Son birkaç yıldır hep aynısını yapıyordu. Baharın ilk yağmurları düştü mü soluğu erkenden şehrin büyük mezarlığında alıyordu.
Sabah uyanıp uyku mahmurluğunda temiz hava almak için balkona çıktığında fark etmişti yeni yeni çiseleyen yağmuru. Geceliğinin kollarıyla açıkta kalan üşüyen kollarını sardı. Bir süre ince ince utangaç bir şekilde yağan yağmuru izledi. Burnuna tozlu asfalta düşen yağmur damlalarının tozla buluşunca çıkardığı keskin koku geldi. Başını gökyüzüne doğru çevirdi. Gri bulutlar birleşiyor birleşince rengi daha bir kararıyordu. Kendi kendine “bu yağmur gün boyu durmaz devam eder” söylendi.
Balkon kapısını kapatıp banyoya geçti ihtiyacını giderip elini yüzünü yıkadı. Mutfağa geçti. Demlikte dökmediği Akşamdan kalan çayı kaynatıp alel acele doğradığı salatalık ve domatesin yanına koyduğu bir parça beyaz peynir ve birkaç siyah zeytinle çabucak kahvaltısını yaptı. Üzerine kot pantolonunu ve montunu giydi ayağına geçirdiği botlar ile omuzlarına doğru inen siyah saçları ve iki kömür karası gözleri ve yanağındaki ince belli gamzeyi görmeyenler genç bir oğlana benzetirlerdi kendini. Oysa henüz yirmi sekizinde çıtı pıtı narin yapısıyla evlenmemiş kendi kazandığı para ile tek başına yaşayan bir kızdı.
Şehirdeki trafik yoğunluğuna girmeden bildiği tenha kestirme yollardan geçerek çabucak mezarlığa ulaştı. Arabasıyla oldukça geniş girişten içeriye girdi mezarların olduğu adaların etrafında bir süre dolaştıktan sonra, aradığı yeri buldu. Az ilerisine park etti.
İşte yine buradaydı. Babasının yaklaşık beş yıldır yattığı mezarın başucundaydı. Yağmur biraz şiddetini artırmış ama henüz sağanak haline dönüşmemişti.
Babasının adı doğum ve ölüm tarihi yazılı olan mermerden mezar taşını elleriyle okşayıp usulca mezarın kenarına çöktü. Yağmur burada toprak ile buluşunca bir başka kokmaya başlamıştı. İnsanın içini huzurla kaplayan bir rayihası vardı. Buram buram içine çekti. Gözlerini kapatıp bir süre mezarlığın sabah sessizliğini dinledi. Sonra elleri ile babasının yattığı mezarın üzerindeki kurumuş çiçekleri yaban otlarını temizledi. “sanırım uzun zaman kimse ziyarete gelmemiş” diye söylendi.
Oysa üç kız kardeş ilk iki yıl devamlı gelmişler daha sonra ziyaretleri seyrekleşmişti. Tabi bunda kız kardeşlerinin başka şehirlerde çalışıp yaşamlarının da etkisi vardı. Her biri art arda okudukları okullarından mezun olmuş uzak bir akrabalarının yardımıyla da her bir kardeşi ayrı bir şehirde iş bulup çalışmaya başlamışlardı. Annelerini ise zaten uzun bir zaman önce kaybetmişlerdi.
Ailenin büyük kızı olması itibari ile kardeşlerine hem annelik yapmış, bir yandan okumuş, bir yandan da babasıyla fırtınalı bir yaşam sürmüştü.
Rahmetli babasıyla yaşadıkları geçti hafızasından annelerinin erken ölümünü babalarının üzerine yıkmışlar, kardeşleri ile bir olup her tartışmada “annemize gün yüzü göstermedin, yokluk içinde yaşadı kadın kalbi dayanamadı onu sen öldürdün” diye suçlayıp durmuşlardı.
Nerden bilebilirlerdi buna çok içerleyen için için kahredip ömrünce ağzına sigara koymayan babalarının akciğer kanserine yakalanıp annelerinin ölümünden iki yıl bile geçmeden ölüp gideceğini.
İçini adeta doğrayan keskin bir pişmanlık duydu. Ağzının içi paslı demir gibi oldu. Gözleri doldu. İnce ince yağan yağmur gözyaşlarıyla beraber yüzünü yalayıp toprağa düştü. Kendine hakim olamıyordu. Ağlaması hıçkırığa dönüşmüş sarsıla sarsıla ağlıyordu. Kendini mezarın üzerine kapadı. Yüzü toprağa gömüldü. Vücudu ağlamasıyla sarılmaya devam ediyordu.
Ne kadar öyle kaldığını hatırlamadığı bir süre sonra kalktı, bir yandan üzerine bulaşmış yağan yağmurla çamurlaşmış toprağı elleriyle silkelerken düzeltti kendini . Ağlaması da kesilmişti. Ara ara burnunu çekiyordu istemsizce. Ayakta öylece durdu. Etrafa göz attı. Az ilerisindeki ağacın alçak dalına konmuş birbirine sokulmuş bir çift kumru gördü. Kumrular ile bildiği bir şey geldi aklına “derlerdi ki eşi ölen bir kumru, bir daha başka bir kumru ile çiftleşmezmiş” . Bir süre hayranlıkla izledi onları. Sonra yan tarafından gelen seslere çevirdi kafasını.
Omuzlarında tabut olduğu halde yanlarında başında hoca sarığı olan biriyle gelen bir gurup insan gördü.
” Ne kadar azlar “diye kendi kendine söylendi. Muhtemelen fakir cenazesiydi. Zengin cenazesi olsaydı ağlayanlar tabutu omuzdan almak için didişenler ile çok kalabalık olurdu. Nereden mi? biliyordu. En son babasının cenazesine birkaç akrabası ve arkadaşları ile bu mezarlığa geldiğinde şahit olmuştu. Aynı anda biraz ilerilerin de ki yeni kazılmış mezara da bir cenaze devasa bir kalabalık pahalı kıyafetleri ile gelmişti. Zenginin cenazesi kalabalık oluyordu. Hayat böyleydi işte. Varlığın kadar değer görüyordun bu dünyada.
Tekrardan dönüp mezar taşını babasının isminin yazılı olduğu yüzeyi elleri ile okşadı. “hoşça kal baba, yine bir bahar yağmurunda gelirim ziyaretine” diye sessizce kendi kendine konuştu. Elleriyle bir kez daha üstünü başını şöyle bir silkeleyip toparlandı. Arabasına doğru giderken usul usul yağan yağmur patlayan gök gürültüsü ile birlikte şiddetini artırmıştı….
(kurmaca öyküler) İ. Akan