CELAL
Sabah iki haber düştü önüme.
Birincisi, bugün Dünya Basın Özgürlüğü günüymüş!
O an ağzımdan küfür çıktı.
Ne özgürlük ama.
Hani diyor ya şair.
“Acı çekmek özgürlükse, özgürüz ikimiz de.”
İkincisi çok kötü bir haber.
Celal Başlangıç’ı kaybettik.
Bizim Arap Celal’i.
Sürgünde veda etti bizlere.
Belki de ilk kez ulaştı özgürlüğüne.
Celal’i 1980’lerde, İzmir’de darbe günlerinde tanıdım.
Ben Milliyet’te, o Cumhuriyet’te.
Baskının, sansürün, zulmün bugünleri aratmadığı günlerde.
Hatırlıyor musun sevgili Nevit Tokdemir
Masanın bir yanında Celal, bir yanında Cemal.
Ne kadar zengindik değil mi?
Yarım asır öncesi çekilmiş bir fotoğrafı aradım arşivde, bulamadım.
Fuarda güneşin sofrasında, dostların masasındayız.
Masada Celal Başlangıç, Mustafa Balbay, Atilla Köprülüoğlu ve ben.
Fotoğrafı çeken de sen miydin acaba?
Okan Yüksel, “insanda yürek ya betondan, ya da dehşetli namuslu olacak” derdi.
Celal yüreği dehşetli namuslu olanlardandı.
Namus işçisiydi o.
Beton yürekliler bir bir kalemlerini satıp, kafalarını kuma gömerken, Celal
Güneydoğu’da askerin köylülere insan dışkısı yedirdiğini Türkiye’ye duyurandı.
O yıllarda bu haberi yapmak için mangal gibi bir yürek gerekirdi.
O yürek Celal’deydi.
Yalanladılar, uğraştılar, baskı kurdular, zulm ettiler, Celal yazdığının arkasında durdu.
Ne boyun eğdi, ne teslim oldu.
Gerçeği yazdı.
Gerçekler inatçıdır.
Celal de inatçıydı.
Yeni tanıklar yeni bilgilerle gerçeği kabak gibi toplumun önüne serdi.
Nerede haksızlık, nerede hukuksuzluk, nerede zulm varsa Celal’in kalemi oradaydı.
Sabahtan beri Facebook’ta Celal ile ilgili yazılanlar düşüyor ekranıma.
İnci Hekimoğlu ‘nun yazdıkları dikkatimi çekti.
“Tanıdığım en iyi gazeteciydi. O’nun gazeteciliği ders olarak okutulur umarım bir gün.
Ve umarım gençler kitaplarını okur, sistemin parlattığı çakma ‘kahramanları’ değil. O’nu idol olarak seçer.”
Altına imzamı atarım.
Bugün Dünya Basın Özgürlüğü Günü’ymüş.
Celal sürgünde öldü!
…
ORANGUTAN KOCAKARI İLACINI NEREDEN BİLİYOR?
Sumatra’da bir orangutan, sağ gözünün altındaki açık yarayı şifalı bir bitkiden kendi yaptığı lapa ile tedavi etti.
Bu, vahşi bir hayvanın, tıbbi özellikleri bilinen bir bitkiyi kullanarak yarayı iyileştirdiğine dair ilk bilimsel kayıt.
Bu kayıt Scientific Reports dergisinde yayınlandı, bilim insanları şaşkına döndü.
Orangutan bizim “Kocakarı İlacı” dediğimiz tedavi yönetimini nereden biliyor?
Bir sarmaşığın (Fibraurea tinctoria ) yapraklarının yara iyileştirici özelliği olduğu bilgisine nasıl sahip?
O sarmaşığın yapraklarını ağzında çiğneyerek lapa haline getirilmesini kim öğretti?
Bilim insanlarına göre hayvanlarda da nesilden nesile bir bilgi aktarımı var.
Bu konuda çok örnek elde edildi.
Ancak şu soruyu da sormak gerek.
Acaba insanoğlu “kocakarı ilacı” dediğimiz bu bitkisel tedaviyi hayvanları gözleyerek mi öğrendi?
Yaşadığımız bu ortak habitatta canlılar arasında bir bilgi aktarımı mı var?
Hadi bakalım ateyizler açıklayın bu işi.
Murat Hiçyılmaz