Datça’dan Selam Var…
12 gün önce Ankara’dan aldığım kulis bilgilerini aktarmıştım, manipülasyon yapıyorsun diyenler olmuştu. Birkaç saat sonra CHP Datça adayı açıklanacak. Bu bilgiler doğru mu, yanlış mı göreceğiz.
14 Ocak
CHP MERKEZDE
DATÇA KULİSLERİ
CHP günlerdir Datça Belediye Başkan Adayı’nı açıklayamıyor.
Gözler perşembe günü yapılacak parti meclisi toplantısına çevrildi.
Bu toplantıda parti meclisi il ve ilçeden gelen istek üzerine Datça’da ön seçim yapılıp yapılmamasını kararlaştıracak.
Bu konu geçen haftaki toplantıda gündem dışı konuşulmuş ve ön seçim önerisi onaylanmamıştı.
Kulislerde adaylık için adı geçen üç aday adayının alfabetik sırayla Aytaç Kurt, Cahit Yaka ve Mutlu Gürler olduğu konuşuluyor.
Diğer aday adaylarının şanslarının olmadığı ileri sürülüyor.
Datça’da çok kişinin dile getirdiği “mevcut başkan Gürsel Uçar tekrar aday gösterilecek” iddiasının Ankara’da hiç karşılığı yok.
Haber kaynaklarım Gürsel Uçar’ın isminin bir kez bile gündeme gelmediği ve ne merkez yürütme kurulunda, ne de parti meclisinde konuşulmadığı bilgisini verdi.
Siyaset elbette sürprizlere açıktır ama ben bu yazdıklarım dışında bir sürpriz olacağı kanısında değilim.
Ankara’daki haber kaynaklarıma güveniyorum.
Bekleyelim, görelim.
Datça Belediye başkan adaylarına son hatırlatma;
HİKAYELER BETONLA
YAZILAMAZ(!)
Aşağıda okuyacağınız satırlar yitip gitmekte olan bir kentin hikayesidir.
Parsel parsel yağmalanan bir coğrafyanın hüzünlü ve içler acısı öyküsüdür.
MÖ 5’nci yüzyıldı.
Milet(Aydın) kenti Persler tarafından yıkılmış, yerle bir edilmişti.
Miletliler Pers istilası bittikten sonra kenti yeniden kurmuya karar verdiler.
Bir plan gerekiyordu.
İşte o anda tarihin ilk kent planlayıcısı çıktı ortaya; Tiryes Hippodamos.
Hippodamos müthiş bir plan yaptı.
Literatüre ızgara plan diye geçen bu sistem Milet’i döneminin en uygar kenti yaparken, diğer antik şehirlere de örnek oldu.
Tarih MÖ. 4’dü.
Dorlar Ege ile Akdeniz’in buluştuğu Datça yarımadasında mükemmel bir kent kurdular.
Adını Knidos koydular.
Şehir planlaması muhteşemdi.
Hippodamos’un ızgara plan düzenine göre kurulmuştu.
Geniş ana caddeler.
Caddelere dik inen sokaklar.
Hem caddeye, hem sokağa cephesi olan evler.
Doğu-batı doğrultusunda birbirine paralel dört geniş cadde, kuzey-güney doğrultusundaki bir cadde ile dik açılı olarak kesişmişti.
Arazi konumuna uygun bir biçimde cadde ve sokaklar bazen merdivenle, bazen de dik olarak birbirlerini kesmişlerdi.
Hakça ve adaletli bir şehir planıydı.
Knidos bu kent planıyla çağının en önemli bilim, sanat, kültür ve ticaret merkezi oldu..
Güzel kokulu ağaçlarla yemyeşildi.
Daima çiçek açan ve yemiş veren mersin ağaçlarıyla çevriliydi.
Defnenin anavatanıydı.
Tarihçi Lusien’e göre, buradaki ağaçların hiçbirisi yaşlanmıyor, hep genç kalıyordu.
İki tiyatrosu vardı.
Gezegenlerin hep aynı yörüngede hareket eden yuvarlak cisimler olduğunu ilk söyleyen astronom, matematikçi ve filozof Eudoxus, döneminin en iyisi, Çıplak Afrodit Heykeli ile bilinen yontucu Praxiteles, diğer ünlü heykeltıraşlar Skopas, Bryaxis ile dünyanın yedi harikasından biri olan Mısır’daki İskenderiye Feneri’nin mimarı Sastratos, doktor Euryphon ve ünlü ressam Polygnotos Knidos’da yaşamıştı.
Yıl 1615’di.
Amerika Kıtasındaki Hollandalılar Kuzey Atlantik kıyısında bir kent kurdular.
Adına New Amsterdam koydular.
Kent Hippodamus’un şehir planlamasına göre kurulmuştu. Tıpkı Knidos’un yerleşimi uygulanmıştı.
Izgara plandı ve hakça bir yerleşimdi.
Kent 1664 yılında Birleşik Krallığa geçince New York adını aldı.
New York bugün dünyanın en önemli bilim, sanat, kültür ve ticaret merkezlerinden biri.
Özgürlük Heykeli, Empire State Binası, Central Park ve Times Meydanı, Modern Sanat Müzesi, Guggenheim Müzesi ve Modern Tarih Müzeleri her yıl milyonlarca turist çekiyor.
Yıl 1862’ydi.
Ortaçağdan kalma Paris adeta bir bataklığı andırıyordu.
Plansız yapılanma, dar sokaklar, altyapı eksikliği, su ve kanalizasyon sorunu yaşamı zorlaştırıyordu.
Üstelik açlık kol geziyordu.
Yoksul halk isyanlardaydı.
Her yerde direniş vardı.
Devlet güçleri dar sokaklarda direnişçilere müdahale edemiyordu.
İmparator III.Napolyon Paris’in yıkılıp yeniden yapılmasını istedi.
Meydanları, geniş caddeleri, ulaşımı ve altyapısı olan bir kent.
Kent yöneticisi ve şehir planlamacısı Georges Eugene Haussmann’ı görevlendirdiler.
Haussman Napolyon’un nasıl bir kent istediğine ilişkin sözlerini dinledikten sonra şu cevabı verdi.
“Yüce imparatorum, en ufak bir kuşkunuz olmasın ki, yepyeni bir Paris yaratacağım. Antik çağın kentçilik harikası Cnide kadar güzel, görkemli ve zengin bir başkentimiz olacak”
Haussman’ın Cnide dediği yer Knidos’tu.
Fransızlar Knidos’un kent planlamasını örnek alarak Paris’i yeniden inşa ettiler.
Paris bugün Avrupa’nın en önemli kültür sanat merkezlerinden biri.
Yıl 2023.
Knidos’un doğduğu topraklarda bugün Datça var.
Datça’nın doğal güzelliklerini, bereketini, kültürünü anlatmaya gerek yok.
Türkiye’nin ender kalan cennetlerinden biri.
Öyle bir yarımadaki burası, Sakar’dan bakınca gök mü aşağıda, deniz mi yukarıda, anlayamazsın ilk bakışta.
Ama ya yerleşimi, mimarisi, şehir planı, görsel çekiciliği.
İşte onu hiç sormayın.
Datça ne acı ki, her geçen gün plansızca, hukuk dışı projelerle, kaçak inşaatlarla betonlaşıyor. Yağmalanıyor, talan ediliyor.
Bu coğrafyaya hiç yakışmayan ucube, içler acısı bir beton yığıntısı görünümünde.
İmar, kent planı, yasa, hukuk, adalet hak getire.
Datça yağma Hasan’ın böreği adeta.
Bal tutan parmağını yalıyor.
Bu işin ilk sorumlusu “işbilen değil” “işini bilen” yöneticiler.
Düşünebiliyor musunuz, imardan sorumlu yöneticiler kaçak ev, kaçak havuz yapabiliyor.
İmara açılacak arsaların ucuz fiyatlarla üstüne çöreklenebiliyor.
Onlarca kaçak bungalov ve tiny house’lara ahbap çavuş ilişkileri nedeniyle göz yumuluyor.
Cennet koylara foseptik sızarken, millet “altyapı” diye inlerken, “işini bilen”lerin satmak için yaptığı villalara yıldırım hızıyla altyapı götürülebiliyor.
Tarım arazileri Ankara’dan özel onayla imara açılabiliyor.
Hangisini sayayım ki.
Bunlar herkesin gözleri önünde oluyor.
Hoyratça, pervasızca.
Öyle haberler alıyorum ki, gelecek adına çok vahim.
Koylar, meydanlar, hatta boğa güreşlerinin yapıldığı arsa bile sermayenin hedefinde.
Bu ilkel yönetimin ikinci sorumlusu da bizleriz.
Meclisi müteahhit hegemonyasına teslim eden hepimiziz.
Tiyatro sanatçısı Levent Üzümcü geçtiğimiz yıllarda Datça’daki beton istilasına dikkat çekmek için bir uyarı tweeti atmıştı.
Datça’ya hiç yakışmayan fotoğraflarla
“Akıllı olmak lazım” diye yazmıştı.
Önümüzde yerel seçimler var.
Gerçekten akıllı olmak lazım.
Yerel yönetimi “işini bilen” değil, “iş bilen” isimlere teslim etmek gerekiyor.
Cepsel değil, fikirsel bakımdan güçlü ekibi olan, gerçekçi projelere imza atan, toplumu yerli ve yerleşik diye ayırmayan, ahbap çavuş ilişkilerine girmeyen, vizyon sahibi, idealist bir yönetime ihtiyaç var.
Datçalı Mart 2024’teki seçimde ya elini taşın altına koyacak ya da taşın, toprağın altında kalacak.
Günümüzde “kent kimliği” denilen bir kavram var.
Bir kentin kimliği, orada yaşamış ve yaşayan insanların yüzlerce yıl dokudukları birikimlerin dışarıdan gelenlere yaşattığı duygunun simgesidir.
Kent kimliği, ticari bir üründen farklı olarak yaşanan, yaşatılan, geçmişten bugünkü duygulara ve geleceğe köprü kuran bir olgudur.
Ve bir kentin kimliğini o kentin hikayesini belirler.
Hikayesi olmayan kent, sıradan bir yerleşkeden öteye gidemez.
Bana söyler misiniz Datça’nın hikayesi nedir?
Bunca kültürel, sanatsal birikimine, doğal güzelliklerine, arkeolojik değerlerine rağmen sadece beton mudur?
Olmamalı.
Çünkü hikayeler betonla yazılamaz.
Betonla yazılırsa da o hikayeyi kimse okumaz.
Artık Datça’ya yeni bir hikaye yazma zamanı gelmedi mi?
Üstelik bu coğrafyada o hikayeyi yazacak birikim de var.
Rantsız, betonsuz günleri görmek umuduyla…
(Resim: Mimar Haydar Dışbudak)
26 Ocak
O OTEL HAKKINDA
Mahkeme tarafından imar planları iptal edilen Billurkent’in karşısındaki kaçak otel belediye encümeninde görüşüldü.
Durum tespiti yapılarak “Durdurma Kararı” inşaata asıldı. Ruhsatın iptal edilmesi karara bağlandı ve işlem başlatıldı.
Yine de imar lobileri her yolu deneyebilir, takipte kalmak gerekiyor.
22 Ocak
GÜN BATIMINDA
BİR DATÇA HİKAYESİ
“Bir kız türeyiverdi ak köpükten.
Önce kutsal Kythera’ya uğradı bu kız,
Oradan da denizle çevrili Kıbrıs’a gitti.
Orda karaya çıktı güzeller güzeli tanrıça,
Yürüdükçe yeşil çimenler fışkırıyordu
Narin ayaklarının bastığı yerden.
Aphrodit dediler ona tanrılar ve insanlar
Güzel çelenkli Kythera’lı da dediler ona
O adanın kıyılarına uğradığı için,
Kıbrıslı da derler orda sulardan çıktığı için.”
(Hesiodos, Theoganka. Çeviri: Azra Erhat)
Knidoslu da derler o kıza. Bu kent ona adandığı için.
Strabon’un ifadesiyle “yarımadaların en güzelinde, en güzel tanrıça için kurulan kent”tir Knidos.
Afrodit’in kenti.
Uygarlığın ve demokrasinin beşiği.
Dostlarım, meslektaşlarım, iş arkadaşlarım Gürel Yurttaş ve Sami Gürel ile şu an Knidos sularındayız.
Alargadayız.
Arşipel’in bu berrak sularına Sami’nin teknesi Afife’yle geldik.
Ne anlamlı bir isimdir Afife.
Dürüstlüğü, saflığı, güzelliği anlatır.
Tıpkı Afrodit gibi.
Eskiden sık kullanılırdı, şimdilerde unutuldu.
Afife hanımı hatırladınız mı?
Erkek egemen sisteme başkaldıran ilk müslüman kadın tiyatrocu’ydu o.
Afife Jale.
Öyle güzeldi ki, Selahattin Pınar ilk görüşte aşık olmuştu ona.
“Nereden sevdim o zalim Kadını.
Anladım sevmeyeceksin beni. Sen Nazlı Çiçek gibi.”
Bu mısralar onaydı.
Afrodit Knidos’a nasıl yakışıyorsa, bizim Afife de öyle yakıştı Knidos’a.
Hava iyice kararmak üzere.
Yıldızların ve teknelerin zayıf ışıkları yavaş yavaş dansa başladı.
Manzara yüzyıllar öncesine götürüyor.
Ne güzel insanlar yaşamış bu topraklarda.
Ne bilgeler doğurmuş bu coğrafya.
Hepimizin bildiği astronom, matematikçi ve filozof Eudoxus’u, döneminin en iyisi, çıplak Afrodit Heykeli ile bilinen yontucu Praxiteles’i, diğer ünlü heykeltıraşlar Skopas, Bryaxis’i , dünyanın yedi harikasından biri olan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sastratos’u, doktor Euryphon’u ve ünlü ressam Polygnotos’u saymıyorum bile.
Önemli işler yapıp, çok bilinmeyenleri fısıldıyor Zephyrus.
Mesela hemşehrimiz Antigonus.
Mezarının yanına müzisyenler şarkılarını söylesin diye bir odeon, atletler yarışsın diye bir mini pist yaptıran o Knidoslu.
Böyle bir incelik olabilir mi?
Hangi insan sonsuzluğa giderken mezarını ziyaret edeceklere böyle bir jest yapar?
O mezar bugün fener yolunda duruyor hala ama ne gelen farkında, ne geçen farkında.
Mesela tarihin akışını değiştirmek isteyen Artemidoros.
Roma senatosunda Knidos’u temsil eden o cesur yürek. M.Ö 44’ün 15 Mart’ında Jül Sezar’a suikast gerçekleşmeden az önce, Sezar’ın cebine “bunu mutlaka okuyun” diye not bırakan ve suikasttan sonra bulunan o notta, “Yüce Sezar dikkatli olun, oğlunuz birazdan size suikast düzenleyecek” diye yazan insan.
Sezar Artemidoros’un notunu okusaydı, tarihin akışı nasıl değişirdi acaba? Shakespeare dahil birçok ünlü yazarın, sanatçının ilgisini çeken, romanlarda, tiyatro oyunlarında, tuvallerde konu olan bu Knidoslu neden Datça’da tanınmıyor mesela?
Mesela o cesur yürek Artemidoros’un torunu, Aristokleidas’ın kızı Lykaithion.
Knidos’un hayırsever meleği. Halka ne iyilikler yaptı ki, kentin çok yerine heykelleri, yazıtları dikildi.
Yardımseverliği yüzyıllarca dillerden düşmedi.
Datça’nın hikayesi bunlar.
Hangi belediye başkanı, hangi meclis üyesi araştırdı bunları?
Hangisi Knidos Kazı ekibini dinleyip, öğrenmeye çalıştı?
Partisi önemli değil, hiçbiri.
Peki hangi vali, hangi kaymakam ilgilendi?
Bunları ve daha nicelerini anlatan şöyle derli toplu bir Knidos kitabı ya da belgeseline öncülük ettiler mi?
Etmedi hiçbiri.
Oysa bu işin bir numarası Ertuğrul Karslıoğlu bu topraklarda.
Hangisi kapısını çaldı.
Hiçbiri.
“Hiçlik” içinde yaşıyoruz.
Parmenides’in “hiçlik” kavramı gibi; Ex nihilo nihil fit.
“Hiçlik hiçlikten gelir.”
Bir şeyi konuşabilmek için, konuşabilecek bir varlığın olması gerekir.
Diyeceksiniz ki; yahu arkadaş o cennet yerde, gecenin bu saatinde bunlarla uğraşacağına baksana keyfine.
Aslında bakıyoruz keyfimize.
Rastgele dedik oltaları attık.
Sepeti dibe indirdik.
Artık şansımıza ne çıkarsa.
Olur a, belki bir iskaroz, belki bir lagos.
Güvertede çilingir soframız da hazır.
Anasona suyu karıştırdıkça bardak Afrodit’in köpükleri gibi ak’laşıyor.
Promil yükseliyor.
Yükseldikçe benim gözler daha iyi görüyor çevreyi.
Bakıyorum manzaraya.
Zavallı Knidos.
Ne kadar yıkık, ne kadar harabe.
Vurdumduymazlığın getirdiği derin bir hüzün ve öfke.
Karşımızda adeta insanlar düşsün diye yamuk yapılmış bir iskele.
Ve bir türlü tam hizmet veremeyen, bir açılıp bir kapanan tuvaletler.
Turistlere gelmeyin dercesine.
Halikarnas Balıkçısı çok uzun yıllar önce, bu sularda şöyle yazmıştı.
“Buradaki şekillerin gerek fikri, gerek mimari niteliği doğruluktur; yalan, ikiyüzlülük cicibicileriyle örtünüp gizlenmeyi kabul etmezliktir. Bunun örneği de, Knidos kıyılarıdır.”
Yalanı ve ikiyüzlüğü kabul etmemek bu coğrafyanın bize bıraktığı mirastır aslında.
Ama bu kadim mirasa sahip çıkmıyoruz ne yazık ki.
Sadun Boro büyük denizciydi.
Dünyada girmediği koy, çıkmadığı sahil kalmamıştı.
Ölmeden bir yıl önce Hürriyet Gazetesi’ne şöyle demişti.
“60 yıl dünyanın tüm denizlerinde dolaştım, dolaşmadığım deniz koy ülke kalmadı. Doğasına, denizine, ülkesine böylesine hoyrat kötü ve vahşice davranan millet görmedim. Vahşi dediğimiz yamyamlar bile doğasına böylesine vahşice davranmıyorlardı.”
Gerçekten bir insan doğup büyüdüğü topraklara böylesine vahşice nasıl davranır?
Arşipel’de zaman durdu şu an.
Evrenin feneri Canopus yıldızı cılız da olsa parıldamaya başladı.
Çağlar çağlar önce Knidos’un yetiştirdiği büyük astronom Eudokus buradan Canopus’u gözlemlerdi.
O gözlemlerle bugünkü modern astronominin temellerini attı.
O gözlemlerle bizlere beyaz mermer üzerine bir güneş saati bıraktı.
Biz ne yaptık?
O muhteşem güneş saatini çürümeye terk ettik.
Eudokus’un Knidos’u şimdi sessiz ve suskun.
Havada konuşamamanın kahrolası hüznü var.
Balıkçı’nın yazdıkları geliyor aklıma.
“Çağlar geçmiş, devletler yükselip yıkılmış, savaşlar kazanılıp yitirilmiş, gürültüler olmuş, fakat Knidos bağırmamış, seslenmemiş, hep sessizliğe bürünmüştür. Burada ne Hayyam’ın kumrusu, ne de Firdevsî’nin baykuşuyla örümceği var! Ancak bembeyaz bir Knidos, geniş bir özgürlük ve derin bir sessizlik var.”
Hava kararmak üzere.
En iyisi susalım.
Jurnalciler duymasın.