Erzincan İliç’te Anagold Madencilik ve Çalık Grubunun işlettiği Çöpler Altın Madeni sahasında, liç edilmiş siyanürlü toprağın kayması sonucu, dokuz işçinin tonlarca toprağın altında kaldığı felaketin üzerinden bir hafta geçti. İşçiler için arama çalışmaları, acılı yakınları içinse zor bekleyiş devam ediyor. Tüm emareleriyle göz göre göre gelen bu korkunç kazayla bir kez daha gördük ki madencilik faaliyetleri ülkemize ölüm ve çevre felaketlerinden başka bir şey vaat etmiyor. Her kazanın ardından sümen altı edilmiş bilirkişi raporları, göz yumulan usulsüzlükler ortaya saçılıyor. Üstü kapatılan bilimsel riskler gün geliyor onlarca insanı canından eden çevre felaketleri olarak kendini gösteriyor.
Olayın ardından tüm resmi kurumlar sorumluluğu birbirinin üzerine atıyor. Valilik siyanür sızıntısı yok diye açıklama yapıyor. Maden sahasına dair yıllar öncesinden raporlarla tespit edilmiş risklerin, vahşi bir kar hırsıyla göz ardı edilerek insanların adım adım ölüme itildiğini görüyoruz. Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum “Kapasite arttırma iznini biz vermiyoruz, biz ÇED Raporu veriyoruz, bu olay siyasi malzeme haline getiriliyor” diyor. Elbette toplum yaşamına dair her faaliyet, durum ve olay siyasetin konusudur, olmalıdır da. Çevre ve insan yaşamını yıkıma uğratan faaliyetlerin önündeki hukuki engellerin, siyasal yollarla çözülmüş olduğu gerçeğinden hareketle başımıza gelen felaketlerin sorumlusu kuşkusuz politikacılardır.
Siyanürlü altın madenciliğinin etkinlik kazandığı doksanlı yıllardan günümüze yaşam alanlarını savunan köylüler, çevreciler, gerçekleri ifade eden bilim insanları ve meslek odaları yıllarca vatan haini, Türkiye’nin gelişmesini istemeyen, arkasında yabancı odakların olduğu insanlar şeklinde karalanarak etkisiz kılındı. Bergama’da, Uşak Kışladağ’da, Kaz Dağlarında, Akbelen’de, İkizdere’de yaşam alanlarını savunan halkın karşısına kolluk güçleri dikildi. Gerçekleri anlatan bilim insanları, onurlu savcılar, tehdit edilip yıldırılmaya çalışıldı. Bir taraftan maden şirketleri inanılmaz lobi faaliyetleri yürüterek yoksul halkı iş sahibi etmekle, ev sahibi yapmakla, çoluğunu çocuğunu işe koymakla ikna ederken, bir taraftan profesöründen gazetecisine, yargıcından siyasetçisine kadar bir kısım insanı satın alıyor kurdukları rüşvet çarkıyla işlerini yürütüyorlardı. Velhasıl milyar dolarlık kar için kesenin ağzını açıyorlardı.
Erzincan İliç’te de bir avuç yurtsever, madenci ve sendikacı yıllardır çevre mücadelesi veriyor. Fakat milyar dolarlara hükmeden adamlarla, arkalarında duran devletin kurumlarıyla baş etmek kolay iş değildi. Bu maden sahası henüz kurulmadan önce 2005 yılında kendisinden görüş istenen Prof. Ali Elmas, Bölgenin Bingöl -Yedisu Fay Hattı üzerinde olduğunu ve burada altın madeni sahasının risk teşkil ettiğini belirtmiş. Buna rağmen burada 2010 yılından itibaren altın madenciliği faaliyetleri başlamış. 2014 ve 2021 yılları arasında ise maden sahası genişletilmiş. Fırat Nehri’nin üç yüz metre kadar yakınına kurulan bu tesiste siyanürlü arama yapılması nedeniyle sahadaki borularda yıpranma ve sızıntı olduğu ve bu sızıntının da Fırat Nehri’ne bağlanan Sabırlı Deresine sızdığı fark ediliyor. Bu olay kamuoyuna yansıyınca firmanın lisansları ve faaliyet izinleri iptal ediliyor. Konu savcılığa intikal edince de Çevre Bakanlığı çevreye zehirli atıkların bulaşmasına sebebiyet verdikleri gerekçesiyle firmaya en üst sınır olan 15 milyon lira ceza veriyor. Çalışma Bakanlığı da teftiş yapıyor ve iki sorumlu hakkında gerekli önlemleri almadıkları ve kazanın oluşmasına sebebiyet verdikleri gerekçesiyle kusurlu oldukları yönünde rapor veriyor. İliç Cumhuriyet Başsavcısı siyanür sızıntısıyla ilgili soruşturma başlatıyor. İçinde Makine, Kimya, Çevre ve Ziraat mühendislerinden oluşan bir heyet, bilirkişi raporu hazırlıyor. Ziraat mühendisleri tesisin Fırat Nehrine yakın olmasından kaynaklı ileride öngörülemeyen kazalara sebep olabileceği ve canlılar açısından risk teşkil ettiğini söylüyor. İş güvenliği uzmanları ise bu tehlikeli durumu göz ardı ettikleri için iki uzmanın kusurlu olduğunu belirtiyor. Buna rağmen şüphelilerin kasten hareket ederek çevrenin kirletilmesine neden olduklarına dair bir delil bulunmadığına dair karar çıkıyor mahkemeden. Tedbir alınmadığı için kazanın olduğu ama bunun da ön ödemeye tabi bir suç olduğu belirtiliyor ve ön ödeme yapılarak dosya kapatılıyor.
Çevre Şehircilik Bakanlığının ceza verdiği bir firmayı mahkeme neden suçlu görmez ve dosyasını kapatır? 2023 yılına gelindiğinde ise firma yine Çevre Bakanlığı’nın verdiği ÇED gerekli değildir raporu ile çalışma sahası genişletilmesi için onay alıyor. Bakan Murat Kurum’a sormak gerek birkaç ay önce en üst sınırdan ceza verdiğiniz bir firmaya maden sahasını genişletmesi için ÇED raporu gerekli değildir raporunu nasıl verebiliyorsunuz? Şirketin 8,5 milyon civarı vergi borcunun da silindiği iddia edilenler arasında.
Olayın detaylarından anlaşıldığı üzere İliç’teki bu kaza önlenemez değildi, İşlenmiş siyanürlü toprağın kontrolsüzce yığılmasından tutun da, Fırat Nehrine doğru siyanür sızmasının gerçekleşmesi, yığındaki çatlakların oluşmasına kadar felaketin öngörülebilir ve önlenebilir olduğu çok açık.
Sınırsız bir kar hırsıyla Türkiye’nin dört bir yanını talan eden yerli ve yabancı şirketlerin suç ortakları siyasal iktidarlardır. Kalkınmayı, inşaat, maden ve enerji sektörü üzerine kurmak suretiyle talan ve yağmanın önü açıldı. Yandaş kayırma ekonomisiyle sektörün adamları zengin edilirken halk, refaha kavuşmak şöyle dursun fakirleştikçe fakirleşti. Ülkemizin en güzel sahilleri, koyları imara açılarak korkunç bir betonlaşmaya kurban edildi. Şehirlerde milyonlarca çirkin konut yükseldi buna rağmen halk barınacak ev bulmakta güçlük çekiyor.
Enerji ihtiyacı denildi, ülkemizin nehirleri üzerine yüzlerce HES inşa edildi. HES’lerle kuruyan dere yataklarından geriye acı bir tablo kaldı.
Taş ocaklarıyla, JES’lerle, altın madenciliği ile ülkemizin en güzel köylerinin altı üstüne getirildi. İnsanların geçim kaynağı zeytin ağaçları söküldü, ormanları kesildi. Toprağı, havası ve suyu zehirlenen köylüyü tarım yapamaz hale getirip yerinden yurdundan ettiler. Ot bitmez, mahsul yetişmez köylerde insanlar barınamaz hale geldi.
Ekonomik büyüme, kalkınma, ulusal zenginleşme gibi manipülasyonlarla doğal kaynakların sınırsızca ve vahşi tüketimine dayalı kapitalist üretim şekilleri sadece sermaye birikimini büyüterek bir avuç mutlu zengini daha zengin etmeye yarıyor. Şu açık ki teknolojik gelişme, ekonomik büyüme argümanları insanlığa ve yeryüzüne faydadan çok zarar getiriyor. Toprağın altındaki son altını da alıp gittiklerinde geriye onlardan bize ne kalacak sorusunu sormak için içinde bulunduğumuz acı tabloya bakmak yeterli.
Altın Ülkesi Efsanelerinde İspanyollar 1492’de altın rezervlerine sahip Güney Amerika’yı keşfettiklerinde, yerlilerin hiç önem vermediği altını elde etmek için Avrupalıların büyük katliamlar yapmasıyla neredeyse bir ırkın yok olduğu söylenir. Şimdiyse Amerikan, İngiliz ve Kanadalı firmalar ve onların yerli işbirlikçilerinin siyanürü ile zehirlenerek ya da göçük altına kalarak katlediliyoruz.
Madencilik, enerji ve inşaat üzerine kurulu ekonomik sistem; kaynakların sınırlı oluşu, yarattığı ekolojik yıkım sonuç olarak toplum ilişkilerindeki aşınma gibi sonuçlar nedeniyle sürdürülebilir değildir. Karı maksimize etmek için insan gücünü ve doğal kaynakları sömüren, tek derdi sermaye birikimini arttırmak olan üretim faaliyetlerinin insanoğlunun gerçek ihtiyaçlarına ve ekolojik gereklere uygun olarak değişip dönüşmesi gerekir. Çivisi çıkmış bir dünyada bu mümkün mü bilemiyorum! İnsana, doğaya ve dünyanın kaynaklarına saygılı adil ve etik üretim süreçlerinin oluşmasını talep etmek de toplumsal bir duruş sergilemek de elimizde.
Marx Kapital’in üçüncü cildinde şöyle diyordu:
Ne bir toplum, ne bir ulus ne de tüm çağdaş toplumların tamamı toprakların sahibidir. Onlar sadece kullanıcılardır, sadece yararlanıcılardır ve bir aile babası gibi iyileştirerek onu gelecek nesillere bırakmak zorundadırlar.
20.02.2024
Azize Demirhan/İZMİR