Salim Çetin
Yazlıklar çoğumuzun kaçış mekânıdır.
Sıkıldıkça denizinden ruhumuza şifa devşirdiğimiz, yorulan bedenlerimizi tuzlu sularına attığımızda şehirle ilişkimizin kalmadığı illüzyonunu beynimize işleyen mekanlar…
Sonra bu illüzyon yaşanır yaz biter, bir serüven olarak kurguladığımız hayali ‘ yaz maceraları’ doğal seyrine döner ve biz şehrin gürültüsüne hasret, nerdeyse bu karmaşayı da özlemiş biri olarak geldiğimiz yere şehrimize, mahallemize tekrar döneriz; kendi celladına koşarak giden biri gibi.
Ve hayatın bir çember gibi yaşanan rutini kendini tekrarlar, şehirdeki koca bir kışı yaşanır sonra yeniden yazlıkların yollarına dökülürüz; yorulan ruhumuzu şehrin gürültüsünden sakınmak için…
İşe bakın ki hayatımız sanki fasit bir daire…
İşte şimdi Eylül’ün sonlarındayız; kaçıncı ‘kaçış’ ın içindeyiz sayısını unuttuk bile…
Kısaca yaz bitti, beynimizdeki serüvenlerden devşirdiğimiz nice hayal kırıklığı ile yaz bitti.
Turgut Uyar’ın dediği oldu:
“Eylül toparlandı gitti işte
Ekim falan da gider bu gidişle “
Sıcaklar yerini ‘şurup gibi bir hava ‘denen insanı ne üşüten ne de terleten moda bıraktı bile.
Temmuzda denizden esen rüzgâr başka kıyılara gitmiş olmalı ki dingin, kıpırtısız bir deniz önümüzde salınıp duruyor.
Baktıkça eğer geçmiş hayallerde değilseniz yıldızlardan yansıyan ışık huzmelerinin denizle dansını gecenin gizleri içinde rahatlıkla seyredebilirsiniz.
Deniz böyleyken doğanın kara tarafına ne demeli?
Bu yanda da bir telaş var, çıplak gözle görebiliyorsunuz.
Akşamsefaları artık geceleyin çiçeklerini açmıyor ama diplerindeki tohumlardan bir dahaki kışa hazırlandıkları belli…
Yaseminler, melisalar güneşin çekilmesini bekleyip bütün gece rayihasını ortalığa adeta saçıyor.
Limon ve mandalinalar henüz yeşil, sıralarını bekliyor.
Nar mı?
Bir bilemediniz iki hafta sonra yenmeye hazır.
Bütün yaz yapraklarındaki güzelliği ortalığa saçıp duran güller?
Onlar da sonbaharın hüznünden nasiplerini almış gibiler; işveli bakışları hala diri ama yaz onları da yormuş…
“Gül düşünür gülistan olursun, diken düşünür dikenlik olursun” diyen Mevlâna’ nın gülleri bunlar.
Biraz yazın yorgunluğu biraz hüzün onlara başka bir güzellik katmış ama açık söylemek gerekirse gülün olmadığı yerde bir eksikliğin olacağını söylemek abartı olmasa gerek.
Sabah yürüyüşlerimizde yol boyu birer ikişer tadına baktığımız incirler.
Galiba Ağustos onların ayıydı. Bütün görkemleri ile bu ayda yemişlerini verdiler Eylül’ de sahneden çekildiler.
Şimdi bizim yürüyüş güzergâhımız fakirleşti, her sabah ağzımızı tatlandırdığımız incirler bir yıllığına bize veda etti…
Peki, doğanın süsü olan çoğunun adını bile bilmediğimiz onlarca çiçek, onlarca ot çeşidi, çamlar, makiler?
Galiba Ege’nin böyle olduğunun bilincindeler, biraz yaprakları sararak hırpalanmış, sapları artık susuzluktan yorulmuş, keyifsiz bir sonbaharı yaşamanın sıkıntısı içindeler, gözleri gelecek yağmurda…
Yağmur onlara şifa olacak gibi…
Eh, işte bu yazlık denen cephe böyle; maile sonbaharın hüznü yaşanıyor bu cephede dersek abartmamış oluruz.
Deniziyle, ağacıyla, çiçeği ile bir başka yer’e göçün getirdiği ayrılık acısı her yere sinmiş gibi…
Baktığınız ağaçlar, çiçekler, çimler, denizin dalgası keyifsiz.
Hatta ayrılığı hisseden evlere her an girip çıkan, yiyeceğini oturanlardan alan kediler, köpekler?
Onlar da sezgileriyle bu ayrılığın ayak seslerini duymuş gibiler.
Yüzleri asık…
Sahipleri ile oynadıkları oyunlarda bir ‘kırıklık’ sezinlemek mümkün.
Belki de dönüş’ e beş kala sahibinin ihanetine uğrayacağı korkusundandır bu kırıklık.
Bütün kışı alıştığı, dost bildiği biriyle geçirmek varken aniden kendini hiç bilmediği bir sokak aleminde buluvermek….
İsterseniz ruhumuza şifa devşirdiğimiz, yorulan bedenlerimizi tuzlu sularına attığımızda şehirle ilişkimizin kalmadığı illüzyonunu beynimize işleyen mekanlar…
Sonra bu illüzyon yaşanır yaz biter, bir serüven olarak kurguladığımız hayali ‘ yaz maceraları’ doğal seyrine döner ve biz şehrin gürültüsüne hasret, nerdeyse bu karmaşayı da özlemiş biri olarak geldiğimiz yere şehrimize, mahallemize tekrar döneriz; kendi celladına koşarak giden biri gibi.
Ve hayatın bir çember gibi yaşanan rutini kendini tekrarlar, şehirdeki koca bir kışı yaşanır sonra yeniden yazlıkların yollarına dökülürüz; yorulan ruhumuzu şehrin gürültüsünden sakınmak için…
İşe bakın ki hayatımız sanki fasit bir daire…
İşte şimdi Eylül’ün sonlarındayız; kaçıncı ‘kaçış’ ın içindeyiz sayısını unuttuk bile…
Kısaca yaz bitti, beynimizdeki serüvenlerden devşirdiğimiz nice hayal kırıklığı ile yaz bitti.
Turgut Uyar’ın dediği oldu:
“Eylül toparlandı gitti işte
Ekim falan da gider bu gidişle “
Sıcaklar yerini ‘şurup gibi bir hava ‘denen insanı ne üşüten ne de terleten moda bıraktı bile.
Temmuzda denizden esen rüzgâr başka kıyılara gitmiş olmalı ki dingin, kıpırtısız bir deniz önümüzde salınıp duruyor.
Baktıkça eğer geçmiş hayallerde değilseniz yıldızlardan yansıyan ışık huzmelerinin denizle dansını gecenin gizleri içinde rahatlıkla seyredebilirsiniz.
Deniz böyleyken doğanın kara tarafına ne demeli?
Bu yanda da bir telaş var, çıplak gözle görebiliyorsunuz.
Akşamsefaları artık geceleyin çiçeklerini açmıyor ama diplerindeki tohumlardan bir dahaki kışa hazırlandıkları belli…
Yaseminler, melisalar güneşin çekilmesini bekleyip bütün gece rayihasını ortalığa adeta saçıyor.
Limon ve mandalinalar henüz yeşil, sıralarını bekliyor.
Nar mı?
Bir bilemediniz iki hafta sonra yenmeye hazır.
Bütün yaz yapraklarındaki güzelliği ortalığa saçıp duran güller?
Onlar da sonbaharın hüznünden nasiplerini almış gibiler; işveli bakışları hala diri ama yaz onları da yormuş…
“Gül düşünür gülistan olursun, diken düşünür dikenlik olursun” diyen Mevlana’ nın gülleri bunlar.
Biraz yazın yorgunluğu biraz hüzün onlara başka bir güzellik katmış ama açık söylemek gerekirse gülün olmadığı yerde bir eksikliğin olacağını söylemek abartı olmasa gerek.
Sabah yürüyüşlerimizde yol boyu birer ikişer tadına baktığımız incirler.
Galiba Ağustos onların ayıydı. Bütün görkemleri ile bu ayda yemişlerini verdiler Eylül’ de sahneden çekildiler.
Şimdi bizim yürüyüş güzergâhımız fakirleşti, her sabah ağzımızı tatlandırdığımız incirler bir yıllığına bize veda etti…
Peki, doğanın süsü olan çoğunun adını bile bilmediğimiz onlarca çiçek, onlarca ot çeşidi, çamlar, makiler?
Galiba Ege’nin böyle olduğunun bilincindeler, biraz yaprakları sararak hırpalanmış, sapları artık susuzluktan yorulmuş, keyifsiz bir sonbaharı yaşamanın sıkıntısı içindeler, gözleri gelecek yağmurda…
yağmur onlara şifa olacak gibi…
Eh, işte bu yazlık denen cephe böyle; maile sonbaharın hüznü yaşanıyor bu cephede dersek abartmamış oluruz.
Deniziyle, ağacıyla, çiçeği ile bir başka yer’e göçün getirdiği ayrılık acısı heryere sinmiş gibi…
Baktığınız ağaçlar, çiçekler, çimler, denizin dalgası keyifsiz.
Hatta ayrılığı hisseden evlere her an girip çıkan, yiyeceğini oturanlardan alan kediler, köpekler?
Onlar da sezgileriyle bu ayrılığın ayak seslerini duymuş gibiler.
Yüzleri asık…
Sahipleri ile oynadıkları oyunlarda bir ‘ kırıklık’ sezinlemek mümkün.
Belki de dönüş’ e beş kala sahibinin ihanetine uğrayacağı korkusundandır bu kırıklık.
Bütün kışı alıştığı, dost bildiği biriyle geçirmek varken aniden kendini hiç bilmediği bir sokak aleminde buluvermek….
İsterseniz yürek burkan bu konuya hiç girmeyelim.