Gece vardiyasından çıkmıştı. Gözleri uykusuzluktan şiş şişti.
Ama bu pazar gününü evde uyuyarak geçirmeyecekti. Hele baharın kendini müjdelediği böyle güneşli bir günde.
Fabrikanın servisiyle şehre indi. dört yıldır çalıştığı döküm fabrikasında ustabaşıydı. Fena bir para geçmezdi eline zaten bir başına yaşıyordu yetinip gidiyordu, kimseye muhtaç değildi. Hoş gerçi öyle tanıdık akraba falanda yoktu yaşadığı bu uzak kent de. Kimden ne isteyecekti ki…
Bir gecekondu semtinde eski bir apartmanın iki odalı giriş katında oturuyordu. Vardiyalı bir işi olduğundan pek düzenli bir hayatı yoktu. Evde çok nadir yemek pişirirdi. Genelde kahvaltılıkla geçiştirirdi, yemek olayını çok zaman çalıştığı döküm fabrikasında hallederdi.
Bazen evde kalıp içtiği zamanlar bir iki meze falan hazırlıyordu, oturduğu masaya karşısındaki sandalyeye banyoda asılı olan seyyar aynayı koyuyor şarap doldurduğu bardakla şerefe diyordu aynadaki kendisine.
Uykusunu açmak için indiği sahilde bir süre yürüdü. Sahil kenarındaki mekanların masa ve sandalyeleri acelece toplanmış gibi özentisiz duruyordu, mekanların önünde. Anlaşılan gece buralarda oldukça hareketli geçmişti. oysa onun kaçıp geldiği dağ kentinde öğleden sonra gün akşama döndüğünde, el ayak erkenden çekilirdi. Sonra kuytuluklarda patlayan faili belli silahlar, evlere düşen ateşler, yaratılan korku imparatorluğu… Dayanamamıştı kaçıp gelmişti işte bu denizi olan uzak kalabalık şehre.
Yarım saat kadar yürüdü. Sahilde pazar sabahı olması itibariyle etraf oldukça sakindi. Caddeden geçen çöp arabaları birkaç seyyar satıcı ve denizin üzerinde dolaşan uykusuz martıları saymazsak eğer.
Uykusunun açılması ve yürüyüş onu fena acıktırmıştı. Sabah sabah çorba iyi giderdi yürüdüğü sahile çok uzak olmayan çorbacıya doğru yöneldi.
Geldiği çorbacı da kendinden başka üç beş kişi daha vardı. Henüz burasıda kalabalıklaşmamıştı.
Mercimek çorbası söyledi kendine ,çocukluğundan kalma bir tat alırdı mercimek çorbası içtiğinde. Doğduğu köy geliyordu aklına. Eli tandır ekmeği kokulu annesi, sınır boylarında kaçakçı babası geliyordu aklına.
Bir kase daha söyledi onu da büyük bir iştahla içti. Şimdi karnının doymasıyla beraber yüzüne bir mutluluk ifadesi yerleşti. Çay geldi sigarasını çıkarıp yaktı. Çayla iyi gidiyordu meret.
Vakit epey ilerletmişti etraf yavaş yavaş hareketlenmeye başlamıştı. Caddeden geçen arabalar çoğalmış korna sesleri pazar gününün sakinliğini bozmaya başlamıştı. İçtiği çorbaların parasını ödeyip kalktı birkaç cadde yukarıda olan lunaparka doğru yürümeye başladı. Evet bugün lunaparka gidecekti cebindeki tüm bozuk paralara jeton alıp çarpışan arabalara, atlı karıncaya, yükseklik korkusu olmasına rağmen dönme dolaba binecekti. Etrafındaki çocukların içine karışıp yarım kalan çocukluğunu yaşayacaktı.
Adımlarını hızlandırdı öğleye geliyordu saat henüz lunapark için erken sayılırdı ama bu ona aldırış etmedi.
Sahilden uzaklaştıkça martıların sesi geride kalıyordu…
İ. Akan