6 Mayıs 2021’de İsrail Yüksek Mahkemesi, Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesinde oturan bazı Filistinli ailelerin evlerinden zorla çıkarılmasına ve başka bir yere yerleştirilmesine karar vermişti. Ramazan ayına denk gelen bu uygulamayla birlikte, sabah namazını Doğu Kudüs’ün “Eski Şehir” bölgesinde yer alan Mescid-i Aksa’da kılan binlerce Filistinli tekbirler getirerek protesto yürüyüşü gerçekleştirmiş, Harem-i Şerif’in bazı noktalarına barikatlar kurmuştur. İsrail güvenlik güçlerinin Mescid-i Aksa’daki Filistinlilere orantısız müdahale sonrası başlayan protestolarla büyüyen ve daha sonra karşılıklı saldırılara dönüşerek devam eden çatışmalar, Hamas’ın İsrail’e yolladığı yüzlerce füze, buna mukabil İsrail’in Gazze’ye düzenlediği hava saldırısı ve ardından giriştiği kara harekatı sonrasında yüzlerce sivil hayatını kaybetmiş, binlercesi yaralanmış, evlerinden, yerlerinden, yurtlarından, geçmişlerinden, geleceklerinden olmuştu. Bu gün olduğu gibi, o gün de tüm uluslararası pakt üyeleri çeşitli açıklamalarda bulunmuş, bir sürü tehdit ve itidal sözü ateş ve dumanla sarmalanmış Ortadoğu coğrafyasının göklerinde uçuşup durmuştu.
Bu kez fitili Hamas ateşledi. Hamas silahlı birlikleri, yüzlerce roket atışıyla başlatılan saldırının ardından İsrail sınırları içine girdi. Çölde yapılan bir müzik festivali basıldı. Sivil kalabalığa saldırıldı. Aralarından bazıları IŞİDvari yöntemlerle katledilerek teşhir edildi. Esirler alındı… Hepimizin naklen izlediği gelişmeleri daha fazla tekrar etmeyeyim. Yeni bir çatışma, kanlı hesaplaşma süreci başlatıldı. Bundan sonrası, İsrail’in acımasızca karşılık vereceği süreçle devam edecek.
İsrail ve Filistin halkları açısından, bu iğrenç savaşın kazananı hiçbir zaman olmayacak. Bununla birlikte Çok Uluslu Sermayenin kasaları dolup taşmaya, egemenlik alanları genişlemeye devam edecek.
Bu biteviye çatışmalarla ilgili olarak taraflardan birinden yana görüş belirtmeye kalkmayı zûl görüyorum artık. Yine de her biri, her birimizinkine eşdeğer beklentiler taşıyan, askeri ya da ticari çıkarımı olmayan bireylerin yaşamlarının bir çırpıda sonlanmasına seyirci kalmak çaresizliği…
Yaşananlarla ilgili olarak 12 Mayıs 2021’de kaleme aldığım yazıyı tekrar paylaşma gereği duyuyorum:
“FİLİSTİN HALKI YALNIZSA, YALNIZIZ!
1982’de Ariel Şaron Savunma Bakanlığı görevinde iken İsrail, Falanjistlerle de işbirliği yaparak, İsrail-Filistin çatışmaları tarihinin en kanlı katliamlarını gerçekleştirdi. Sonraki aylarda ve izleyen birkaç yıl boyunca Lübnan’ın işgali, Filistin Kurtuluş Örgütü, Suriye-Lübnan Savaşı, Birleşmiş Milletler Barış (İsrail saldırılarına nezaret etme) gücü, Amerika, Fransa, İngiltere… tam bir kaos yaşanıyordu. Türkiye’nin de, 12 Eylül ertesi nedeniyle yeterince sıcak günler geçirdiği zamanlardı. O zamanlar üniversite öğrencisiydim ve kaldığım öğrenci evindeki uzun gecelerde yazdığım bir dizi şiirin biri şöyleydi:
FİKS SAM DÖ LA ORTA-I ŞARK
Bugün Peynirli Omlet var yemeklerden
Pişirimi kendine göredir her aşçının
Geneldeyse,
tek şey vardır ortak olan;
yumurtalar ki adam başı alınan
çarptırılarak birbirlerine kırılır
bir kapta iyice çırpılır
– renkler sarılaşıncaya dek hepten-
Biraz peynir, biraz un, tereyağ, kızgın sac tava…
Bugün
Peynirli Omlet yapıyorlar Ortadoğu’da
Maydanozlu da ne güzel olur ya…
(1983 – İZMİR)
Trablusşam’da yaşanan katliam sonrasında;
CİĞERLERİMDE SOLUĞUNUZ
Pencere kenarında yatarım
altıncı katta, pencere kenarımda
Soluk bir apartman dikilir önünde güneşin
sıkar içimi
Soğuk gelir pencere kenarından
üşürüm geceleri
Sağında bir yerlerinde penceremin
Trablusşam görünür
Trablusşam’ın pencere kenarındakilerdir
üşümeye bile zaman bulamayanlar
incecik bir beli düşleyemeyenlerdir kollarında
bir başlarına mermi sıkanlardır paslı zincirlere
soğumuş ölülerini okşayan ayazdır
üşütür beni
geceleri
(1983 – İZMİR)
Diye yazmıştım.
2000 yılında gelişen olaylar sonrasındaysa:
FİKS SAM DÖ LA ORTA-I ŞARK II
Gene çarpışan yumurtalar
Gene maydanozlu omlet
Yarım kalmasın bu kez tamam et
Hortladı yine kan emici baron;
Global emperyalizmin müstahkem mevkii
Ariel Şaron!
(Kasım 2000 – İZMİR)
Diye yazdım.
Mitolojide ve teolojide (aslında tek bir sözcükle de karşılanabilirdi bu ikisi) Milattan Önce (M.Ö) 1500-1300 yıllarına dayandırılan anlatılarla başladığı varsayılan kadim bir olay… Firavun-Musa ayrışmasına ilişkin bir olgu, bugüne kadar, yani yaklaşık 3500 yıllık bir kan davasının güdümü halinde karşımıza çıkartılıyor. Binlerce yıllık ölmeler, öldürmeler bu tevatürle ilişkilendiriliyor ve bunca trajedinin gerekçesi olarak önümüze sürülüyor. Daha da vahimi, çoğumuz inanıyoruz buna.
Tabii ki bu değil mesele. Tabii ki vaat edilmiş toprakları kovalayan İsrailoğullarıyla, Kenân ülkesinin işgalcisi ya da sakini Arapların çekişmesi değil mesele. Güç, iktidar, kâr, daha çok kâr, daha çok kâr meselesi mesele… Egemenlerin egemenliğini sürdürme, bunu gerçekleştirirken de her türlü doğadışı davranışı kendine hak görme cüreti mesele.
Mesele Yahudi-Arap kavgası değil, Çok Uluslu Şirketler, Kıt Kaynaklar, Pazar, İktidar terimlerinin bize çağrıştırdığı şeylerin toplamının kavgası. Arkasına saklanılan hikayeler, üstünde yalpalayarak bir yaşam boyu ilerlediğimiz zamanın kurgusal hikayeleri. Yönetilen, ezilen, sömürülen, kolayca harcanabilir hayatların sahibi kalabalıkların topyekûn itiraz etmesini engelleyecek, onları ayrıştıracak, güçsüzleştirecek tevatürler. Yönetenlerin, yönetilenleri oyalamak, kafasını karıştırmak, daha iyi yönetebilmek için geliştirdiği, doğa ve metafizik kanunları diye kakaladıkları yasalar, toplumsal değerler, normlar, resmi tarih zırvaları v.s.
Hepsinden garibi, bu saçmalıkları hâlâ konuşuyor olmamız… Her şey ilerliyor, gelişiyor, giderek daha kompleks hâle geliyor ama “Ortadoğu Sorunsalında” aklımız üç bin beş yüz yıl önce yaşayan insanın aklı seviyesinde?.. Aklınız alıyor mu?.. Alsın! Çünkü kitlelerin aklı bunu alıyor. Bu ve buna benzer sorunların çözümü, kitlelerin aklının bu seviyenin üstüne yükselebilmesinde çünkü.”
Hiçbir şey yeni değil. 3500 yıl öncesinde başlayan ve hala güdülen bir kan davasından fazlası bu. İnsanlığın topluluk yaşamına başlamasıyla birlikte köşesine kurulan; yönetenle yönetilenin, ezenle ezilenin; edindiği pozisyona göre rolleri değişen iyiyle kötünün çatışmasının bu günkü yansısı bu yaşananlar.
O günkü yazımı sonlandırdığım şiirle sonlandırmak istiyorum:
“…..
Yani sevgili kardeşim
Matematik olarak biliyorum
Bir gün yeteri kadar çoğalacağız
ve o gün
Yeter!
dememize gerek kalmayacak”
(Kasım – 2015)