Mitoloji yolcusu kadının kitabı
İki erkek çocuğu arasında doğmuş, üç çocuklu bir ailenin tek kızıdır Heda. Anası okuyamamış bir ev kadını, babası ilkokul mezunu bir esnaf, ancak kendine yetecek kadar geliri olan tipik bir Anadolu ailesinde büyümüştür. Erkeğin kayrıldığı, kadının itaat etmeye zorlandığı bu dünyada ne yapacaktır, ne yapmalıdır?
İlla da doktor olsun diye dayatmalar ile öğretmen, hatta isterse hemşire olabilmeyi salık vermeler arasında tercihini gazetecilik okumaktan yana kullanacaktır. Adana’nın kavruk yüzünü ardında bırakıp kendisi kadar güzel yüzlü İstanbul’a koşacaktır. Henüz maske denen nesneden bihaber, bıçkın, cesur bir kadınken, bir TV kanalının genç muhabiri olacak, kendi deyimiyle “yirmi dokuz kış geçirmiş” olan kalbi bir taraftan inşaat mühendisi sevgilisi Fatih’e duyduğu aşk ile atarken beri taraftan ofiste kendisine verilen her görevi mükemmel bir şekilde tamamlayabilmek uğruna çarpacaktır.
Bay Goebbels adını taktığı müdürü avucuna almak için etrafında dönüp dolaşacak, onu evlilikten caydırmak için Heda’ya şöyle diyecektir: “Kızım, aşk diye bir şey yoktur. Var olan da aşk değildir. (…) İnsan kendine bir heyecan ararken ya da yaşamak istediklerine bakarken, bunu meşrulaştırıcı bir icat buluyor. Anladınız mı bak, icat diyorum. İcat… İcat nedir, biliyorsunuz değil mi? Aşktır bu icat.”
Heda, kadınların hikayelerinde yitirdiği geçmişini arayacak, tanıdık parçalar bulmak ister gibi kadın öyküleri anlatacaktır: “Erkenden çıkıp işe giden memurların çocuklarına bakan kadınlar gibi giyinmiş işte. Ellerinde boya kalemlerinin çıkmayan izleri halen duruyor. Aylarca taksit ödeyerek aldığı koltuk takımına bir kılıf geçiren ve kocasından sakladığı küçük kâğıt paralarla öğle çayına kekler pastalar yapan kadın bu.“
Kendine, işine ve ilişkileriniie ve hayata, yaralı bir aslanın avına yaklaştığı gibi sessiz ve derinden yaklaşacaktır. Sevecek, üzülecek, hayal kırıklığına uğrayacak, isyan edecek ve bunları yaparken okuyucunun kalbine duygularını saplayacak: “Bu dünyadan giderken son sözümün bir küfür olacağını biliyordum, ama işte ölmedim. Bu sözümü tutacağım.” diyecek, “Elimden tutup sevgili dediniz, sokakta takip ettiniz. Fahişe kimliğini çıkarıp astınız boynumuza. Oynak dediniz, dansöz dediniz, peşimize takıldınız. Eksik etek olduk, hanım olduk, hatun olduk, baya bağlı bayan, beye bağlı begüm olduk. Gülünce hafifmeşrep, gülmeyince suratsız olduk. Seviştik, dilber olduk; kaçtık, yosma olduk. Kapatamadığınıza sürtünerek, sürtük dediniz çarşı pazar.” diye ekleyerek isyan edecektir.
Sonrası okuyucunun sonunu tahmin edemeyeceği bir uzun yolculuktur.
Ya Star! diye feryat edecek, yıldız sembolüyle efsanevi tanrıça İştar’ı arayacaktır. Kilit taşıyla tanrıçayı anlatmaya çalışırken “…bu taş bu yapıyı nasıl ayakta tutuyorsa, efsanelere göre tanrıça da yani kadın da dünyayı ayakta tutuyor. Dünya tanrıçanın yüzü suyu hürmetine dönüyormuş. ‘Kadının olmadığı bir yaşam çökmeye mahkûmdur,’ denilmek isteniyor.” diye anlatacaktır.
Alihan Demir, işte bu minvalde okuyucuyu bir duraktan alıp gezdirecek, ustaca kullandığı Türkçe’nin şiirsel diliyle konforlu bir serüven yaşatacaktır. Kitabı bir çırpıda okuyup bitiren okuyucu kitabın sayfaları arasında rastladığı Ahmed Arif’in şiirini anımsayacak, Reşat Nuri Güntekin’in hikayesini unutulmaz bulacak, kadınlara ve aşka dair hayata bakış açısını yeniden sorgulayacaktır.
Her kitap okuyucunun belleğini kurşun kalemle çizer. Kitaptaki unutulmaz dizeler, sıradışı bir kurgu ile okuyucuya yaşatılan duygu yoğunluğu o çizgilerin üzerinden tekrar tekrar geçerek bellekte kalıcı hale getirir. Elinize ilk aldığınızda kaliteli baskısı, Özgür Yurttaş tarafından hazırlanmış etkileyici kapak ve iç mizanpajı ve mükemmel Türkçe’si ile Sis Yayıncılık tarafından çıkan Ya Star’ın hoş bir kitap olduğunu anlayacaksınız. Kuşkusuz her kitap özeldir, en çok da yazarı için özeldir. Ancak Ya Star, Türk edebiyatına iyi bir yazar kazandırmanın ötesinde kendine özgü diliyle kendisine özgü bir okuyucu kitlesi de yaratacaktır. Alihan Demir bu övgüleri ziyadesiyle hak ediyor. Okuyucusu bol olsun.
Seyfi Elçiboğa