Urla’yı, Foça’yı, Çeşme’yi harika bir yaz kaçamağının tatil kasabası olarak görür, Dikili’yi 12 Eylül karanlığına karşı bir direniş kasabası olarak algılardık.
Ne zaman?
Darbe’den hemen sonraydı, 1980’lerden 90’lara kadar…
O günlerin Dikili’si ve hemen kıyıdan başlayan denize sıfır çay bahçeleri; belediye başkanı Osman Özgüven’in katkılarıyla birer arenaydı sanki; demokrasinin tekrar nasıl ayağa kaldırılabileceği konusu en azından orada tartışmaya açılmıştı.
Çünkü çoğu insan 12 Eylül’den yorgun argın çıkmıştı; kimi hapis yatmış, kimi yakınını kaybetmiş, kimi işinden olmuştu.
Bizim kuşağın devrim düşleriydi Dikili…
Kaybedilen hukuk ve diğer haklar talep ediliyor, demokrasinin en kısa zamanda gelmesi isteniyordu.
Bizim kuşağın devrim düşleriydi Dikili…
İlhan Selçuk, Mümtaz Soysal, Mustafa Ekmekçi, Halit Çelenk gibi tanıdık isimler bildiklerini bir kez daha tekrar ediyordu.
Öbür yanda müzik, başka bir kıyıda bir şair şiirlerini okuyordu.
Cunta ve uygulamaları elbette en başta gelen hedefti.
***
O yılları bilenler bu yaz şenliklerinin epey bir süre devam ettiğini de anımsarlar…
O nedenledir ki buraya kaç kez geldiğimi söyleyemem ama çok olduğunu belirtmeliyim.
Hatırlıyorum; otobüsten iner, şehrin deniz kıyısına koşut parke taşlı caddeden yürür; afişleri, pankartları takip ederek ‘Demokrasi Adası’na varırdık. Ada dediğime bakmayın yan yana denize sıfır çay bahçeleriydi bunlar.
Oturduğumuz yerin arkasında önünde birileri seslenirdi; başka mitinglerden, başka panellerden tanıdıkların sesiydi onlar…
Dostların arasındaydık…
Ne güzeldi, ılık bir İzmir imbatı gibi insana huzur veren, korkusuz, güzel ve özgür bir dünyanın varlığı, şehrin her yerine sinmişti adeta.
Gezi’de olduğu gibiydi…
Ne güzel şenlik ne güzel düşlerdi…
***
Bizim kuşağın devrim düşleriydi Dikili…
Bizim kuşağın devrim düşleriydi Dikili…
İşte hayat böyle akıyor, bu düşlerin pek çoğu hayata geçti ama daha güzel bir dünyanın anahtarlarını ‘köyün ağasından’ alabildik mi? Doğrusu o konuda hayata kırgınım!
Adaletini bizden yana işlettiği pek de söylenemez.
Bu yüzden kasabanın hırsızlarını başımıza şerif etti durdu.
Her neyse…
***
İşte, o Dikili’ye bayram tatil için geldiğimde 90’larda olup bitenler zihnime üşüşüp durdu.
Otobüsten inip parke taşlarla kaplı caddeden yürüyerek gittiğim ‘çay bahçeleri’ni aradı gözlerim, onlara baktım eski bir dostu arar gibi.
Çoğu değişmiş, modern işletmeye dönüşmüştü.
O naiflik gitmiş, tek tük çam ağaçlarından eser kalmamış; bira içilen, döner satılan yerlerdi buralar artık.
***
Yürüdüm, birinin sınırına dayandım; yanı başında birkaç gemi demirlemişti, en dış kısmındaki masanın birine oturdum.
En uzağında, üç beş masa ilerisindeki bir yeri sahne olarak canlandırdım zihnimde; orada İlhan Selçuk, yanında diğer gazeteciler, bir panel bitiyor, öbür yerde Moğallar konser verecek, yanda bir şair şiirlerini okuyor…
Akşam bir arkadaş çadır kurmuş acaba onda mı kalsam yoksa İzmir’e gidip ertesi gün tekrar mı gelsem?
Dalmış gitmişim…
Önüme konulan çayın sesiyle kendime geldim…
***
İnsanlar dönerlerini yiyip hazır kahvelerini yudumluyordu.
Kalktım, ağır adımlarla kıyı boyu yürüdüm; gözlerim ‘ada’nın geri kalanını aradı.
Hepsi benim gençliğimdi çünkü… Onlarla düşlerim kanatlanmış, onlarla büyümüştüm.
Sonra kıyı boyu çok güzel düzenlenmiş sahilde epeyi yürüdüm.
Çay bahçelerinin çoğu değişmişti, hayat onları da kendi yasalarına tabi kılmıştı demek ki!
Belediye parklar yapmış, oturma gruplar/ banklar koymuş, yüzlerce insan için harika bir yürüyüş bandı oluşturmuş bu ‘bahçeler’in yerlerine…
***
Hayat ya da -Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyişiyle- mazi, bizimle beraber değişiyor.
Kimi zaman olumsuzluklar da olabiliyor bu değişimde…
Dikili benim kuşağım için başka dünyaların olabileceğinin temsili şehriydi.
O olmadı ama bu kıyı kasabaları o eski demokrat rüzgârlardan muhtemelen etkilendiler.
Şimdi demokrat, çoğulcu kalmaları, modern bir Avrupa kenti gibi olmalarında bunun payı olsa gerek.
Özgür düşünceli, çağdaş, demokrasiyi talep eden yapı buralarda hep olacak.
Bu da hiç fena bir şey değildir.
***
Geçen yılın kış aylarında, Dikili doğumlu gazeteci Gökmen Ulu’nun yönettiği “Komünist Osman” belgeselinde bu olan bitenin bir bölümü anlatılmıştı.
İzmir’deki gösterimde izleyenlerden benim kuşaktan olanların göz yaşları usul usul süzülmüş, hüzün bulutu salonu sarmıştı adeta.
Ben de onlardan biriydim.
Şimdi bayramda o anlatılanları tekrar yaşıyorum.
Üstelik nerdeyse 40 yıl sonra…
Demek ki hatıralar bizi bırakmıyor…
Ha bu arada, Gökmen Ulu ve Komünist Osman’a (Osman Özgüven) da selam olsun!
Ne de olsa bu hatıraların büyük çoğunluğunda onların emekleri var çünkü…
KAYNAK: https://www.gazeteyenigun.com.tr/makale/19916369/salim-cetin/bizim-kusagin-devrim-dusleriydi-dikili