Yaklaşık bir haftadır su içindeydi. Ayakları elleri tüm bedeni ıslak ve bir haftadır süren yağmur ona kuruma şansı da vermiyordu.
Bir haftadır ev yüzü gördüğü yoktu. Su altındaki serasında uykusuz bir vaziyette uğraşıp duruyordu. Yıl boyunca emek verdiği ekmek parası su içinde yüzüyordu.
Oysa ne hayalleri vardı. Sene sonu ürünün hasadını yapacak topladığı parayla önce biriken borçlarını verecek sonra kalan parayla oturduğu derme çatma iki göz odasının damını onaracak, beslediği inek için biraz yem alıp bir kenara koyacak kalırsa elinde para şayet ona da ev için bir kaç kuru yiyecek alacaktı. Kış uzundu yarın kar bastırırdı yollar kapanırdı yiyecek lokma bulamazlardı. Açlık zordu, hele üç çocuk bir avrat! Bir inekle daha zordu.
Zaten gün yüzü görmemişti.
Çocukluğu acı, yoksulluk ve sıtma içinde geçmişti.
Anasız babasız o köy senin! Bu çiftlik senin dolaşıp karın tokluğuna çalışıp büyümüştü. Sırtı pek olmamış yüzü gün görmemişti. Son çalıştığı çiftliğin ağası haline acımış kendisi gibi kimsesiz olan çiftlikte mutfak işlerine bakan saniye ile evlendirmiş düğün hediyesi olarak aşağı derenin kenarında bir dönüm kadar yer olan sulak araziyi vermişti.
Hayatında ilk defa mal mülk avrat sahibi olmuştu. Hırsla saldırdı yeni hayatına arazinin üst kayalık tarafına iki oda bir sofa yer yaptı küçük bir kümes ile birde yanına ağıl. Seracılığa başladı. Gecesini gündüzüne katıp çalıştı bazen çok yoruldu, çok kızdı, geldi hıncını avradı saniyeden çıkardı. Üç çocuk yaptı arka arkaya. Saniyenin karnı bebesiz kalmadı hiç. Evin içinde beşik hep sallandı durdu.
Yağmur tekrar hızlandı. Sanki intikam almak için yağıyordu. Gariban İbrahim hiçbir kötülük yapmamıştı oysa kendi halinde yaşayıp giden bir garip ademdi işte. Yağmur şimdi niye böyle öç almak istiyordu ki öyle.
Koşarak seranın öbür ucuna kadar gitti elinde bel denilen koca kürek vardı. Yukarıdan gelen sel suyunun önüne bent yapmaya çalıştı toprak ile. Ama nafileydi yukarıdan dağdan kopan taşkın deli su önüne ne gelirse sürükleyip sel gibi geliyordu aşağıdaki dereye kavuşmak için.
İbrahim seranın önüne bent yapmayı bıraktı baş edemiyordu suyla. Bir yandan da yağmur tekrardan hızını artırmış başından ayağına kadar sucuk gibi yapmıştı. Ellerinden kollarından her yerinden su akıyordu.
Kenara yüksekçe bir yere çıktı. Bel küreği hala elindeydi. Aşağıya seralarına baktı ağlamaklı gözlerle, çocuğu gibi baktığı gözünden sakındığı serası, patlıcanı, biberi, domatesi telef olup gitmişti. Böyle giderse ürünün gittiği ile kalmayacak dere taşarsa eğer tüm serayı kökünden söküp götürecekti. Çaresizce izledi bir süre elinden bir şeyler gelmeliydi durmamalıydı. Sağa sola koştu su içinde oraya buraya bir şey yapamıyordu. Yağmur deli gibi yağıyordu gök yarılmış bütün suları yeryüzüne yolluyordu.
Birden büyük bir gürültü koptu adeta dağ yıkılıyordu sanki, yukarıya doğru dönüp bir baktı koca dağ suyun önüne düşmüş ona doğru kayıyordu. Dizlerini geçen suyu fark etti sonra aşağı dere taşmış olmalıydı. Sular gittikçe yükseliyordu. Bir an önce kaçması gerekiyordu. Hamle yapmasına fırsat olmadan dağdan kopup gelen sel suyu taşan dere suyuyla buluştu. İbrahim’in ayakları yerden kesildi. Küreği elinden fırladı, koca seralar yerinden söküldü, hepsi birden taşkın sel suyuna karıştılar.
Yağmur yağmaya devam ediyordu gök gürlüyordu.
Dört gün sonra buldular İbrahim’in çamur içindeki zayıf bedenini dere yatağının ağaçlarla buluştuğu yerde. Bir ağaç dalına takılıp kalmıştı elinden kayıp giden küreği ise biraz daha ileride çamura saplanıp durmuştu…..
İ. Akan