ESPADRİL
ÇARIK İBO… BODRUM ÖZLEMİ… yazımın devamıdır. O anlattı ben yazıyorum.
İstanbul’dan geldikten sonra kendimle ilgilenmeye başladım önce bir bisiklet edindim. Zaten bisiklet o yıllarda herkesin ulaşım aracıydı benim ise fizyoterapistim oldu. Her yere bisikletle gitmeye ve özellikle de bisiklete binerek ve de yüzerek yoğun bir egzersiz yapmaya uğraştım. Kendimi iyi hissetmeye başladım, ayaklarımda yürüyüşüme etki eden aksamalar kalmıştı ancak hayata küsmeme neden olmamıştı, evet artık futbol oynamam mümkün değildi, zaten o kadar özlediğim bir şey de değildi.
Bu arada askerlik çağım da gelmişti, aslında vurgun yüzünden askerlikten muaf tutulabilirdim ancak onuruma yediremedim. Ve ben askere gitmeye karar verdim. Yalnız Tosun ve Baskın’larla Libyaya dalgıç olarak gidebilmek için yaşımı büyütüp Mustafa ağabeyimle ikiz yaptırmıştık, o nedenle bir aileden iki kişiyi aynı anda askere alamayız dediler ve önce Mustafa ağabeyimi aldılar sen de bir yıl sonra gidersin dediler. O nedenle mecbur günümü bekledim. Günüm geldiğinde de ayaklarımdaki aksaklığı belli etmeden yoklamalardan geçtim.
Ben, Ali Kemal DENİZASLANI, Ata ESKİER, Seyfettin DİKAN, Mehmet ÇELİKOĞLU (Habudiyar) ve köylerden birkaç Bodrumlu daha hep beraber İskenderun Acemi Birliğine katıldık. Hepimizi mesleklerine göre ayırmaya başladılar. Ben ayakkabıcı oldum, Ali Kemal marangoz oldu, diğerlerini de mesleklerine göre ayırdılar ve bu mesleklere ayrılanları çok az bir eğitim sonrası erkenden birliklerine gönderdiler. Biz kaldık Ali Kemal ve ben. Ben acemi birliğinin ayakkabıcısıyım, Ali Kemal de marangozu, işimiz başımızdan aşkın, bizi sevdiler neredeyse bırakmayacaklar ancak eğitim sonu dağıtıma girmemiz lazım. Bizi nereye gönderecekler bilemediğimizden daha doğrusu sevmeyeceğimiz bir yere gitmeyelim korkusuyla biz dalgıç olmak istiyoruz dedik. En azından dalgıç okulunun İstanbul’da olduğunu biliyoruz. Ve biz dalgıçlık testlerine girdik, ben kazandım Ali Kemal renk sınavını veremeyince elendi. Hani vardır ya renk renk benek benek noktaların altındaki sayıları bilmek.
Beni dalgıç olarak İstanbul’a dalgıç okuluna sevk ettiler. Zaten dalgıçtım ancak bu sayede eğitimini de tam olarak almak nasip oldu. Kursları bitirdim başarılı idim de ancak ben vurgun yemiştim diye anlatınca beni muhasebeye masa başı işe verdiler. Muhasebede oyalanıyorum da günler bitmek bilmiyor, daha 6 aylık askerim, bunalmaya başladım yine bana Bodrum hasreti çöktü, teskereye daha 18 ay var askerlik bitecek gibi değil. Vurgundan yararlanmaya karar verdim ve gittim Baskın’ın Paşa dedesine, beni çok da severdi. “Paşa dede ben bu askerliği bitiremeyeceğim bana bir hal çaresi bul” dedim. Aldı beni Kasımpaşa Deniz Hastanesine götürdü muayene ettiler askerliğe uygun değildir raporu ile ben erkenden terhis edildim. Baştan yapacağımı sona doğru yapmıştım. Neyse askerlik maceramda bitmiş oldu. Yapmamak için fırsatım olduğu halde yaptığım askerlikten hiç pişman olmadım. Üstelik dalgıçlığın nasıl yapılması gerektiğini öğrenmiştim. Bizim yaptığımız sünger dalgıçlığında vurgun yememek neredeyse mucizeymiş. 50 metre derinliğe dalıp 10 dakika kalmak sonunda vurgun yememek için en az 3 saat aksona yapmak gerekirmiş. Öyle 5-10 dakikada aksona yaparak çıkmak tamamen risk taşıyormuş. Derin dalışlarda her metre için bir çizelge bir zaman formülü vardı bunu öğrenmiştim.
Elbette bizim süngerci teknelerinde dalmanın gerçeğine sadık kalınsaydı günde iki dalıştan fazla dalış gerçekleşmez ve süngercilik kar getiren bir uğraş olmazdı. Bu nedenle günde beş-altı dalışı vurgun yemeyi göze alarak gerçekleştiriyormuşuz. Çoğunluğumuz bilmiyorduk bilenler de mecbur susuyorlarmış. Gerçi benim yediğim vurguna kendi hatam yani paniğim neden olmuştu ancak diğer dalışlarımızda da şans bizden yanaymış.
Teskereyi alıp Bodrum’a geldim ancak yapacak işim yok bir süre boş gezdim, bu günler de benim serserilik günlerim oldu. Ne iş yapabilirim diye düşünmeye başlayınca ilk aklıma dalmak geliyor. Deniz altı dünyasının büyüsü öyle çekicidirki bir alışkanlık, bir tiryakilik oluşturur. Daldığında ayrı bir dünyaya ışınlanmış gibi olursun kendinle baş başa kalırsın sen ve sualtı dünyası. Ben de bu büyüye vurgun olmuştum, sualtı dünyası aşkı depreşmeye başladı. O ara da süngerci tekneleri MARMARA seferleri yapıyorlar ve dalgıç ihtiyaçları vardı, ben de iyi dalgıçım, elbette beni istediler ve benim de dalmakla ilgili bir sakıncam yoktu ayaklarımdaki tutukluk dalmama engel değildi. Ve ben yeniden dalmaya başladım.
Bir yıl Mustakaçi (Mustafa CENGİZ) ile iki yıl da halamın kocası VAPORA Hüseyin (Hüseyin CENGİZ) ile Marmara’ya süngere gitttim, Marmara dalışları alçak dalışlardı 15-20 metrelere dalıyordum aksonaya gerek duyulmayan dalışlardı. Marmara’da güzel günlerim geçti. Dalmaya Erdek’ten başlardık, Erdek o zaman yeni yeni turizme başlamıştı, ardından Paşa Limanı, Arap Adası derken Tekirdağ ve Silivri kıyılarında sünger topluyorduk, akşamları da kıyıya yanaşıp dinleniyorduk. Silivri de uzun bir iskele vardı akşamları o iskelede otururken sahildeki bir çay bahçesinden gelen bir şarkı duymuştum çok hoşuma gitmişti ilk kez duyduğum bir şarkıydı Berkant’ın Samanyolu şarkısı.
Dalgıçlık yazın yapılıyor topu topu 4 ay ondan sonra boş boş geziyoruz işimiz serseriliğe dönüşüyor paranı da doğru dürüst alamıyorsun dalgıçlık hevesim kaçtı kaçacak. Bu arada arkadaşlarım ısrar etmeye başladılar “Yahu senin gül gibi mesleğim var ne diye serseri gibi geziyorsun sana bir dükkan açalım sen bu serserilikten kurtul dediler” yahu bende kuruş para yok açın o zaman dedim. Sağolsunlar allem ettiler gallem ettiler bana bir dükkan bulup açmamı sağladılar. Cumhuriyet Caddesinde Taşlık sokak karşısındaki denize açılan dar ve kısa sokağın caddeye açılan köşesinde Belediye Başkanı Derviş GÖRGÜN’ün bir odacık depo gibi bir yeri vardı, kiraladık, düzenleyip dükkan haline getirdik ve açtık.
Bodrum’un ilk camekanlı (vitrinli) ayakkabıcı dükkanı oldu. Dükkanın ismini ÇARIK koyduğumdan çok kısa bir zamanda lakabım da ÇARIK İBO oldu. Ben ayakkabıcı olduğumdan ilk olarak ayakkabı ve espadril üzerine çalışmaya başladım. Bilhassa yazlık espadril imalatı yapıyordum. Ben dükkanı açtığımda Ali Güven de sandalete yeni yeni başlamıştı. Ayakkabı ve espadril imalatı yaparken sandalet istekleri gelmeye başladı. Piyasaya uyduk ayakkabı ve espadril yanında ben de sandalete başladım. Çok iyi çalışıyoruz ben bilhassa espadril imalatı yapıyorum, yazlık espadriller, yumuşak derilerden yapılanlar, kalın bezlerden yapılanlar, bilhassa yelken bezi ve o zamanlar meşhur olan Bodrum bezlerinden yazlık espadriller yapıyoruz, yok sattığı gibi kıyamet gibi ihraç ediyoruz. İşler çoğalınca dükkan yetmez oldu ve bir de imalat atölyesi actım. İstanbul, Tekirdağ, Mersin, Denizli çok yerlere ihracat yapıyorum. Gerçi bizim ticari kıvraklığımız zayıf olduğundan gönderdiğim çoğu siparişlerimin ücretlerini alamamıştım ancak Tekirdağ’daki ve Mersin’deki alıcılarımın hakkını yemeyeyim çok dürüstlerdi.
Sandalet modası talep patlaması yaratmıştı. Bodrum piyasasında satışlarımız çok iyi gidiyor, çılgınlar gibi sandalet üretiyor ve ihracatını yapıyorduk. Bizim Giritli Mahallesinde neredeyse her genç benim çırağım olmuştur. Turizm geliştikçe bizim işler de büyüyordu ancak diğer sektörlerde de işler patladı. Barlar açılmaya, tekneler çoğalmaya başlayınca albenisi yüksek sükseli meslekler doğdu, gemicilik, kaptanlık, bar çalışanları gibi. Ben çıraklarımı buralara kaptırmaya başladım birer ikişer gittiler. Çıraklarımı kaybedince artık işleri yetiştiremez oldum, sıtkım sıyrıldı lanet olsun deyip atölyeyi kapattım. Sadece dükkanım kaldı ancak tek başıma işlere yetemez oldum hem meslekten soğudum hem de mecbur oldum dükkanı kapattım 20 yıl yaptığım ayakkabıcılığı bıraktım.
Tamam ayakkabıcılığı bıraktık ancak çalışmadan da olmazdı. Bir çıkar yol çantacılık aklıma geldi deriden çanta üretmek. Bir dükkan bulup çantacılığa başladım ben çantacılıkta tutunmaya çalışırken bu arada mesken kiraları fırladı 1986 yılıydı 3 liralık kira ödenen yerlerden 15 lira istenmeye başladı. Bu kiralarla başa çıkmamızın imkanı yoktu bizim boyumuzu aşmaya başlayınca da dükkandan çıkıp çantacılığı da bıraktım. Bir süre boş kaldım ancak boş duramazdım dükkan açmam çalışmam lazımdı, aranırken denk geldi, günümüzde Mahfel Kafe olan işletme o zamanlarda BARAZ Otel, karşısındaki Kütüphanenin yanındaki küçük dükkanı Belediyeden kiraladım. Belediye kirası piyasaya göre çok daha insaflıydı. Cumhuriyet Caddesinde kira fiyatları çıldırmış gibiydi kimin ne miktar aklına gelirse istiyordu.
Merdiven altı bir dükkandı ve geçtim orada yine çantacılığa başladım. Uzun bir süre çantacılığa devam ettim. Yaş kemale erince de emekliliği seçtim.
Bodrum’un futbol sevdasının zirve yaptığı yıllarda Mahallelerden oluşan futbol takımlarıyla Kaymakamlık Kupası adı altında futbol turnuvaları düzenlenmiş idi. Turizmin atak yaptığı yıllarda bizler de futbolda atak yapmıştık. Kumbahçe (Giritli) Mahallesi gençlerinden oluşan HALİKARNAS SPOR’un başkanlığını yaptım 1973 de Bodrum şanpiyonu olduk. Eşim Şefika ile de o yıl evlenmiştik bir de oğlumuz oldu.
Ondan sonra ben o hızla gidip Bodrum Spor’un kulüp başkanı oldum. Futbol sahamızın bu günkü yerine taşındığı yıllar, tabi o zaman türübün, çim falan yok tarladan bozma bir saha. Doğru düzgün sahamızın olmaması nedeniyle amatör küme maçlarımızı Muğla’da yapıyoruz. Masraflar kulüp kasasından ödeniyor bizim doğru düzgün gelirimiz yok ki, esnaftan para topluyoruz. Hiç unutmam yardım toplamaya çıktık elimizde top esnafı dolaşıyoruz, esnafın biri (adı bende kalsın) “elinizdeki ne” dedi, top dedik “içinde ne var” dedi, hava var dedik “ben havaya para vermem” demişti. Böyle zor şartlarda toplanan yardım yetmediği yerde pamuk eller cebe oluyordu. 2,5 yıl başkanlık yaptım 3. Yıl ortasında bıraktım çünkü iflas edeceğim. Evet ayaklarım futbol oynamama izin vermiyordu ancak futbolu doya doya neredeyse boğulasıya yaşamıştım.
Ben yediğim vurgunu gençlik yıllarımda hayatıma fazla etki edemeyeceği pozisyona getirmiştim, neredeyse unutuyordum ancak bilhassa 60 yaşımdan sonra vurgunu iyice hissetmeye başladım. Adaleler zayıfladıkça meret vurgun kendini kabul ettirmeye başladı ve günümüze geldiğimde beni uzun yürüyüşler yapamayacak duruma getirdi. Ev içinde bastonla idare ediyorum ancak dışarıya çıktığımda uzun yürüyüşler yapamıyorum. Beni elektrikli tekerlekli sandalyede gezerken görebilirsiniz. Hep yaşadığıma şükretmişimdir bir de gerçek dostlarım olduğuna.
Artık tekerlekli sandalyeye ihtiyaç hissettiğim günlerde kendimce normal bir sandalye edinip dışarı çıkmaya başlamıştım ancak uzun geziler adeta işkence gibiydi. Elektriklisini almak aklıma bile gelmiyor çünkü mali gücüm yetersizdi. Bir gün çok sevdiğim çocukluk arkadaşım Mustafa CEM beni telefonla aradı oteline davet etti. Herhalde muhabbete çağırıyor diye gittim. Fotoğrafta gördüğünüz bu akülü scooteri göstererek bunu sana aldık dedi. Bana çok büyük sürpriz olmuştu. Hakikaten özgürlük buymuş o günden beri özgürlüğün tadını çıkarır oldum her yere rahatlıkla ulaşmaya başladım. Bu teşekkürün tarifi olmaz.
İşte en önemli şey bu hayatınızda gerçek dostlarınız olmalı hayatımızın akışına etki eden gerçek dostlar, Paluko Mazlum ESİM dostumuz olmasaydı ben ayakkabıcı olamazdım. Arkadaşlarım Bodrum Spor’un efsane ismi Mikro Mustafa (Mustafa TUNCER), o günlerde Ziraat Bankası çalışanı Karakaşın Memet derler Mehmet KARAKAŞ, mahallemizin ağabeyi dinç pansiyonun sahibi Demir DİNÇ, eski kütüphane müdürümüz Ali ARKUN “ULEN GEL SANA Bİ DÜKKAN AÇALIM” demeselerdi ben ÇARIK İBO olmazdım. Tüm dostlarıma sonsuz teşekkürler. Sizlere de saygılarımı sunarım hoşçakalın.
Dedi İbrahim ağabeyim ben bir ara sormuştum süngerden para kazandın mı diye, gülmüştü “ne parası, daha ilk seferimde vurgun yedim”. Sonraki devam eden anlatımında 3 yıl Marmara seferlerinde süngerciliğin rezilliğinden bahsetmişti “bütün yaz 4 ay dalış yaparsın, ardından gelir Bodrum’a beklemeye başlarsın, süngerleri kim gelip alacak, ne zaman satılacak, ha satıldı, ha satılmadı, sürüncemede kalır paranı alana kadar rezillik yaşardık” demişti. Benim de aklıma gördüğüm eskilerden kalma bir gazete manşeti takıldı…
“SÜNGER BU YAZ BODRUMLULARIN YÜZLERİNİ GÜLDÜRDÜ”
İnkar etmemek lazım süngerden gelen gelir Bodrumlunun bir dönem kurtarıcısı olmuştu ancak zengin olan simsarlardı, süngercilerimiz de süngerden kazandıkları parayla yaşadılar ancak çekilen sıkıntıların yanında buna da yaşamak denirse tabi…
Saygılarımla Ali Dizdar