Karışık bir dönemden geçiyoruz. Durumdan şikayetçi olmayan yok gibi. Dünyadaki hızlı değişimlere ayak uydurmak kolay değil. Bilimde teknolojide dönüşümler yaşanıyor. Yirmi yılı aşkın ülkeyi yöneten siyasi parti, neredeyse nüfusun yarısının desteğini alıyor. Demek oluyor ki yoksullar, ezilenler, işçiler, köylüler destekliyor. Nüfusun çoğunluğu açlık sınırları altında yaşıyor. Ülke iki kampa ayrılmış durumda. Takım tutar gibi fanatik takımlar oluşuyor. Düşünce yapısına, siyasi duruşuna göre yorumlar yapıp, herkes ne kadar haklı olduğunu anlatmaya devam ediyor.
Yeni bir seçim dönemine girdiğimiz bu günlerde durum devam ediyor. Ülkede yapılan son seçim olacağı, karanlığa sürükleniyoruz kaygıları yoğunlaştı. Şeriat gelecek korkusu yaymaktan öte geçmeyen siyasi unsurlar, halkın önüne uygun seçenekler koyamadılar. Yirmi yıldır tıkır tıkır işleyen bir sistem var. Ne grev, ne direniş, çöpsüz sömürü düzeni, alan razı veren razı. Ortadaki siyasi elemanlar, huzur güven ortamını devam ettirecek çabalara birlikte yardım taşıyorlar.
Ülkedeki bu kamplaşmayı anlamak zor… Mevcut siyasi iktidarın çevresinde toplanan bir çevre, karşı tarafta bunun değişmesi gerektiğini düşünen ve değişik ölçülerde kaygı taşıyan gruplar var. Bu partilerin geçmiş ilişkileri kedi köpek gibi, Niçin bir araya geldiklerini anlamak kolay değil. Bildik terimler aşılmış durumda. Solcuyum diyen en sağda, sağcıyım diyen solda. Karışık bir durum… Yaşamın dayatmaları sonucunda yeni şekillenmeler oluşuyor.
Solcu ve alevi olarak bilinen Kılıçdaroğlu etrafında ezber bozan bir kenetlenme yaşanıyor. Ülkenin uçuruma yuvarlandığını düşünen her siyasi parti, kişi, bu dizilişte yer alıyor. Geçmişte ülkedeki kamplaşmada yer almış unsurlar destek açıklamaları yapıyor. Yılların dinci, muhafazakar partileri, ülkü ocakları başkanları var. Sol taraf da neredeyse bu kamplaşmada bir bütün olarak yer alıyor. Bu kampların dışında yer alan Muharrem İnce ve Sinan Oğan oluyor. Muharrem İnce CHP içerisinden çıktığı için oyları böleceği kaygısı taşınıyor. Aydın, şair, yazar çizerler İnce’ye mektuplar yazıyor, çağrılar yapıyorlar. Bunların hiç birini dikkate almayan şahıs yoluna devam ediyor, mitingler yapıyor. Bu dönem halkın kaygısı ve kamplaşma doruk noktasına çıkıyor.
Bizim kuşak her on yılda bir askeri darbeler yaşamış, yaşamadığı acı kalmamış. Ölümler, sürgünler, cezaevleri yaşayan bu kuşağı ne korkutabilir? Kapitalizmin geldiği bu dönemde, sermaye sınıfı için yönetim biçiminin ne olduğunun fazla bir önemi yok. Yeter ki düzen devam etsin. Kim gelirse gelsin sermaye sınıfı için yaşam biçimi değişmiyor. Ülkeye şeriat gelse onlar aynı yaşamlarını sürdürecekler. O kurallar sokaktaki insanlara geçerli olacak. Onlar beş yıldızlı otellerde içkilerini içecekler, istediklerini yapacaklar. O kurallar işçileri emekçileri, yoksulları bağlayacak. Bu gerçeği, şeriatla yönetilen ülkelere gidip görmek mümkün. Kadınlar en yoğun hissedecek, insan olduklarını unutacaklar. Erkek egemen bir toplum, sömürü ve zulmün katmerlisi devam edecek. Reformist, sağcı, muhafazakar çevreler bu kaygılar etrafında kenetlenirken solcular, devrimciler, sosyalistler, komünistler ne yapıyor.
Dünyada Sovyet devrimi olmuş. Ülkemiz emperyalizme karşı büyük savaş vermiş. Yokolan bir imparatorluğun ardından kurtuluş mücadelesi ile bir ülke kurulmuş. Böyle bir ortamda komünizm fikirlerinin olmaması düşünülemez. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının başlattığı mücadele Anadolu’ya ulaşıyor. Mustafa Suphi ve arkadaşları Karadeniz’de katlediliyor. O günden sonra komünizm düşmanlığı artarak devam ediyor. Amerika’nın güdümünde Komünizmle Mücadele Dernekleri ile sahada yerini alıyor. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilmesi karşısındaki Sovyetlerin ve TKP’nin vefasız tavrı gelecekte bu topraklardaki yaşama siniyor. Aydınlar, yazarlar, şairler konuşmaktan vazgeçmiyorlar. Öyle ya da böyle hep var oluyorlar. Dünyadaki özgürlük, demokrasi dalgası ülkemizi de etkiliyor. Sol hareket reformist, cuntacı, bütün renkleri görüyor. İşçi sınıfı mücadelesi gelişimi, sendikal hareketlerin artması, Türkiye İşçi Partisi’nin doğuşunu getiriyor. Altmış sekiz gençlik hareketleri ile mücadele sertleşiyor, kitleselleşiyor. TİP hareketini reformist gören gençlik hareketleri, hesaplaşma içine giriyor. Mücadele farklı bir boyut kazanarak devam ediyor. Gelinen yerde mücadele için bir çıta konuluyor. Buna Devrim deniyor. Devrimciler yetmiş bir askeri cuntası ile yeniliyorlar. Bırakılan büyük mirası devam ettirmek isteyenler çoğalıyor, kitleselleşiyor. Seksen darbesi bu kitleselliğin üzerinden silindir gibi geçiyor. Farklı değerlendirmeler olsa da, topyekûn bir direnme yaşanmıyor. Yaşanan sürecin doğru bir değerlendirmesinin yapılması zor geliyor. Küllenmeye ve çürümeye bırakılıyor. Doksan sonrası yine sol sosyalist partiler çoğalıyor. Günümüzde iki blok içerisinde toplandıklarını görüyoruz. Bir grup Emek ve Demokrasi bloku, diğeri Sosyalist Güç Birliği. Bazıları blok şeklinde bazıları kendi logoları ile seçime giriyorlar. Niye ayrı ayrı girerler? Seçimden amaçları nedir? Mecliste milletvekilleri olsun isterler mi, yoksa seçimi araç olarak kullanıp fikirlerini yaymak için mi kullanılır, anlamış değilim. Halkın genel beklentisi diğer bloklardan olduğu gibi sol sosyalist olduğunu söyleyen herkesin bir araya gelmesi. Halk için söylemesi kolay ama bu partileri yönetenler için kolay olmasa gerek. Bundan vazgeçtik, emek demokrasi bloğu içerisinde yer alıp, bazı bölgelerde seçime kendi logosuyla giren TİP’e ne demeli. Bir İnce vakası da burada yaşanıyor. Yıllardır bedel ödemiş HDP hareketi ile meclise gelip, popüler pohpohlamalar sonucu kendisini dev aynasında görmeler. Bir yığın masal anlatarak insanların iyi niyetini kötüye kullananlar gelinen noktada duvara çarpınca anlayacaklar. Aydınların İnce’ye yaptığı çağrılar bu cenahta TİP’e yapılıyor. Yeşil Sol Partinin Ankara üçüncü bölge 1. sıra adayı Metin Kılıç için TİP yönetimine açık çağrı diye bir yazı dolaşıyor. Diyorlar ki TİP o bölgede ki adaylarını çek. Belki bir kişi zar zor çıkacak, oylar bölünürse boşa gider. Metin Kılıç komünist geçmişi nedeniyle seksen sonrası cezaevinde yatmış. Sonraki yıllarda HDP bileşenleri içinde yer almış. Suruç katliamında eşi Ferdane ve oğlu Nartan hayatını kaybetmiş, kızı yaralı kurtulmuş. Çerkez dernekleri yönetimlerinde yer almış, Çerkez camiası arkasında, bu nedenle Metin Kılıç’a borcunuz var. Sosyal medyada imza kampanyası dolaşıyor, bunu sivil toplum kuruluşları yapıyor. TİP oyları bölmediğini anlatıyor. Hatay’da yerini Gezi tutuklusuna vererek fedakarlık yapan arkadaşlarına alkış istiyor. İstanbul’da liste başı olan yönetim ve milletvekilleri fedakarlıklarını nasıl anlatacaklar. HDP’nin sırtına binerek meclise gelenler, Gültan Kışanak ve Selahattin Demirtaş’ın kibar uyarılarını da duymazdan geldiler.
Neresinden baksam olmuyor. Umudumuzu parlamentoya bağlamamız mı, yaşanan örgütsüzlük, dağınıklık mı?.. Var olan örgütlerin kendilerini dünyanın merkezi görmeleri mi? Onca acıyı sıkıntıyı yaşayan, Mamak, Metris ve diğer tedrisatlardan geçmiş insanlar, bu duruma neden ses çıkarmazlar? Diyarbakır zindanlarından geçenlerin olayları daha çok içselleştirdikleri anlaşılıyor. Daha derli toplu görüntü veriyorlar görünürken, orada da Cengiz Çandar, Hasan Cemal vakaları ortaya çıkıyor. Oy vermeye hazırlanan çevrelerin kaygıları ortada kalıyor.
Bir döneme damga vurmuş Adnan Menderes, “Odunu koysam seçtiririm” demiş. Yakın dönemde, birlikte yaşadığımız Ekmelettin olayı. Ülkemizdeki siyasetçilerin halka bakışını anlatan örnekler. Aziz Nesin’i de unutmamak lazım. Halkın içinde yaşamış, yaşadıklarını yazmış, her dönem yönetenleri rahatsız etmiş, sivri diliyle eceliyle ölmeyi başarmış bir aydın. Mevcut yönetiminin doğuşunu yaratan ünlü İstanbul seçimleri unutulmazlar arasındadır. 1994 İstanbul belediye başkanlığı seçimleri sonuçları:
1-Refah Partisi 25.19,
2-Anavatan Partisi 22.14,
3-Sosyal Demokrat Halkçı Parti, 20.30,
4-Doğru Yol Partisi 15.46,
5-Demokratik Sol Parti, 12.38 oy almışlar. Günümüz siyasetçileri, partileri, bu yaşanan gerçekleri bilmiyor olamazlar.
Etki ve katkı koyamadığımız bu ortamda, ülkemizin hazin halini seyir tepesinden izleyip, endişe ve kaygılarımızı yaşayacağız. “Ne olacak bu memleketin hali?“ diyerek hüzünleneceğim. “Gün doğmadan neler doğar” deyip umudumu yitirmeyeceğim. Gezi izlenimleri yazıp yaşayıp gidiyordum. Beni de çileden çıkardınız. Yine de kızmayacağım. Yüreğinize baharın sıcaklığı ve renkleri dolsun, sevgi ve barış, güzellik bizimle olsun.
Aklınıza mukayyet olun.