Salim Çetin’in 2 Haziran 2023 tarihli Yenigün Gazetesi’ndeki köşe yazısıdır.
Geçen hafta içinde fotoğraf ustam Lütfü Dağtaş aradı. ESHOT’un 80. yılı dolayısıyla düzenlenen, ulaşım konusunu içeren bir fotoğraf yarışmasından söz etti.
Yarışma için nasıl bir fotoğrafın olması gerektiğini konuştukça; yollarda seyir halinde bir otobüs fotoğrafının, bunun için de Varyant ya da Kadifekale’ye çıkan yolların uygunluğu aklımıza geldi.
Epeydir fotoğraftan uzaktım, bu bana iyi gelmişti.
Telefonu kapattıktan sonra, kendi kendime İzmir’in dar ve kıvrımlı sokakları iyi de Urla’dan Özbek’e gelen etrafı çam ve çalı türünden ağaçlarla ve bitkilerle dolu yol ne güne duruyordu. Burada da fotoğraf çekilebilirdi.
Düşünsenize, yeşilliklerin ortasında süzülen bir otobüs…
***
Ertesi gün aldım makinayı, düştüm Özbek yollarına; yanımda eşim de var.
Önce köyün içinde yarım saat bekledik, otobüsün geleceği yol için makinenin ayarlarını yaptım, hatta aklımdan, şimdi bir inek ya da bir kuzu çıksa, otobüs de onları beklese ve ben o fotoğrafı çekmiş olsam diye geçti.
Sonra köyün adının yazılı olduğu levhaya gözüm takıldı, tam otobüs geçerken levhayla birlikte çekiversem… Köy ve otobüs…
Önce ayarları yaptım, birkaç çekimle ışık ve uzaklık değerlerini söktüm gibi.
Gelgelelim otobüs yok, yarım saat geçti, hava sıcak yanımda eşim beklemek istemez….
Sonra direksiyonu Akkum’a kırdık, belki otobüs oraya gelir diye…
Öyle ya deniz, Akın’ın Yeri, restoranlar…
Ve kıyı boyu tekneler, balık mezatının da yapıldığı yer, onlarca kedi…
Otobüs ve bu sayılanları bir kareye sığdırsam hiç de fena sayılmayacak…
***
Akkum’a vardığımızda ne oldu dersiniz?
Yol, belediye tarafından asfaltlanmak üzere boydan boya kazılmış ve her yer toz içinde. Görünen bir şey yok.
Eşime, burada da bu iş olamayacak dediğimde, onun hafiften, bana belli etmeden güldüğünü yan gözle gördüm.
Sabahın 10.00’unda sevinç ve zafer sarhoşluğu çıkmıştık evden. 14.00 dolaylarında döndüğümüzde yorgunluk ve ‘Ben bir daha bu yarışmaya katılmam!’ duygusu tavan yapmıştı.
Zaten kendimi divana zor attığımı hatırlıyorum. Gerisi yorgunluk uykusuydu…
***
Aziz Nesin’in bir öyküsü var, anlatayım; belki okumuş olanınız hatırlayacaktır:
Eskiden taksi-dolmuşlar vardı, bizim gibi orta yaştakiler bilir, eski Amerikan arabaları o dolmuşların en gözdeleriydi.
Uzun, içi geniş Desotolar, Chevroleler…
İşte bir gün Aziz Nesin’in İstanbul’daki kahramanı, bu arabalardan birine binip Şişli’den bilmem nereye gidecektir.
Dolmuş durduğunda kapıyı açıp binecektir bizimkisi fakat heyhat kolu sağa çevirir açılmaz, sola çevirir açılmaz en sonunda şoför imdada yetişip kapıyı açar.
Açar ama şoför mazlumu buldu ya, başlar konuşmaya, “Bu cahil takımı arabaya binmeyi bile bilmiyor, bir kolu bile çeviremiyorlar…” diye verir veriştir.
Bizimkisi iyice pısmış, dolmuşun içinde mahcup, dilini yutmuştur adeta.
Şoför üsteler de üsteler… Durur durur, yeniden söylenir…
Üstelik dolmuşun içinden, yolculardan da kendisini onaylayan, “Bunlar var ya, bunlar İstanbul’u batırdılar!” diye sesler gelmeye başlar.
Tam o esnada dolmuş yine bir durakta yolcu alacaktır. Aynı durum o yolcunun da başına gelmez mi?
Kolu çevirir, kapı açılmaz, şoför başlar o yolcuyu azarlamayı.
Hikâye uzun ama özetleyeyim; o şoföre destek olan yolcu vardı ya, bu kez durakta inecektir.
Allah’ın işine bakın ki kolu çevirir kapı açılmaz, tekrar çevirir gene olmaz…
Yan taraftan insanlar gelir kolu açmak için. Polisten yardım istenir ama nafile!
Ve en sonunda dolmuş bir kilitçiye götürülür, iki saat uğraşır usta o da açamaz, sonra yolculardan bazıları fenalaştığı için pencerelerden çıkarılır. Şişman olan biri bu kez pencereye sığamadığı için bir sürü sorun yaşanır, falan…
***
Yıllar önce Erzurum’dan İzmir’e geldiğim dönem, 1970’lerin başı olmalı.
Bindiğim bir dolmuşta kapıyı açamamış, o mahcubiyeti ben de yaşamıştım.
Çünkü o arabalarda kapı kollarının işleyişi farklıydı; kiminin çevrilerek, kiminin olduğu yerde bastırılarak açılan bir düzeneği vardı.
Üstelik de Erzurum’un köyünde dolmuş mu vardı sanki?
Fakat bugün anımsadığım o şoför, kapıyı açamadım diye beni azarlamamış, tarif ederek açmama yardımcı olmuştu.
Şimdi karşılaştırıyorum o şoförle Aziz Nesin’in öyküsündeki şoförü.
Siz de karşılaştırın ikisini!
Ve bugüne gelin!
***
Seçimi ‘kazanan’lar, her nedense bana öyküdeki Nesin’in şoförünü hatırlatıyor.
İçim daralıyor…
Her şartta kazanmayı, her şartta karşısındakini suçlamayı aklına koymuş bir tip, bir taraf var…
Ne seçimin adaletli ne devlet olanaklarının bir taraf için seferber olması ne de montaj videolar gerçeği onu ilgilendiriyor.
Üstelik bütün bunlara karşın aradaki farkın sadece üç dört puan olması da umurunda değil!
Vicdan, hak, hukuk!
Geçin bunları!
Dolayısıyla biz böyle ‘şoför’lerden neden hâlâ nezaket, zarafet ve incelik bekliyoruz ki!
Bilmem haksız mıyım?
Ya, işte böyle, yenilmiş insanın güncesi de böyle oluyor!