Yaşım mı?
Bir tiyatro oyunu, fantezilerimi geliştirebilen, heyecanlı, özellikle faşizme karşı partizan filmi seyrettiğimde; bir futbol, basketbol, hele ki Filenin Sultanları’nı izlediğimde yirmi sekizindeyim.
Yürümeye başladığımda sağ baldırımın tıkalı damarlarının ayağıma vuran ağrısı başladığında kırk sekize yükseliveriyorum.
Uzun oturup kalktığımda başlayan bel ağrılarım düzelene dek elli sekize ulaşıyorum.
Bir kitap, yazı okumaya başladığımda ameliyatlı gözlerim, “çık” diyor, “az daha yükselt yaşını!” Yükseltmiyorum tabii. Üstelik o kitabı okuyup bitirdiğimde mutluluk esintileri üflenince yüzüme az daha aşağılara iniyorum. Yeni bir kitaba başlayıncaya dek böyle idare ediyorum.
Düzenli aldığım ilaçlarla periyodunu aksatmamam gereken iğnelerimi vurma anımda, “ne ellisi lan,” diyorum kendime. “Artık altmışı geç, yetmişe dayanmış merdivenlerin basamaklarını say. “
Sayar mıyım, o kadar enayi miyim de beni moruklar sınıfına atlatmaya çalışan merdivene uyayım!
Uymuyorum. Yürüyüşler uzun değilse hemen katılmaya çalışıyorum. Politik, kültürel gecelere katılma gayretimle içimi tazeliyorum.
En çok da; dolu heybemdeki konuları, özetlerimi yazmaya başlamamla başlayan sürecin, düşün, yaz, oku, düzelt derken geçen süresi hem devrimci, hem bir yazan olarak beni gençleştirdiğini söylemeliyim. On sekize, bazen biraz olgunlaşıp yirmi sekize vardığımı itiraf etmeliyim. Örneğin; dört yıla yakındır üzerinde çalıştığım AVUKAT (NİHAT) adlı yarı biyografik roman çalışmamın son bölümünü yazarken bir sonraki heyecanımın başladığını hissediyorum. İşçi Sınıfı, emekçi portreleri adlı özetlenmiş psikolojik öykülerime bir an önce başlama hedefim yükseliyor. Eee, İslamofobi mi adlı, gerici, dinci çevrelerin asosyalliğinden paragöz oluşlarına dek özetlenmiş yarı roman tarzındaki öykülerime ne zaman başlayacağım? Dinin paravanlığını işleyeceğim bu çalışmam, “ bana ne, bana ne, beni önceden özetlemiştin, haydi başla artık!” yakınmasında, duyuyorum.
Bu kez daha heyecanlanıyorum, gençleşiyorum. Ne yatmaya, yatalak olmaya hakkın var ne tembelliğe diyen yazılarım, okumamı bekleyen kitaplarım, karınca kadarınca da olsa partiye, İşçi Sınıfı mücadelesine katkıya çalışma daha da gençleştiriyor.
Yaşam; hatalarımızla, iyiliklerimizle kötülüklere karşı duruşumuzla, zaaflarımızla, zayıflıklarımızın üstesinden gelmeye, okumak, yazmak, öğrenmek, öğretmek mücadelesiyle sürüp gidiyor.
İyi ki yaşamışım, yaşıyorum. İyi ki tam da bu dönemde dünyaya gelmişim. İyi ki elli yıla yakın İşçi Sınıfı demişim, kır kent yoksullarıyla birlikte olmuşum.
Bunları düşününce bu kez aynalarda ne kırışıklarımı ne saçsız başımı görüyorum. Bir an dalıp gidince aynaya sesleniyorum: “Ne güzel ya, ne mutluyum ki bu yaşıma erdim. Yine sosyalist devrimi görmeden ölenin… Nı nı nı… diyerek umut yüklü, haydi bir şeyler yap, komutunu verdiriyorum beynime. Madem fiziğin elvermiyor, coğrafyanda düzlük kalmamış en azından bir iki sayfa yaz. Bilemedin ne yapacağını, elindeki kitabı oku, bitir, birilerine anlat, yenisine başla.
İşte böyle düşünüyor, böyle yaşıyorum.
Yalanım varsa başım kel olsun…
Ahmet Sefa