İzmir Düşünce Topluluğu olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşmeye giderken çok umutlu ve heyecanlıydık.
Onu biraz daha detaylı anlatacağım ama daha önceki bölümlerde anlatmam gereken bir olayı da burada not olarak yazayım. Yılını hatırlamıyorum. İl başkanlığı boşalmıştı kongre dönemi dışında.
Daha önce siyaseten tanıştığımız ve Gürsel Tekin’in CHP’de ikinci adam olduğu dönemlerde onun ekibinde olan bir arkadaş, bana telefon açmıştı. “Hocam yeni İl Başkanı atanacak, ben seni önerdim. Sen aranan özelliklere sahipsin, gruplar üstü, orta yaş grubunda ve akademik yönü olan birisin” gibi bir konuşma yaptı. Ben devlet memuruyum, Öğretim üyeleri PM üyesi olabilir ama il ya da ilçe başkanı olamaz dedim. Sen bir araştır, kabul ederse Tekin Bingöl hemen atama yazısı yazacak dedi.
Ben biliyordum. Sen de sor dedim. Ertesi gün haberleştik tekrar. “Evet, olmuyormuş” dedi. Bundan iki gün sonra Bedri Serter, CHP İl Başkanlığına atandı.
Şimdi gelelim Ankara yolcuğuna. Genel Merkezin bulunduğu yere geldiğimizde bir kafeteryada toplaştık. Zaten kafeterya ve restoranlar bizim gibi ziyaretçilerle doluydu. Bir sürü tanıdık insan da vardı. Birçok arkadaş, yolculuk kıyfetini çıkarıp, yanında getirdiklerini giymişti.
Aramızda bir değerlendirme daha yaptık. İstanbul’dan Ahmet Altan (Bornova Anadolu Lisesinden Tunç Beyin arkadaşı. Aynı zamanda iş adamı Nezih Öztüre’nin de.) ve Ankara’dan da Azimet Gürbüz (Kemal beyin yakın arkadaşı ve aile dostu) İzmir’den gelen ekibe katıldılar.
Genel Başkanın kapısı önündeki salonda beklerken, Oğuz Kaan Salıcı ve Seyit Torun geldiler. Ayaküstü onlarla da tanıştık. Oğuz Kaan’a adımı söyleyince, “hocam ben seni tanıyorum yıllar öncesinden” demez mi. Hiç karşılaşmadık dedim. Radikal ve diğer gazetelerdeki yazılarından hatırlıyor ve tanıyorum diye devam etti. Çok ilginç bir sürpriz. Çok yakın ve samimi bir tavır gösterdi.
Ekipte yer alan arkadaşlardan biri, “Çeşme’den söz etsene” diye beni uyardı. Olmaz dedim, Tunç Beye söz verdim. “O zaman randevu iste biz burada kalıp görüşelim” diye ısrar etti. Amatör namus (!), onu da ret ettim.
Birkaç gün önce de aynı ekipten olan PM üyesi Prof. Dr. Burhan Şenatalar hocayı arayarak, Tunç Bey için destek istedim. Daha doğrusu O, “sen kimi destekliyorsun” diye sorunca ben düşüncelerimi anlattım. “Burada onun hakkında hava pekiyi değil daha doğrusu kötü şeyler anlatılıyor hakkında” deyince tekrar bazı konuşmalar yaptım ve bunların adaylık rekabetinden kaynaklanan dedikodular olduğunu söyledim.
Kemal Bey ile doğrudan tanışıklığım vardı zaten. Hem yüz yüze hem de yazışmalardan. Makam Odasına girdiğimizde ben ortaya bir yere oturdum. Topluluğumuzu ve arkadaşlarımı tanıttım. Görüş ve önerilerimizi paylaşmak için geldik dedim. Bize ayrılan süre 20 dk idi.
Çaylar söylendi ve ben kısa bir giriş konuşması yaptıktan sonra sırayla arkadaşlarıma söz vererek başladık. Ben de görüşümü özetledim, Tunç Soyer’in aday olmasının önemi hakkında. Bize verilen süre dolmak üzereydi. Ama konuşup kalkalım istemiyordum. “Sayın Genel Başkanım, biz görüşlerimizi ve tercihimizi özetlemeye çalıştık ama sizi de dinlemek isteriz” dedim. O ara özel kalem müdürü ( seçimden sonra İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı danışmanı ve bazı belediye şirketlerde yönetim kurulu üyesi) Tuncay Ceylan kapıyı açıp, sürenin bittiği mesajını veriyordu. Kemal Bey, işaret ederek onu gönderdi ve konuşmaya başladı. “Ben de sizin gibi düşünüyorum. Geldiğiniz için teşekkür ederim. Ama ben yalnız başıma karar vermiyorum. MYK var, PM var, Parti içi dengeler var. Bunları da dikkate alarak düşünmemiz lazım” demişti. Biz bunu çok hayra yorduk ve ayrıldık. Dışarıda Tunç Soyer ile karşılaştık. Durumu anlattık. Çocuklar gibi şendik. Mutluyduk.
Tekrar İzmir’in yolunu tuttuk. Mola yerlerinde değmeyin keyfimize. Afyon’da rakı bile içtik. Nasılsa şoförler vardı.
Yine Nezih Öztüre‘in arabası ile dönüyorduk biz. Nezih mutluluktan uçuyordu. Neredeyse ağlayacaktı.
Bizden sonra Tunç Bey görüşecekti Kemal Bey ile. Onu da merak ettik. Telefon açıp sorduk, nasıl geçti diye. “Hocam süperdi, sizin (çoğul) görüşmeniz altın vuruş etkisi yapmış” dedi.
İzmir’e döndüğümde, Kılıçdaroğlu ile Kuşadası’ndaki toplantıda tanıştığım bir arkadaşım aradı. “Hocam adaylık için neler yaptın, Kemal Bey tanıyor seni nasıl olsa görüştün mü?” şeklinde sorunca, görüştüm ama kendim için değil dedim. “Olur, mu öyle şey, hata yapıyorsun, ben de randevu isteyeceğim görüşmek için, hazırladığın bir broşür veya metin var mı” diye sordu. 12 sayfalık bir metin hazırlamıştım. Ona gönderdim. Ertesi gün bana döndü. “Muhteşem bir metin, parti bunu bütün aday adaylarına okutmalı bence” deyip, “ben görüşmeye gayret edeceğim, ama bu iş olursa yönetimde yer almak isterim” diye ekledi. (Geçtiğimiz yıl bu arkadaş Kemal Beyin danışmanlarından biri olmuştu)
Artık son günlerdi ve randevu alamamıştı.
Adaylığıma karşı çıkan eşim, bu defa da hem aday oluyorsun hem ısrar etmiyorsun, gitsene görüşmeye dedi. İki saat sonraki Anakara uçağına bilet alıp, havaalanına gittim. Hem Oğuz Kaan Salıcı ile görüşecektim hem de o anda Ankara’da bulunan ve Kemal Bey ile görüşmemizde de bulunan Azimet Bey, bazı randevular ayarlayacaktı.
Havaalanından Tunç Soyer’i aradım, artık son günlerdi. “Başkanım ben Ankara’ya gidiyorum, Oğuz Kaan Bey çok yakın davrandı hem onunla hem birkaç MYK üyesi ile görüşmek istiyorum” dedim. Niyetim hem İzmir Büyükşehiri hem de Çeşme’yi konuşmaktı.
Ama Tunç Soyer buna hiç beklemediğim bir tepki gösterdi. “Hocam ne diye gidiyorsun o iş bende demedim mi, ben sana söz vermedim mi, zaten listede varsın, ne gerek var, lütfen geri dön” demez mi.. Uçağın kalkmasına bir saat falan var artık. Şaşkın haldeydim. Ne yapacağımı bilmiyordum. O anda Ankara’da olan Azimet Bey’i arayıp durumu anlattım. “O zaman gelme” dedi. “Belki bir bildiği vardır, inatlaşmak gibi olur şimdi” diye ekledi. Biraz sonra Ankara uçağı bir koltuğu boş şekilde havalandı.
Artık dedikodu ve Ankara’dan gelen bilgileri heyecanla takip ediyorduk. Seferihisar Belediyesinden Tunç Bey’in şoförü Hüseyin Sezer ile de samimiydik. Bir iki defa beni arayarak “Hocam gelsenize, Başkan yalnız, siz de yanında olun” diyordu. Tunç Bey’i arayınca ise, yok hocam gelmeyin, gerek yok karşılığı veriyordu. Buna rağmen bazı arkadaşlar gitti ama ben gitmedim. Gelmeyin diyorsa gidilmezdi.
Bir akşam Süleyman Gencel sosyal medya hesabında Tunç Soyer’e hitaben, “Rıfat Nalbantoğlu ile görüntü vermen aleyhine olur” diye uyarı yazıları yazınca, olayları biraz daha anlamaya başladım. Yıllar önce Sığacık’ta Tunç Soyer’in bana siyasi ekip diye anlattıkları aklıma geldi.
O ara Halk TV’den aradılar. Hocam uygun saatlerde 10 bin TL ye yarım saat konuşma vb. “Yok dedim. Ben memurum ve maaş bile almıyorum.” Zaten ne işe yarar ki.
Ancak yazarı olduğum EgedeSonsöz, TV programında bana ücretsiz olarak yarım saatlik bir yayın hakkı vermişti. Ben istedim, ne işe yarayacaksa. Adettendir deyip gittim. Ben gittiğimde Karşıyaka aday adayı Ali Engin’in tanıtım programı bitmişti. Oturup bir çay içtik. Ne diyorsun, Büyükşehire kim aday olacak diye sordu. Net bir şekilde “Tunç Soyer” dedim. O da aynı inançla “Abdül Batur” demişti.
Ancak havaalanı olayından sonra içime şüphe düşmüştü. Yanında kimler olduğu konusunda da bilgiler alınca, az çok anladım ama iş işten geçmişti. Adaylık başvurusu yapmış ama en küçük bir girişimde bulunmamıştım. Tuhaf değil mi, sadece işimden istifa etmiş, il ve ilçe örgütüne para ödemiştim. Bu kadar. Hiçbir parti yöneticisi ile görüşmemiş ve derdimi anlatmamıştım. Yani bırakın aday olmayı, aday adayı bile olamamıştım.
Artık Büyükşehir adayı açıklanmak üzereydi. Herkes Ankara’da ben burada gelişmeleri ve dedikoduları izliyorduk. Nezih Öztüre, Ankara’dan aradı. Yola çıkıyorum gelince görüşelim dedi. Benim evimin önündeki bir pastanede buluştuk. Nezih yine çok mutlu ve heyecanlıydı. “Hocam” diye söze başladı. “Tunç, Çeşme işini halledemeyecek ama Büyükşehir’de birlikte olacağız” diyor ya da öyle düşünüyor. Seni seviyor, sana güveniyor vb”
Havaalanı olayından sonra bu sürpriz olmamıştı. Ama yine de üzülmüştüm. En azından ben ancak kendi adaylığımı garanti etmek için uğraşabilirim, sen bilirsin deseydi, ya başvuru yapmazdım ya da başvurunca, Kemal Bey ve Oğuz Kaan ile görüşürdüm kendi adıma. Bunları yapma demişti ve Ankara’ya bile gitme demişti. İnsan arkadaşına böyle bir şey yapmaz duygusallığındaydım. Hatta arkadaşı olmayan bir kimseye bile yapmazdı. Her açıdan beni etkisiz kılmıştı. Benim dürüstlüğüm dezavantaja dönüşmüştü.
Nezih beni teselli etmeye çalıştı. Daha ilçeler için karar verilmemişti ama benim başvurum zaten boşa düşmüştü. Çok üzüldüm. Hayatımın en büyük kazığı diye düşündüm kendi kendime.
Birkaç gün sonra adaylar açıklandı. Tunç Soyer adaydı. Çeşme’de de Tuncay Özkan’ın adamı Ekrem Oran aday olmuştu. Karşıyaka aday adayı Ali Engin, önce Çiğli’nin adayı olarak açıklandı, tepkiler üzerine Narlıdere’den aday yapıldı. Balçova Belediye Başkanı Mehmet Ali Çalkaya’nın adaylığı düşünce de eşi siyasetle pek ilgisi olmayan Fatma Hanım Balçova Belediye başkan adayı ilan edilmişti. Bunlar muasır medeniyet vizyonu olan bir partide asla kabul edilemez kararlardı. Benim birçok ilçeden adaylık denememi eleştirenler bu konuda sessizliği tercih ediyordu. Oysa ben şartlarımı önceki bölümlerde samimi bir şekilde açıkladım.
Ali Engin ile hiçbir kişisel sorunum olmadı. Olamaz da, eleştirim ona yönelik değil tabi ki. Yöntem hatalı. Ali Engin’in Narlıdere adaylığını, “Narlıdere’nin sosyal dokusuna uygun” diye açıklayanlar, “Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı Türkiye toplumunun dokusuna uygun değil” diyenlerle bire bir aynı şeyi söylüyorlardı aslında. Cumhuriyet karşıtı bir anlayışı, iki tarafın da benimsediğinin göstergesiydi bu.
Ali Engin’in Narlıdere’de başarılı işler yaptığını hem yazdım hem kendisine de ilettim. Bu ayrı konu. Aynı durum Balçova için de geçerlidir.
Adaylar açıklanınca, sıra belediye meclis üyeliklerine gelmişti. Ben üniversiteye başvurarak geri dönüş işlemlerimi başlattım. Ama bu süre içinde çok düşünmüştüm. Üniversiteden de ayrılacaktım. Bürokratik işlemleri tamamlamak için göreve dönüp, emeklilik işlemlerimi başlattım.
Bu arada internet haberlerinde benim Narlıdere Belediye Meclis Üye listesinin ilk sırasında olduğum haberleri kulağıma geldi. Bazı arkadaşlar arayıp sordular. Ali Engin’i arayarak, eğer bu haber doğruysa düzeltin dedim. Ben belediye meclis üyeliği talebinde bulunmadım. Küçümsediğim için değil ama doğru bulmuyorum ve ben görevime dönüyorum. Sonra sıkıntı yaşanmasın istedim.
Sonra Çeşme İlçe Başkanı aradı, ilçe binasına adaylık için gittiğimde neredeyse beni düşman gibi karşılayan kişi bu defa medeni bir dil kullanıyordu. “Hocam uygunsanız, Başkan ile ziyaretinize gelmek istiyoruz.” Uygun değildim gerçekten ama iki yüzlü bir tavırdı bu.
Hayatımda yeni bir dönem başlıyordu. Üniversiteyi bırakmaya net olarak karar vermiştim ama mesleğimden tamamen uzaklaşmak istemiyordum. Araştırma ve kitap yazma projelerim vardı. Bunlara yönelebilirdim.
Eşim bu sürecin sonucunda beni teselli etmeye çalıştı. O aday olmamı zaten hiç istememişti. “Bak neler geldi başına. Belediye başkanı olsaydın hep bu tip insanlarla muhatap olacaktın. Huzurumuz kalmayacaktı. Boş ver” diyordu.
Yine biraz uzadı. Bundan sonraki bölümde bir final yapmaya çalışacağım.
Bir de bu yazı dizisini sakin bir şekilde okuyanlar kişisel değil, yapısal bir hikaye bulacaklardır. Dolayısıyla şu günlerde tartışılan ön seçim ve genel başkan değişikliği ile bu yapısal sorunların çözüleceğini beklemek benden daha saf olmak anlamına gelmektedir. Bu da ayrı bir yazı konusu.