öğrenir ve bize olan güvenlerini yitirirler.
Bizim ülkemizde ne yazık ki öz eleştiri yapamayan insanlarla dolu. Sürü psikolojisi ile davrananlar bir türlü gerçekleri göremiyorlar. Düşünüyorum da toplumumuz hep bir ağızdan yalan söyleyen insanlarıyla ne denli mutlu. Dünyanın kulağı, ölülerden gelen ruhsuz sözleri dinlemekten giderek sağırlaşıyor… Ruhların savrulan külleriyse gözlerini kör etmiş… Sahte bir mutluluk içinde, yaşamını anlamsız şekilde sürdürmekten rahatsız değiller. Toplum olarak nereye, nasıl gittiğimizi bildiğimiz halde susuyorsak!.. Bu duruma söyleyecek söz bulamıyorum…
Bence, dünyayı çocuklara vermeliyiz. O saf, tertemiz, bencil olmayan dünyalarını bizlere de sunsunlar diye. Gerçi bizler çocuklarımızı da bozuyoruz. Daha ilkokuldan başlayarak yarış atı gibi onları sınavdan, sınava koşturuyoruz. Hep en önde, en iyisi, en başarılısı bizim çocuğumuz olmalı diye… Hırs, önde olma duygusu onları şartlandırıyor, boğuyoruz… Sonra da onlardan sağlıklı ve doğru davranışlar bekliyoruz…
Bak okullar açılıyor. Tam da zamanı. Tüm okullarımıza “UBUNTU ” dersi konmalı. Aslında öğretmenlerimize çok büyük görevler düşüyor. Biliyorum, işleri çok zor, üç kuruş paraya aldıkları sorumluluk çok fazla. Olsun. Öğretmenlik özveri demek değil midir?.. Yürekleri insan sevgisiyle dolu olanlar öğretmenler değil midir?..
Gerçi bizim ülkemizde hiç değerleri olmasa da onlar sabır, özveri timsalidirler. Bunu en iyi bilenlerdenim. Çünkü ben de bir öğretmenim. Eğitim sistemimizde öğretmenlere değer verilmediğini de biliyorum. Her ne olursa olsun biz sorumluluğumuzu bilmek zorundayız. Bizlere emanet edilen, o tertemiz yavrularımızı yarınlara hazırlamak zorundayız. Bilimin ışığında, çağdaş, uygar, ileriyi görebilen, araştıran, soran, sorgulayan, empati yapabilen bireyler yetiştirmek zorundayız. Bu ülke, bu çocuklar bizim. Üstelik akan gözyaşlarını çocuklar var etmedi…
Yaşanılacak günlerin ve de yılların iplerinin hep elimizin altında olduğunu sanıyoruz. Onları istediğimiz an çekip alabileceğimizi hissederiz. Oysa, zamanın elinde oyuncak olan bizleriz. Sahip olamadığımız zaman dilimleri sessizce ellerimizin arasından kayıp gidiyor. Öyleyse, daha ne bekliyoruz? ” Ben ‘den, Biz olmaya!.. ‘ Evet ayrı ayrı yollardan, ayrı ayrı evlere gidiyoruz. Ama unutmayın,” İçinde Sevgi barınan için bütün dünya tek bir ailedir ” der GOETHE. Üstelik bir şeyi sevmeden anlayamayız…
Ölümcül olan bir yaşamı, kısa anlıklarla da olsa yaşanmış olmaktan çıkaran şey, böyle bozulmuş ve iki yüzlü tavırlar değil de nedir ki?…
Sevgili dostlarım, bazen okuduğum bir yazı, ilk kez duyduğum bir sözcük beni alıp götürüyor. Düşünmekten yorulmuyor değilim. Her ne olursa olsun, sorumluluklarımın bilincindeyim. Biliyorum ki çiçeğin tohumu bin ağaca can olur. Bir yüreğin destanında binlerce orman olur. Bu yüzden susup bir kenara çekilmemeliyiz.
Sevgili öğretmen arkadaşlarım. Çocuklarınızı çok sevin. Bırakın sorular sorsunlar. Onları sabırla dinleyin. Konuşmalarına, düşünce üretmelerine olanak sağlayın. Araştırma yapmayı öğretin. Öğretin ki her duyduklarına inanmasınlar. Araştıran, sorgulayan, empati yapabilen, düşünen bireyler olsunlar. Onlara ben değil, biz olabilme duygusunu aşılayın.
“Bunca kırılmışlığı, bunca horlanmışlığı, bunca ezilmişliği onaracak gücü nereden bulacağız” dediğinizi duyar gibiyim. İşimiz zor. Belayı savuşturmak zor. Zor olanı gerçekleştirmek ise en güzel eylemi bu yaşamın. Hepinizde bu gücün olduğunu biliyorum. Unutmayın herkes yüreği kadar büyüktür.
“Cennet bahçelerinin yeşil çimenlerinde huzur varmış derler ama, buna ulaşmak için de ölmek gerekli…” galiba.
Benim kocaman yürekli öğretmen arkadaşlarım!.. Yeni Eğitim Öğretim Yılında başarılarınız bitimsiz, yolunuz açık olsun…
Bir çocuğun dış dünya karşısında duyduğu hayranlık olsun içinizde. Yaşamımızı görkemli yapabilecek gizli yetenekleri her insan içinde taşıyor. Çocuklar da öyle. Bütün yapmamız gereken onları açığa çıkarıp, kullanma konusunda yürekli ve kararlı olabilmek. Sizlerin bunu başaracağını çok iyi biliyorum.
Gökkuşağı gibi çok renkli sevgilerimle…