Üçüncü Bölüm…
Bodrum bir tatil kasabasıdır, ancak sadece turizm ile hareketlenen bir yer değildir. Aldığı göçlerle etkinlik enflasyonu yaşanan kasabamızın geçmişi de pek farklı değildi. Turizmin parlamadığı zamanlarda da kasabalı miskin miskin oturup yazı beklemiyordu. Her zaman bir aktivite peşindeydi, futbol maçları, deve güreşleri, yağlı pehlivan güreşleri hiç eksik olmazdı. Yarışmacı kişilik, kasabalının karakteri gibi idi. Bodrumlu hep bir yarışma ve iddialaşma içindeydi. “Benim kayık seninkini geçer”, “benim bisikletim seninkinden iyi var mısın yarışa?”, “benim köpek seninkini döver” gibi daha nice iddialaşmalar yaşanırdı. Bu nedenledir ki 1 Temmuz Kabotaj Bayramı ki biz ona deniz bayramı derdik, çok ciddi kapışmalara sahne olur, neredeyse olimpiyatlar seviyesinde ciddiyet ve çeşitlilikle renkli ve zevkli bir gün geçirirdik.
Armut dibine düşer misali, biz çocuklar da bu iddialaşmadan payımızı alırdık elbet. Oyunlarımız bir yarışma halini alır, her oyunda var gücümüzle mücadele ederdik. Mahalleler arası futbol maçları hadiseli olur, bazen mahalleler arası sokak kavgaları bile yaşanırdı. Köpek dövüştürenler de olurdu, arı dövüştüren de.
Arı mı? demeyin anlatayım. Eşek arısı dediğimiz büyük kırmızı arılar su birikintilerine su içmeye gelirler, su içerken bir çalı yardımıyla sıkıştırılır itinayla iğnesi çıkartılır, kanatlarının ucu kesilir ki uçup kaçmasın. Sonra bir kavanozda ya da kibrit kutusuna hapsedilirdi. Yanında taşıması kolay olduğundan genellikle kibrit kutusu tercih sebebiydi. Ortaokul çağlarındaki çocukların okula kibrit kutusunda eşek arısı getirdiklerine rastlamışımdır. Eşek arıları asabidir, sıkıştırıldıklarında saldırganlaşır. Rakip arıyla da karşılaşınca kavgaya tutuşurlardı. Bana küsmeyin ben hiç yapmadım gördüklerimi anlatıyorum sadece.
Çocuk, gördükleriyle el yordamı yaşamı öğrenirken bu tür zalimlikler kaçınılmazdır; ancak eşek arıları arıcılar tarafından düşman ilan edilirler. Bal arılarına saldırıp kovanlara zarar verdikleri için, biz çocuklara her eşek arısı ölüsü karşılığında 5 kuruş verileceği teklif edilirdi. O zamanlar Bodrum merkezi ve civarları tarla ve bahçelerle doluydu. Bu arazilerde arıcılık yapanlar da oldukça çoktu. Bu teşvik nedeniyle de biz çocukların oyun oynamaktan sıkıldığımız zamanlarda bazen eşek arılarına savaş ilan ettiğimiz de olurdu. Eşek arıları genellikle taş duvarlarda taşların arasındaki kovuklara yuva yaparlardı. Herkes eline bir çalı alır yıkılmış ya da harabe ev duvarlarında ya da bahçe duvarlarında yuvalarını bulur, arı kovanına çomak sokar yuvadan çıkan arılarla savaşa tutuşurduk. Bazen biz bazen de onlar galip gelirdi. Yuvada gelişmiş çok arı varsa bizden birçok kişi eve yüzü gözü şişmiş olarak giderdi.
Büyük küçük herkeste bu enerji varken elbet doğru mu yanlış mı irdelemesi yapılmadan bazı gereksiz iddialaşmalar da oluyordu. Bunlardan birisi de horoz dövüşleri idi. Bir dönem halk arasında yaygınlaştı. Mahalle aralarında toplanılır seyirciler bir çember oluşturur ve bu çemberin içinde horozlar dövüştürülürdü. Koca koca adamlar ciddi ciddi dövüş horozu yetiştirirlerdi. Kahvede futboldan çok horoz mevzusu konuşulur olmuştu. Bu uğraş nedeniyle “Horoz Ahmet” gibi lakap alan bile olmuştu. Yalnız bunun parasal bir iddialaşmaya sahne olduğuna rastlamadım da duymadım da. Sırf rekabet ve tatmin uğruna yapılıyordu.
Benim birader Adnan da bu kapışmaya kendini kaptırmış, müptelası olmuş ve dövüşçü yapmak üzere iyi bir cins Hint Horozu edinmiş. Gerçi neredeyse her evde bir kümes olur, beş on tavuk birkaç horoz beslenir ve günü gelince kesilir evin beyaz et ihtiyacı öyle karşılanırdı.
Bizim evin bahçesinde de bir kümesimiz vardı. Adnan piliç iken aldığı horozu besleyip büyütüp dövüş için hazırlamaya başlamış. Zaman zaman kasaptan aldığı sakatat parçaları ile besliyor, aynada kendisiyle kavga ettirerek antrenman yaptırıyormuş. Gün geçtikçe horoz irileşmiş, asabileşmiş ve dövüşe hazır hale gelmiş. Dövüşlere başlayan Adnan’ın Horozu kısa sürede bir fenomen olmuş. Yapısal olarak iri bir horoz olmasının avantajıyla da hırçın, gaddar ve yenilmez bir dövüşçü olup çıkmış, bu horoza rakip dayanmaz olmuş, rakibini öldüresiye dövmesi ile ünlendiğinden belli bir zaman sonra karşısına rakip bulunamaz ve kimse horozunu Adnan’ın Horozuyla dövüştürmeye yanaşmaz olmuş.
Horozunun galibiyetleriyle övünmek isterken bir cinayet aracına dönüşmesiyle Adnan’da pişmanlık başlamış ki rakip olmak isteyenleri de geri çevirir olmuş. Rakip bulamayan ve de dövüşçülüğü yasaklanan horoz artık günlerini normal horozlar gibi tavuklarının lideri olarak bizim bahçede geçirir olmuş.
Bir gece yarısı bizim evin bahçesindeki bir patırtıya uyanan ev ahalisi, bahçeden gelen dalaşma seslerinden babamın bir kavgaya karıştığını zannederek bahçeye koşmuşlar ki; babamla horozu kıyasıya kavgaya tutuşmuş bulmuşlar. Babam genellikle akşamları bir yerlerde demlenir gece geç vakit eve gelirdi. Avluya girip kapı önünde eğilip ayakkabısını çıkarırken horoz babama saldırmış, baya Bruce Lee stili çift bacak darbesiyle saldırıyormuş. Çakırkeyif olan babam da horoza sinirlenip “ulan sen benim kim olduğumu biliyor musun?” hesabı hem söyleniyor hem de horozun ataklarına karşılık veriyor basıyormuş tokadı, ancak horoz dövüşçü kolay kolay pes edecek gibi de değil. Babam da inatçı derken epeyce bir patırtı yaşanmış, gece yarısı her iki taraf da yatıştırılana kadar.
Bilindiği üzere kümes hayvanları akşam oldu mu uyurlar. Bu horoz bahçede gece nöbete durur olmuş. Adnan’ın horozu gün geçtikçe asabilikten psikopatlığa terfi edip bahçeye kimseyi sokmaz olmuş, bu psikopatlığından ötürü genellikle kümeste hapis yatarmış ancak zaman zaman fırsatını bulur kümesten kaçtığı ya da Adnan’ın merhametinden faydalanıp bahçede serbest kaldığında Adnan hariç kimse bahçeye çıkamaz olmuş. Sadece bizim bahçeyle de sınırlı kalmıyor, bahçe duvarını aşıp komşu kümeslerine saldırıp oradaki tavuk horoz ne varsa itlaf ediyor duvarın üzerinde nöbet tutuyor sokağa giren kediye köpeğe saldırıyor kovalıyormuş.
Bizler akrabalarla hep yakın otururuz. Hasan dayım ile bizim ev komşu iki sokak içindeydi, ancak bahçe duvarları bitişikti. Duvardan bir gedik açılmış geliş gidişler kolaya getirilmişti. Bir gün dayımın kızı bahçe gediğinden bizim eve geçerken horozun saldırısına uğrayıp, korkulu anlar yaşayıp üstelikte yaralanınca, bu bardağı taşıran son damla olmuş ve Adnan’a horozun çaresine bakması söylenmiş. Kesmeye kıyamadığı horozu ne yapsın, çok da seviyor birileri ister mi diye etrafa çıtlatmış ki Bitezli bir arkadaşı horoza talip olmuş. “Bana ver, bahçede bakarım ben ona” demiş ve almış götürmüş.
Gel zaman git zaman Adnan çarşıda rastlamış arkadaşına… Bir-iki horoz dövüşüne de götürdüğünü duyduğundan horozdan ne haber diye soracak olmuş “Adnan sorma yahu. Biz o horozu kesmek zorunda kaldık” deyince Adnan’ın bozulduğunu görüp anlatmaya başlamış. “Bir gece babam tuvalete kalkmış, biliyorsun bizim mandalina bahçe evleri eski tip tuvaleti evin dışında kapısı da yok, kapı yerine çuvaldan perde var. Babam tuvalete oturur oturmaz horoz saldırmış. İhtiyar adamı perişan etmiş. Zor aldık elinden. Babam da ya bu horoz ya ben diye resti çekince mecbur kaldım” demiş… Horozun bu hazin sonu Adnan’ın da horoz ile ilgili her türlü hobileri ve aktivitelerini de sonlandırmış oldu. Bir süre sonra da horoz dövüşleri yasaklanınca Bodrumlular da bu vahşi alışkanlıklardan kurtuldular. Ben bu olaylar olurken gurbetteydim.
Adnan’ın üniversite (muhasebe) mezuniyeti ile enteresanlığın zirvesine tırmanışı başlamış oldu. Ailede tek üniversite okumayı beceren adam kamyon şoförü olmayı seçti. Ne kadar dil döktüysek nafile “Ben muhasebeci olmak istemiyorum katakullilere bulaşamam aklım da ermez” dedi ve ağır vasıta ehliyeti alıp kamyon şoförlüğüne geçiş yaptı. O zamanlar ağır vasıta kullanabilmek içim 5 yıl yardımcı şoför yani muavin olarak bir ağır vasıtada staj yapma zorunluluğu vardı. Bodrum’un enteresan kişilerinin ilk sırasında yer alan “TODORİ” lakaplı (Salih Baltutan) kamyon şoförünün yanında staja (muavinliğe) başladı. Şoför Salih gençliğinde sünger dalgıçlığı yaparken vurgun yiyip ayağında arıza kalmış aksayarak yürüyen kısa boylu bir adam. Lakabı da benzer aksaklıkla yürüyen ünlü Yunanlı sünger tüccarının adı.
O zamanlar ilçemiz nüfusu düşük ancak ihraç malzememiz çok, bilhassa mandalina ihracatında kamyonlar çok önemli, epeyce de kalabalıklar, çok meziyet ve özveri isteyen bir meslek. Üzüm üzüme baka baka kararır hesabı mıdır bilinmez neredeyse tüm kamyon şoförlerimizde espritüellik ve enteresanlık üst düzeyde, Adnan bunların arasında pişince gerisi çorap söküğü gibi geldi. 5 yıl akıl almaz maceralardan sonra da Adnan’ı tut tutabilirsen. Çocukluğunda başlayan atasözlerini fıkraya dönüştüren becerileri ve anlatma isteğinden belliydi. Olacak çocuk bokundan belli olur misali yaşı ilerledikçe anlatımlar öyle gelişti ki hikâyelerindeki atmosfer abartılarak gerçeğinden kat kat albenili ve ilginç ve hatta mistik bir hal alır oldu, dinlemeye doyamaz olduk. Abarttığını bile bile ilgiyle ve istekle dinlerdik.
Benim gurbet olarak nitelendirdiğim Bodrum dışında yaşadığımız ve Bodrum’a ziyarete ya da tatile geldiğimiz zamanlardı, daha çocuklarım 4-5 yaşlarındalar. Zannederim bayram tatili idi. Adnan o zamanlar bekar, dayımın toptancı işyerinde çalışıyor kamyon şoförü, tüm köyleri gezerek yapılan dağıtım işi geç vakitte bittiği için eve geç gelirdi. Biz de henüz çocukları uyutmuş olurduk ki çıkıp biraz sahil gezisi yapalım. Adnan gelir, avluda başlardı yüksek sesle anlatmaya, çarşıda bir lunapark kurulmuş ufffff neler varmış neler, horoz, deve, dinozor, zürafa daha neler neler, atlı karınca da bir kuğu varmış sanki canlı, binmeye doyum olmazmış. Öyle de güzel anlatır ki benim bile canım çekerdi. “Oğlum sus çocukları yeni uyuttuk”, zaten gayesi çocuklara duyurmak. Adnan’ı susturmak mümkün değil, çocukların da Adnan’ı duymaması mümkün değil. Bizim çocuklar ne ki bütün mahalle dinliyordu.
Haydaaaa gece yarısı lunapark isteriz muhabbeti. Zar zor “yarın söz gidicez” vaatleriyle taraflar sakinleştirilirdi. Adnan kıs kıs gülmekte, bizim sahil sefası suya düşerdi. Ertesi sabah çarçabuk kahvaltı sonrası doğru lunaparkın olduğu yere gidilir ancak hayal kırıklığı. Kıytırık bir kuğu maketi üzerine biniliyor kısa bir ray sisteminde bir tur attırılıyor hepsi bu. Ne horoz ne deve var ne de zürafa. Çocuklar sorar Adnan amcanın anlattıkları nerde? Haydi bakalım gel de anlat. En çok da kendime kızardım ben bile inanmıştım.
“Ehhh be Adnan!… Sıra bana da gelecek bunun intikamını illaki alacağım” diye kendime söz vermiştim.
Gel zaman git zaman Adnan evlendi ve bir kız çocuğu oldu ben de emekli olup Bodrum’a geri döndüm, zamanlama cuk oturdu, kızı küçük ve ben buradayım. Aynı gece sendromunu yaşatacağım ve intikamım alınacak. Bir akşam Adnanlar’a misafirliğe gittik uzun bir hoşbeşten sonra kızı yatmaya gönderdiler. Kız “baba bana masal anlat” diye odasından seslendi. Tamam geliyorum diye gitti. Tam sırası, kız uyusun ki benim sıram gelsin diye bekliyorum. Adnan gitti gelmez, biz meraktayız, eşi “onun masalı bitmez” dedi. Nasıl yani… Diye gidip bir baktık ki kız yatağında bağdaş kurup oturmuş Adnan’ın hararetle anlattığı masalı dinliyor, daha doğrusu seyrediyor. Aynen bir tiyatro seyreder gibi.
Adnan’ın seçtiği masal “Kırmızı Başlıklı Kız”. Adnan ayakta, adeta tiyatro sahnesinde oynar gibi kurdun anneanne kılığına girdiği sahne dahil her sahne tamamen canlandırmalı anlatılmakta, kızın gözler fal taşı gibi olmuş, uyku uçmuş gitmiş, heyecan doruğa ermiş “Baba bir daha anlat” isteği gelince, aynı masalı, hiç heyecanını eksiltmeden, aynı rutinle anlatıyormuş, daha doğrusu oynuyormuş…
Uykusuz kalan kıza mı üzüleyim benim intikam suya düştü ona mı üzüleyim bilemedim.
Babamın kurdu beni uyutmamıştı, Adnan’ın kurdu da kızı Manolya’yı, üstelik Adnan şimdi torununa sarmış durumda torun da uykusuz…
Sağlıcakla kalın. Saygılarımla. Ali DİZDAR