İlkokul zamanlarım 12 Eylül’ün eli kulağında ortalık toz duman, fabrikalar grevde, her yer işçi direnişi, sokaklarda bildiri dağıtan abiler ablalar, duvarlarda tek yol devrim yazıları, sık sık değişen iktidarlar, adım başı karanlık cinayetler, karaborsa, siyah beyaz televizyonda Bonanza, Küçük Ev, Altı Milyon Dolarlık Adam. Kıraathanelerde bira içebildiğin zamanlar, biz uzak batı şehrinde ayakta kalmaya çalışan bir aile.
Babam yine hapis suçu kaçakçılık, oysa toprağından koptuktan sonra biz hepimiz kaçağız hayatlarımızın kaçakçısıyız az paraya çok hayale satıyoruz hayatlarımızı. Buna ceza yok da babamın Suriye üzerinden getirdiği üç beş fincan takımına, kız kaçıran duvar halısına, hadi onu da söyleyeyim bir kaç silaha ceza veriyorlar.
Evin büyük oğluyum baba yarısı demek bu yük bende yani, hafta sonları bit pazarına gidiyorum çalışmaya, eski elbise tezgahı var ona bakıyorum akşama kadar bağırıyorum o çocuk sesimle akşam yevmiyemi alıp fileme de biraz sebze meyve küçük ayaklarımla büyük adımlar atıyorum.
Tezgah sahibi Zaza Ahmet babamın mapus arkadaşı içeride söz vermiş babama çıkınca göz kulak olurum diye benimkisi o hesap işte Zaza Ahmet’in bit pazarındaki eski elbise tezgahına bakmak.
Eski İzmir’i hatırlayanlar bilir Tepecik’te bit pazarı vardı şimdiki pazarın yerinde tam karşısında şehir itfaiyesi vardı kocaman bahçesiyle, sonra bu bit pazarı çıkan büyük bir yangınla yandı kül oldu.
İşte o bit pazarında cumartesi pazar günlerim geçerdi. Kocaman pazar iki uzun bölümden oluşuyordu. Bir bölümü eski eşya elbise vs satılan yer, diğer bölüm sebze meyve satılan tezgahların olduğu yer. Devasa bir kalabalık olurdu her zaman insan kalabalığı ayak altlarında ben küçük bedenimle oradan oraya koşuşturuyorum ele avuca sığmıyorum.
Çok insan tanıdım o pazarda tırnakçı dediğimiz yankesiciler üzerindeki ceketi kış günü satanlar, akşam üstü tezgah altlarından çürük sebze meyve toplayanlar! Seyyar satıcılar tanıdım. Paranın ne lanet bişey olduğunu o pazarda anladım. İnsanların para için nasıl alçaldıklarını nasıl mücadele ettiklerini gördüm. Çok kavgalar gördüm ağız burun kırılan sustalıyla göbek deşildiğini gördüm.
Asıl mektep orasıydı benim için hafta içi gittiğim okulda öğrendiğim iki kere iki dört değil. Hayatı öğrendim. Yaşayarak, soluyarak, ellerimle tutarak, çabuk büyüdüm.
Koca adam oldum şimdi şehirler değişti iktidarlar değişti yaşam tarzları değişti, tek kanallı siyah beyaz televizyonlar değişti. Teknoloji çılgınlığı hepimizi sardı. Uzay çağı diyorlar -buna bu yazıyı bile cep telefonumdan yazıyorum- tam hakim olamasam da bende tutuyorum teknolojinin bir kenarından idare ediyorum yani.
Ama ne zaman pazar günü gelse hangi şehirde olduğum önemli değil sabahın erken saati uyanıp penceremi açtığımda burnuma bit pazarının kokusu gelir, babasızlığım gelir, yoksul çocukluğum gelir.
Sizde sevin çocukluğunu olur mu biliyorum? Bir çoğunuzla aynı benzer çocuklukları yaşadık. O yüzden pek yabancı gelmeyecektir bu yazdıklarım.
İ. Akan