Kargaları izledi. Uzaktan iri kara bir karga önce ağzındaki ceviz ile yükseliyor sonra o yükseklikten cevizi boş olan yolun asfalt zemine bırakıyor. Asfalta hızla düşen ceviz kırılıp parçalar halinde dağılınca da hızla süzülüp kırılan ceviz parçalarını alıp afiyetle bir güzel yiyordu.
Bir de kuşlara kuş beyinli derler, oysa bu yapılan gayet akıllıca bir hareketti.
Bir süre daha izledi oturduğu parkın bankına güneş iyice çökmüştü sanırım saat öğleye doğru geliyordu. Tam emin değildi çünkü cep telefonunu geçen hafta bit pazarında satmıştı. Parasıyla bir müddet daha yemek yiyebilecekti. Yanından geçen insanlara da sormak istemiyordu saati, sormaktansa böyle güneşin hareketleri üzerinden tahmin yapıyordu. Zaten yetişecek bir yer yada bir işi yoktu ki…
Ağır ağır kalktı akşamdan beri kah uzanıp kah oturduğu yerden. Caddeden geçen telaşlı insanlara baktı bir süre anlamsız bakışlarla, sonra ezbere adımlarla yürümeye başladı. Her zamanki yere gidiyordu, bit pazarının oradaki zeki ustanın bol kepçe lokantasına.
Çorba söyledi kendine yanına bir ekmeği katıp edip bir güzel yedi. Akşamdan beri açlıktan guruldayan karnı durulmuştu artık.
Kendini caddeye attı. Kalabalığın içine karıştı bir süre kalabalıkla beraber hızlı adımlarla yürüdü. Kendini iyi hissediyordu böyle sanki işine gücüne yetişecek birinin telaşı yerleşiyordu yüzüne.
Biraz daha yürüyüp kalabalıktan ayrıldı. Şimdi sahile doğru giden tek tük insanların olduğu boş yoldaydı. Ellerini cebine koyup sahile doğru yürümeye başladı. Ağzına nerden geldiği belli olmayan bir şarkı dolandı. Neşesi yerine gelmişti.
Denizin hemen karşısına boş olan beton bloğa oturdu. Denizi izlemeye başladı.
Dalgalar ritmik bir hareketle geliyor ayağının dibindeki kaya parçalarına vuruyor, sonra geri çekiliyordu. Suyun hiçbir telaşı yok gibiydi. Sanki bu onun rutin göreviydi küçük dalgalar halinde gelip kıyıya vurmak. Oysa o şimdi karşısında izlediği denizin öyle göründüğü gibi çok da masum olmadığını en iyi kendisi bilirdi. Daha geçen ay kendisinin son anda yetişemeyip binemediği bot içinde çocuk ve kadınlarında olduğu 30 kişilik gurup karşı.
Kıyıya gitmek için açıldıklarında hırçın dalgalara yenilmiş, bir çoğu boğulmuş, cesetleri bile bulunamamıştı. Bu deniz öyle bir zalim denizdi işte. Ama şimdi masum masum duruyordu karşısında. Gözleri doldu bunlar aklına geldiğinde. Yerden birkaç taş parçası alıp hırsla attı denize bir yandan da küfürler ediyordu.
Kıyıda yürüyüş yapan insanlar garip bir ifadeyle baktılar ona… Sanki bu delinin ne işi var burada derlermiş gibi, hiç oralı olmadı. Zaten burada olmayı o istememişti ki.
Ülkesinin içine çekildiği savaş onu bu uzak şehre kadar sürüklemişti. Ve burada da durmayacak, buradan şu denizi geçip karşı kıyıya oradan da daha uzak kentlere gidip yeni bir hayat kuracaktı.
Buraya iki ay evvel geldiğinde cebindeki parayla bir süre idare etmiş. Deniz üzerinden kaçak geçiş için bir çete ile anlaşmış ama kaderin cilvesi parasını çaldırınca son anda bineceği bota yetişememiş bu bilmediği yabancı şehirde bir başına peş parasız kalmıştı. Önce kolundaki değerli baba yadigarı saati değerinin çok altında bir paraya satmış bir süre bununla idare etmiş sonra geride kalmış yakınlarıyla tek iletişimi olan telefonu satmıştı mecburluktan. Yoksa bu yabancı şehirde açlıktan ölecekti.
Yatmaya para harcamıyordu. Havaların iyice ısınmasıyla birlikte parklarda yatmaya başlamış elindeki az biraz parayla karnını doyurup yaşamaya çalışıyordu.
Saat epey ilerlemişti sahilden uzaklaştı kendisi gibi mültecilerin toplandığı şehrin diğer ucundaki semte doğru yürümeye başladı. Kafasında bin bir düşünce vardı ama adımlarını daha kararlı atıyordu. Hem belli mi olur belki tanıdık bir yüze denk gelirdi…
i. Akan