93, 94 yıllarıydı. Eskişehir’de büyük bir matbaa kurulduğunu öğrenmiştim. Hemen o akşam otobüse bindim, sabah Eskişehir garajındaydım. Karlı, soğuk bir kış günüydü, otobüsten indiğim yer çamurun içindeydi. Genzimi yakan kömür, is kokusu, puslu hava karşılamıştı o gün beni. Garajın çevresi ve matbaaya giden yol boyunca bir iki katlı, kiremit çatılı eski evler ilgimi çekmişti. Adıyla özdeşleşmiş bir şehir, işte Eskişehir demiştim.
“Gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver!
Şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver!”
Matbaa o güne kadar gördüğüm en gelişmiş, en büyük, en güzel matbaaydı. İşin başında mesleğinin ustaları vardı. Yılların matbaacısı teknik müdür, genç bir doçent proje yöneticisiydi. Matbaacılık, bilgisayar, reklam, tanıtım, eğitim alanında faaliyet gösteren şirketin başında başarılı bir kadın genel müdür vardı. Mükemmel organizasyon kurulmuştu. O gün matbaayı gezdim, yapacağım işleri, projeleri anlattım. “Hocamız ile de görüşün “ dediler. Ertesi gün Sn Büyükerşen’in üniversitedeki odasındaydım. Tanıştık, bir yandan balmumu mask ile uğraşıyor, bir yandan ilgiyle beni dinliyordu. Anlatacaklarım bitince gelip yanıma oturdu “ Biz eğitim için, kapı gıcırtısına kalkıp oynarız” dedi. O günden sonra yaklaşık on dört yıl boyunca Eskişehir ve Etam Matbaa yayınevimizin baskı üssü olacaktı.
“Bak ellerin, ayakların kocaman,
aklın da maşallah yerinde,
e ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.
Akıllı ol, yüreğin gelir peşinden,
boşver yaşı başı,
aşk var mı aşk, sen ondan haber ver!”
Eskişehir’de kurulu matbaa Açıköğretim Fakültesinin ders kitaplarını basmak için kurulmuştu. Yılmaz Hoca matbaayı hiç boş bırakmak istemiyordu. Ders kitaplarının baskı işi bitince, birkaç ay bizim işler yapılıyordu. Sonra başka birçok yayınevinin yolu buraya düşecek, hatta İngiltere, Hollanda, Almanya gibi ülkelerin yayıncılarına yıllarca iş üreten bir üs haline gelecekti. Sonradan öğrenecektim; Bu matbaa, dev sanayisi olan Eskişehir’de yüksek vergi ödemede her yıl ödül alıyordu.
“Takılmışsın yüzündeki, gözündeki çizgilere.
O çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün,
atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir kış günü,
öl gitsin..
Parayı pulu savurup,
bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır isteğin,
savrul gitsin..
Boş ver be yaşı başı,”
Yıllar içerisinde bir yerleşim yerinin nasıl Kent olduğunu izledim. Anadolu Üniversitesi, Açık Öğretim Fakültesi, önemli katarlarıydı kentin. Onlarla birlikte kurulan iktisadi teşekküller, organize sanayinin zaman içinde Türkiye devi oluşu, müzeler, parklar, bahçeler, kente hergün ulaşan yüzlerce tur otobüsü rastlantı olamazdı. Biletleri çıktığı anda tükenen klasik müzik konserleri, tiyatro oyunları, emsalsiz bir Anadolu Kenti yaratıyordu. Kitap fuarları yüzbinlere kapısını açıyordu bu butik kentte.
“Dert etme ellerini, onlar da gelir seninle bırakmadıkça birine.
O biri de gelir gerçekten istediğin oysa,
seveceksen ve öleceksen uğruna..
Boşver be yaşı başı.”
Ülkenin en çok okuyan kentleri arasında olmasına hiç şaşırmıyorum. En az suç işlenen kent olması bana ilginç gelmiyor. Eğitim seviyesi en yüksek şehir olması tuhaf mı peki? Şehirde bir zamanlar sanayi atıklarından hergün farklı renkte akan Porsuk nehrinde şimdi gondollarla gezen keyifli turistler görmek gibisi var mı artık?
Kendinizi bir anda Tatar kültüründe, Budapeşte, Prag, Venedik gibi şehirlerde, aynı zaman diliminde Anadolu da bulacağınız şehir oldu Eskişehir. Eğitimi, sanatı, kültürü, ulaşımı, doğası, insanı ile bir “Anadolu Rönesans’ı yaşattı hepimize Sn Büyükerşen.
Bir teşekkür yeter mi? Gönül dolusu şükran duygusu kafi mi? Yetmez hiçbirisi sevgili Hocam, yetmez.
Sağlıklı, uzun ömürler diliyorum.
Şiir bölümleri: Can Yücel ( Boşver be yaşı başı)