Yıl 1971 yaz tatilindeyiz. Yaşları 18 olan Bodrumlu üç arkadaş yine Bodrum’da birlikteyiz. Ben Ali; İstanbul’da askeri okulda, Hasan; İzmir’de Meslek Lisesinde okumaktayız, Mehmet; Aydın’da Lisedeydi ancak liseyi sevmemiş, Bodrum’a geri dönmüş ağabeyinin yanında sandalet işinde çalışmakta. Biz üç arkadaş ilkokuldan beri sıkı arkadaşız, genellikle günümüzü birlikte geçirirdik. Tanıdıklar bize ayrılmaz üçlü, Hasan’ın babası “sacayağı” buluştunuz mu yine derdi.
Yaz tatilimizin en büyük eğlencesi sandalla gezmek. O zamanlar eşin dostun her iskelede bir sandalı bağlı olurdu, beğen beğen al, hiç vermemezlik etmezlerdi. Ben, teyzemle evli eniştem, meşhur tekne ustası “Çolak Erol” lakaplı Erol Ağan’ın sandalını alırdım, neredeyse tüm gün bende olur Bodrum’u denizden kürek çekerek köşe bucak gezerdik. Genellikle doğup büyüdüğümüz Kumbahçe sahili civarında geziniriz bazen de yakın koylara dalmaya giderdik. Spor olsun diye Karaada’daki Ilıcaya kadar bile (3 mil) gitmişliğimiz vardı.
Henüz yaz başındayız. Kumbahçe’nin ünlü Azmakbaşı Kahvesinde söylentiler dolaşıyor film çekilecekmiş diye…Figüran lazımmış, çekimler üç gün sürecek, belli olmaz daha uzun da olabilir deniliyor. Gündelik 30 lira, isteyen Artemis Otele gelsin kaydını yaptırsın.
Hiç yoktan iyi para, o günlerde disko giriş ücreti 10 lira, epeyce bir katılan oldu. Bizim ayrılmaz üçlüden Hasan ve Mehmet de katıldılar, ben istemedim. Paraya ihtiyacım olmadığından değil utangaç ve sıkılgan olduğumdan, rol yapmayı da hayatta beceremem.
TARKAN filmi çekilecekmiş, hazırlıklara başlandı. Baş rolde Kartal TİBET (Tarkan), Eva BENDER, diğer film artistleri, figüranlar ve film ekibinin çoğunluğu, belki de hepsi bizim Kumbahçe Mahallesindeki yan yana üç otel Artemis Otel, Karya Otel ve Dinç Pansiyon’da kalıyorlardı. İriyarı bir halterci vardı adaleli vücuduyla kıyıda gösteriler yapıyor, ağırlık kaldırıp pazılarını şişirip bize hava atıyordu. Filmde de dev adam olarak rol alan insan azmanı, zamanın en uzun basketçisi 2.15 boyunda Hüseyin ALP ve diğer artistler Kumbahçe sahilinden denize giriyorlar, biz de onları seyrediyoruz, bazen sohbet ediyoruz, bazen birlikte denize giriyoruz. O zamanlar sahillerin işgal edilmediği, herkesin serbestçe gezinebildiği, özgürce denize girebildiği zengin-fakir, yerli-turist ya da şehirli-köylü ayrımı yapılmadığı, sahile masa, sandalye, koltuk, şezlong, şemsiye atılmadığı, garsonların ne içersiniz diye başınıza dikilmediği günlerimizdi.
O günlerden birinde her zamanki gibi biz üç arkadaş bütün gece orda burda eğlenmişiz sabaha karşı Çarşı’daki Yunuslar Fırını’ndan sıcak ekmek almışız yiye yiye eve dönüyoruz. Mahallemize geldik Artemis Otelin önünden geçeceğiz, hava sıcak, belli ki uyuyamamışlar. Kartal Tibet ve artistler otelin önünde oturmuş sohbet ediyorlar. Bizim de gözümüz onlara takıldı yürüyoruz. Birden Tarkan’ın köpeği Kurt havlayarak bize doğru hamle yapınca gayri ihtiyari irkildik ve durakladık. Biraz da korktuk elbet, ancak Hasan seri bir hareketle elindeki ekmekten bir parça koparıp köpeğe uzattı “Na…yi…yi…” dedi. O arada köpeğe seslendiler, köpek sakinledi bizim verdiğimiz rüşvet ekmeğe tenezzül etmeden geçmemize izin verdi. Biz olayın şokunu atlattıktan sonra başladık gülmeye. Hasan’a takılıyoruz, “Ulen o artiz köpek nerdese pirzolayı beğenmetduru, guru ekmek gurtarır mı le bizi….” diye…
Turizmde Mavi Yolculuğa yoğun talebi karşılamak için acil tekne ihtiyacı hissedilen zamanlar. Mahallelimiz Kaptan İsmet CENGİZ Bodrum dışından bir tekne almış getirmiş gulet tipi, sanırım 16-17 metre boylarında ancak sadece kabuk. Bir dahaki sezona gezi teknesi haline getirilecek. Artemis otelin önlerinde açıkta demirli duruyordu. Önünün şeklinin benzerliği nedeniyle ona SAVARONA ismini takmıştık. Böyle boş duran teknelerin hiç şansı olmaz, tüm mahallenin çocukları tekneyi oyun alanı olarak kullanır, tüm gün tepesinden ayrılmazlar eğlencelik olurdu. Karanlık bastıktan sonra da sandalla gider üstüne çıkar, baş güvertesi üzerine yayılır hem sohbet hem Kumbahçe’deki hareketleri seyrederdik. Bazen yatıya bile kaldığımız olurdu.
İşte o gulet tekne ve başka bir tekne ile birlikte Viking teknesi haline getiriliyor. Teknelerin bu tadilatları ve dekorasyonları Artemis Otelin önünde kıyıya baştankara yanaştırılarak yapılmakta bizler de seyrediyoruz. Neyse teknelerin tadilatları ve tasarımı bitti çekimler başladı, figüran getirmişlerdi ancak yeterli değildi, piyasadan epeyce figüran toplamışlardı.
Çekimlerin ilk günü, Viking teknesinde bir savaş sahnesi çekiliyor, “Tarkan teknedeki kürek mahkumlarını köpeği KURT ile birlikte kurtarıyor”. Çekimler bizim mahallede Kumbahçe sahilin biraz açığında yapılıyor, ben de sandalla yakınlarına gidip arkadaşları da görebilmek hayaliyle çekimi seyrediyorum. Çekim ekibi hem tekne içinden hem de sandaldan çekim yapıyorlar. Bana el ettiler gel gel diye gittim, rica ettiler Tarkan’ın köpeği Kurt tekneden denize atlayacak kendisi tekneye geri çıkamaz sandala alır mısın diye. Baktım çekim yaptıkları sandalda kalabalıktan Kurt’a yer yoktu. Olur dedim ve yakınlarda bekliyorum, elbette Kurt atlamak istemiyor. İttirdiler köpeği tekneden denize, pat diye düştü garibim. Hızlıca gittim. Kurt pek sevindi, sandala hamle yaptı, yardım edip sandala aldım, götürüp tekneye geri verdim. Anlasa söyleyeceğim, sen bana geçen gece saldırıyordun bense hayatını kurtarıyorum diye.
O günkü Kumbahçe’deki çekim öğle saatlerinde sona erdi ve bizim figüranlar Viking teknesi ile başka bir teknenin yedeğinde diğer çekimler için gittiler. Sandalla onları takip etmem mümkün değildi. Ben sandalla bir başka gün kale kayalıklarındaki meşhur ahtapot sahnesi çekimlerini seyre gittiğimde bir kez daha yardımcı olmuştum. Ahtapotu hareket ettiren dalgıçların kıyıya gidiş gelişlerini ve malzemelerini taşımaya yardım etmiştim. Benim de bu filme katkım bu kadar oldu, üstelik ücret talebim de olmadı.
Fotoğraf….. Ali ŞENGÜN arşivi
Çekimlerin sürdüğü günlerde ve çekimler bittikten sonra bu film sahnelerinin muhabbeti bizleri epeyce meşgul etmişti. Viking teknesindeki o kavga sahnesinde rol yapacağız derken bizim figüranlardan kazara da olsa hırpalananlar olmuş. Bizim Hasan’a iri yarı biri düşmüş. Hasan’ı kaldırıp kaldırıp denize atıyor, talimat gereği denize düşen geri tekneye çıkıp savaşa katılıyor ve savaş sahnesinin uzamasını sağlıyormuş. Neyse bizim Hasan savaş sahnesinden parmak incinmesi hasarıyla kurtulmuştu ancak “Adama bak leee…Ciddi ciddi vuruyo…” diye de hayıflanıyordu. Mehmet’e de cılız biri düşmüş “Ben de adamı ahtapot gibi çarpıyodum…” deyip gülüşüyorduk. Savaş sahnesi çekmek için tenha bir sahile çıkmışlar, savaşçı asker giyimli üç dört figüran çalıların arkasından dönüp dönüp kameranın önünden tekrar tekrar geçiyordu diye anlatıyorlardı. Öğle yemeğinde bir kuru sandviç ve meyve suyu vermişler onu da “tut” diye uzaktan atmışlar. Bu Hasan’ın çok ağrına gitmiş söylenip durmuştu.
Neyse çekimler bitti bizim figüranlara üç gün figüranlık macerası sonrası ellerine 30’ar lira sıkıştırıp gönderdiler. Millet köpürdü tabi, ancak geçmiş ola, filmciler gitti biz yine günlük hayatımıza döndük. Film çekilirken yaşanan enteresan sahneler günlerce ve hatta yıllarca konuşuldu sohbet masalarında. Sonra filmini de seyretmiştik. “TARKAN VİKNG KANI”. Kendini filmde görenler sevindi göremeyenler kızdı. Filmin nasıl çekildiğini seyrettiğimizden bizi içine çeken büyüsünü de kaybetmişti elbette.
Filmcilerin henüz yeni gittiği günlerde, öğle yemeği sonrası evden çıktım arkadaşların yanına gidiyorum. Oturduğumuz ev Kumbahçe Sahilinde, teyzem, dayım, anneannem ve biz neredeyse tüm sülale iki sokak arayla çok yakın oturuyoruz. Sokaklarımız birbirine paralele denize diktir, sokaktan çıkınca 5-10 metre sonra denize ulaşılır.
Sokaktan çıkıp caddede yürürken hemen bir sonraki sokak başında yengeme (Küçük Dayımın eşi) rastladım. Bana; “Nuri’yi bulamıyorum yemeğe gelmedi. Fatih’le beraberler, onu da annesi arıyor. Bul şu çocukları da getiriver” dedi. Tamam deyip, olsa olsa otellerin önünde denizdedirler diye o tarafa yöneldim. Nuri, dayımın oğlu 4 yaşında, Fatih de teyzemin oğlu 3 yaşında, sıkı arkadaşlar, kuzenim olurlar ancak bana yeğen gibi geliyorlar. Ebeveynlerimiz arası yaş farkı ve evlenme yaşı farkları, nedenleriyle aramızda on dört, on beş yaş fark var.
O günlerde hatta o devirde desek daha doğru olur; üç dört yaşlarındaki çocuklar bile gün boyu sokakta oynarken ebeveynler tarafından ancak yemeğe geç kaldıklarında merak edilip aranan bir ortamda yaşıyoruz. Yadırganacak bir durum değil bizlerde öyle büyüdük. Sokaktaki her çocuk herkesin çocuğu; her büyük, her çocuğun ağabeyi ve babası gibiydi.
Sahile bakına bakına gidiyorum. Dinç Pansiyonun önlerine geldim. Karşımdan iki siyahi çocuk geliyor, pek şirinler, çok da severim, ilgimi çektiler. Sevecen sevecen bakıyorum ancak siyahi de olsalar koyu kahve tonunda olurlar, bunlar resmen kömür karası, demek böyleleri de varmış, üstelik çocuklara siyah mayo giydirmişler diye de garipsiyorum. Birbirimize yakın geçiyoruz, göz göze geldik. Gözlerinin beyazı ile sırıtınca da dişlerinin beyazlığı haricinde komple simsiyahlar. Birden içimde bir sıcaklık oluştu, sanki tanıdık gibiler, bizim kuzenlerle de aynı boydalar ancak mümkün olamaz diye de ihtimal vermiyorum. Onlar bana doğru yönelip sırıtmaya başlayınca daha dikkatli baktım, feleğim şaştı, bunlar bizim kuzenler, nutkum tutuldu. Bir süre öylece bakakaldım, şaşkınlığımı atlattım ve “Ne oldu len?…. Ne bu haliniz?” dedim ve bekledim ki boya döküldü tepemizden aşağı desinler, ancak şok eden bir cevap geldi.
“BİZ ZENCİ OLDUK” dediler.
Filmlerde mi gördüler, turistlerden canlısını mı gördüler bilemiyorum, özenmişler, buldukları siyah boyayla itinayla kara adam olmuşlar. Bir tek gözlerinin beyazı ve konuşurken dişleri beyaz olarak dikkat çekiyor. Diğer tüm aksamlar simsiyah.
Nasıl becermişler, hiçbir ayrıntıyı atlamadan tepeden tırnağa birbirlerini siyaha boyamışlar. O boyayı üstlerine başlarına sürerken ne eğlenmişlerdir kim bilir. Yaz günü olduğundan çıplaklar ve üzerlerinde bir tek mayoları var, onlarda dahil komple boyanmışlar, saçları da boyarken kıvırcık yapmışlar. Bir makyöz ustalığında istedikleri kılığa girmişlerdi. Irkçılığa karşı eylem yapan iki çocuk, ellerine birer pankart tutuştursan gazetelerin ilk sayfasına manşet olurlardı.
Ben önce bu süründüklerini katran zannettim “Katranı nereden buldunuz” dedim “Köprünün altında” dediler. Artemis Oteli’nin yan tarafı deredir, derenin yolu kestiği sahile 5-6 metre kala küçük bir köprü vardır. Viking Kanı filmi için bizim Savarona, kıyıda dekore ve restore edilirken kullanılan katran ve boya malzemelerinden arda kalanlar bu köprünün altına bırakılmış ve de unutulmuş, bizim kuzenler de bulmuşlar ve affetmemişler.
Yürüyün bakayım dedim, ellerinden tutup götürülecek bir durumda da değiller. Onlar önde ben arkada gidiyoruz ayaklarının altına sürmeyi unutmuşlar ki yürürken iz bırakmıyorlardı. Bir tek tüyleri eksik diye düşünmüştüm. Red Kit kitaplarında sık sık rastladığımız katrana bulayıp üzerine de tüy yapıştırılarak cezalandırılan figürler aklıma geliyordu. Böyle bir şeyi nasıl yapabildikleri aklım almıyordu. Evlerine teslim ettiğimde, kapıdan girilen evde bir feryat kopuyordu ki sormayın, yengem de teyzem de elime birer plastik bidon tutuşturup gaz almaya gönderdiler. Evdeki gaz yetersiz gelmişti.
Gaz yerelde gazyağı olarak da adlandırılan petrol türevi bir nevi renksiz motorindir ve o zamanların çok kullanılan yakıtı idi. Kandillerde, gaz lambalarında, gaz ocaklarında, gaz sobalarında, mangal kömürü ve soba tutuşturmakta çok kullanırdık, bu nedenle de her evde bulunurdu. Akaryakıt istasyonlarında ve bazı bakkalların önünde demir çemberli büyük sac bidonları (180 litrelik) içinde satılırdı. Bakkalardaki saç bidonların üzerine takılı özel tulumbası marifetiyle isteyen getirdiği kaba doldurturdu. Artemis Otelin yanındaki köprünün diğer ucunda, Şalvarağa İbram Amcanın bakkal dükkânında da vardı.
Teyzem de yengem de siyah boyayı, gaz ile sürte sürte temizlediler. Başkaca bir yol da görünmüyordu zaten. Gaz hem ciltlerini hem de gözlerini yakıyor onlar ağlıyor ağladıkça da şaplağı yiyorlar daha fazla ağlıyorlardı. Kurtarsan kurtarılmaz, teyzemle yengemin yanına yanaşılmaz, bıraksan yürek dayanmaz, selameti kaçmakta bulmuştum.
Bu filmde de olduğu gibi filmlerin sonu hep mutlu biterdi, ancak bizdeki filmde Tarkan Viking Kanı’nın sonu acılı bitmişti.
Saygılarımla… Ali DİZDAR